Oniki Eylül öncesine dönmek!
Bilenler bilir. 1980 öncesi toplum her anlamda kesin hatlarıyla birbirinden ayrılmıştı. İnsanlar, bölge bölge, sokak sokak ayrışmış ve karşıt hale getirilmişti. Her yerde ve her ortamda yalnız “biz ve onlar” vardı. Her şey, iyi olan bizler ile kötü olan onlar arasında gerçekleşiyordu. Polis teşkilatı, sendikalar, öğretmenler ama her şey ayrışmıştı. Ayrışma yalnız sokaklar ya da meslek kuruluşlarında değil mekânlarda ve simgelerde de kendini göstermişti.
Eğlence yerleri, nikâh salonları, kahveler, sokaklar, mahalleler, apartmanlar, sinemalar, kitaplar, sigaralar, pantolonlar, parkalar, pardesüler, sakallar, favoriler, okullar, meslekler, kelimeler, gazeteler, dergiler, şairler her şey ve her yer bölünmüştü. Kişi neyi okuyorsa, nereye gidiyorsa, neye bakıyorsa ya da neyi seviyorsa ondan ibaret sayılıyordu. Herkes gördüğü, okuduğu, gezdiği, inandığı, sevdiği, nefret ettiği, üzerinde taşıdığı, giydiği, içtiği her şeyden sorumlu tutuluyordu. Örneğin kot pantolon, uzun saç, birinci sigarası tamı tamına bir ideolojik simgeydi. Buna karşılık kumaş pantolon, sarkık bıyık, uzun pardösü, Maltepe sigarası da bir diğer ideolojik gurubun simgesiydi.
Bu ayrışmanın bedelini toplum, çok ağır bir biçimde ödedi. Annesini, babasını, kardeşini bu anlamsız ayrışmada kaybeden insan sayısı on binlere ulaşmıştı. Bugünlerde bütün kötülüklerin anası diye ilan edilen 12 Eylül’e böyle gelinmişti. Unutulmasın ki o dