Onlar bayram ederken sen şehidine ağlarsın

Ülkeyi 33 yıldır kana bulayan
“terör”e “Kürt sorunu”
dersen olacağı budur...

Yunan ordusunu 1922’de bozguna uğratarak Kurtuluş Savaşı’nı tamamladığımız o uzun savaşı zaferle tamamlayan Mustafa Kemal Paşa’ya, arkadaşlarına ve Mehmetçiğe selamlar olsun.
Bu sene 30 Ağustos şöleninde ilk kez Cumhurbaşkanı Gül; başkomutan konumunda ev sahipliği yapacak; Genelkurmay Başkanı ise misafir konumunda bulunacak. İyi de bu Başkomutan ile Genelkurmay Başkanı neyi kutlayacaklar?
Geçen gün televizyonda izledim, kanım dondu:
Başbakan Erdoğan Kasımpaşa’da... Bir vatandaş ona yaklaşıp diyor ki:
’Sayın Başbakanım! Oğlum Hakkari’de askerdi, tezkeresini aldı ama yol güvenliği olmadığı için 25 gündür gelemiyor. Lütfen bize yardım et.’
İşte size Türkiye’nin son hali. Bundan büyük utanç olabilir mi? Ona buna fırça atan Başbakan önce Hakkari’yi PKK’nın elinden kurtarmayı neden akıl etmez?
Gerçeği artık kabul edin:
Terör örgütü Hakkari’yi artık ’Kurtarılmış Bölge’ ilan etmiş. Orada devlet temsilcisi istemiyor; bulduğunu öldürüyor.
Bizim Başkomutan ile Başbakan ise askeri burnunu sürttük, diye seviniyor. Yandaş basın da hep bunu haber yapıyor.
Ve bu yandaşlara hak veren milletin yarısı bayram yapıyor.
Bir de PKK’lılar aynı bayram havasındalar.
Çünkü; terör örgütü istediğini yapıyor; istediğini dövüyor; istediğini öldürüyor.
Gidin siz Amerika’ya... Bırakın bir askere el kaldırmayı veya polisin yanağına tokat atmayı; onun ’Dur!’ uyarısına uymayın.
Anında kurşunu yersiniz.
Çünkü orada demokrasi vardır. Demokrasi; normal vatandaşın güvenliğini haydut takımına karşı tam koruyan sistemin adıdır.
Suçlu onlar değil
Siz, Güneydoğu’yu 33 yıldır kana bulayan PKK terörüne, ’terör’ demez de ’Kürt sorunu’ der iseniz.
Siz Türkiye’de 36 etnik yapı olduğundan söz eder de o etnik gruplardan birisi olan Kürt ayrılıkçılarına; özellik/özerklik işareti gönderirseniz.
Siz; bu devleti kuran üst kimlik olan Türk milletinin adını bir kere bile anmaz iseniz; Türk milletini; etnik bir grup gibi (kabile veya başka bir milletin son kalıntısı) gibi gösterirseniz.
Siz; PKK’nın eylemlerini; ’Bunu PKK yapmış olamaz, Ergenekoncuların işidir!’ diye açık açık aklarsanız.
Siz PKK içinde derin PKK’dan söz edip bunların Abdullah Öcalan’ı dinlemediğini söyleyerek teröristbaşını suçsuz çıkarmaya uğraşırsanız.
Siz; ’Öcalan’ı da aşan işler var!’ diyerek Öcalan’ı masumlaştırmak isterseniz.
Siz; seçimler öncesinde; vatandaşın gözünü boyamak için PKK ile geçici barış yaparsanız... Böylece onları; koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin bir eşiti gibi gösterirseniz.
Polis Akademisi’nde bile ’Kürt Sorunu’nu (!) kendi devlet görevlilerinize
tartıştırır iseniz.
Olacağı işte budur.
Onlar bayram eder...
Biz ise şehitlerin arkasından ağlarız.
Rıza Zelyut / Güneş

+++

Romantik İskandinav ülkelerinde bile uluslararası hukukun “sivilleri hedef alan örgüt teröristtir” tanımı kural olarak kabul edilir.
“Biz ulusumuzun hakları ve özgürlüğü için savaşıyoruz” gibi iddialar da geçerliğini yitirir. “Çizik yemeğe” mahkûmdur.
Masum sivillere saldırmanın, çağdaş demokrasilerde gerekçesi olamaz.
Güneri Cıvaoğlu / Milliyet

+++

Canı pahasına direnenlere selam olsun
26 Ağustos 1922’de başlayıp, bugün sona eren Büyük Taarruz’un bazı bölücü kafalara ders olmasını diliyoruz. Sizce bu mümkün mü? Sanmıyoruz. Onun için Mustafa Kemal’in ’Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni bizzat yönettikten sonra Afyon’a geri dönmeyen mantığını iyi anlamalıyız. O, tüm yorgunluğuna rağmen Dumlupınar Köyü’ne gitmeyi tercih etmişti. Kemalettin Sami Paşa’nın hatıralarında belirttiği şu anıyı okumamızda yarar var:
’Tutsak edilen Yunan generalleri kendileriyle konuşanın Mustafa Kemal Paşa olduğuna bir türlü inanamadılar. Sonunda ikna oldular ve içlerinden biri şu sözleri sarf etti; ’Zafer, galibiyet. Şan ve bu topraklar... Her şey sizin hakkınız. Bizim Hacı Anesti-Yunan Başkomutanı- İzmir’den hiç çıkmadı. Hatta yerinden kıpırdamadı’.’
Yokluk içinde işgalciyi bu ülkeden söküp atanları minnetle anıyoruz. Cephede canları pahasına direnen, içinde yaşadığımız toprakları bize sunan insanlara minnet ve saygı duyuyoruz.
Burhan Ayeri / Akşam

+++

Mustafa Kemal’i “lider” yapan siyasi zafer
Büyük taarruz başladıktan ve Türk ordusu, Yunan ordusunu İzmir’e doğru sürmeye başladıktan sonra Yunanistan’ın yoğun girişimleriyle müttefik kuvvetler, Mustafa Kemal’le görüşmek istediler. Atina’nın hedefi, görüşmeler yoluyla İzmir ve Ayvalık’ın Yunan egemenliğinde kalmasını sağlamaktı.
Büyük taarruz öncesinde diplomatik yollarla Londra ve Paris’i ikna etmeye çalışan Mustafa Kemal’in talepleri geri çevrilmişti. Büyük taarruzdan sonra görüşme talep eden bu kez onlardı. Mustafa Kemal’in, görüşme talebine verdiği yanıt tarihi değerdedir: “Elbette görüşürüz, 9 Eylül’de Nif’te bekliyorum.”
Nif, İzmir’in bugünkü Kemalpaşa ilçesinin eski adıdır. Mustafa Kemal, 9 Eylül’de İzmir’i Yunan işgalinden kurtaracağını görmüş ve Batılı ülkelerin görüşme talebi karşısında, “9 Eylül’de Nif’te bekliyorum” diyerek randevu vermiştir.
Nitekim Mustafa Kemal, 8 Eylül’de Nif’te gecelemiş ve daha sonra, “Ben söz verdiğim tarihte

***

20 Ağustos zaferi sadece bir askeri zafer değildir. Aynı zamanda Anadolu’da ulusal ve siyasal birliği sağlayan bir dönüm noktasıdır. Büyük taarruzun başarıya ulaşması ve İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasından sonradır ki, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal’e karşı yürütülen muhalefet etkisiz hale gelmiş, çok cılız bir sese dönüşmüştür.
Muhalefetin son girişimi İzmir’i işgalden kurtaran Mustafa Kemal’e, “Başkomutanlık göreviniz sona ermiştir, Ankara’ya dönünüz” telgrafı çekerek, siyasi liderliğini engellemeye çalışmak olmuştur. Ancak Mustafa Kemal, bu çağrıya, “Ne askeri, ne diplomatik görevim bitmiştir” yanıtını vererek, istiyorlarsa kendilerinin İzmir’e gelebileceklerini bildirmiştir.
30 Ağustos zaferi Mustafa Kemal’in sadece askeri liderliğini değil siyasi liderliğinin de tescil edildiği zaferdir. Büyük zaferden sonra Anadolu’nun her köşesinde Mustafa Kemal tartışmasız lider olarak kabul görmüş ve ulusal birlik onun liderliğinde sağlanmıştır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne kimliğine veren temel değerlerin üzerinde yükseldiği zafer işte bu zaferdir. Bu itibarla 30 Ağustos’un askeri olduğu kadar siyasi anlamı da büyüktür.

***

Büyük taarruz, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı nihai sonuca götüren bir zafer olarak, ulusal kurtuluş hareketlerine, tüm mazlum uluslara örnek oluşturmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları bu zaferle çizilmiş ve Lozan’da tescil edilmiştir.
Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği gençlerin, Anadolu’nun işgalden nasıl kurtulduğunu, bu cumhuriyetin nasıl kurulduğunu çok iyi öğrenmeleri ve unutmamaları gerekir.
Fikret Bila / Milliyet

+++

Adaletin bittiği yer
Deniz Feneri soygunu dosyasının takipçisi 3 savcısı için; “çok kritik bilgilere ulaşıldı, bayramdan sonra ucu gelip iktidar partisine kadar uzanacak yeni tutuklamalar olabilir” diye haberler yazılıyordu.
İşte bu 3 savcı görevden alındı.
Yandaş gazeteler haberi yazmıyor.
Yandaş kalemler kör, sağır.
Tarafsızlığa yatanlar dilsiz.
Savcı kıyımını önemsemediler.
Yargı esir alındı izlenimi var.
Bunun sonu faşizme gider.
Onlar haberi küçülttüler.
Oysa Deniz Feneri soruşturmasını 3 yıldan beri sürdüren savcılar; Nadi Türkaslan, Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz, bayramdan sonra “şüphelilere işyerlerinde arama yapılacağı bilgisini veren 3 kamu görevlisinin evlerine, işyerlerine operasyon yapmaya” hazırlanıyorlardı.
Savcılar bir firma saptamışlardı.
Firmadaki kayıtlar çok netti.
Paralar yoksullara gitmemişti. Kişisel servetlere dönüştürülmüştü.
Bu bilgiler firmanın kayıtlarında unutulmuş silinmemişti. Bu da Almanya’daki soygunla Türkiye’dekilerin bağlantısını kanıtlıyordu. Savcılar arama kararı çıkartmışlar fakat bir kamu görevlisi (muhtemelen Adalet Bakanlığı’nda görevli biri) bu bilgiyi edinmiş, İç Anadolu bölgesinde belediyelerden birinin AKP’li belediye başkanına aktarmış. Bu belediye başkanı da soygunda kilit rol oynadığı iddia edilen bir TV kanalının başkanına bu bilgiyi ulaştırmıştı.

***


Savcılar Bayramı beklediler.
Belediye Başkanı tutuklanacaktı.
Bakanlık köstebeği de yakalanacaktı.
Gazeteler; bunların iktidar partisi ile bağlantılarını yazacak, TV’ler de haber yapacaklardı. Toplum da bilgilenecek ve “adalet” isteyecekti.
Fakat savcılar kıyıma uğradı.
3 savcıdan biri olan Savcı Mehmet Tamöz, “Mesleğimi kimseye yaranmak için yapmadım. Yaranmak yerine limon satmayı tercih ederim” dedi.
Savcı daha ne söylesin?
İşte adaletin bittiği yer.
Necati Doğru / Sözcü

+++

Günün sorusu
Yeni Osmanlı kafasıyla
Kurtuluş Savaşı’nı kutlamak nasıl bir duygu?
Can Ataklı / Vatan

+++

Meclis’i niye seçtik?
Bu kadar önemli değişiklikler kararname ile olmamalı..
Devletin işleyişine yeni ayar yasa hükmünde de olsa kararname ile verilmemeli..
Olsun canım ne var bunda diyorsanız..
Ben de şunu sorarım..
O zaman Meclis’i niye seçtik?.. KHK’larla iş bitiyorsa Meclis’e ne gerek var?.. Seçmen versin yetkiyi, hükümet hem yürütme hem yasama rolünü üstlensin.. Hem çalıp hem oynasın, olsun bitsin..
Mehmet Tezkan / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları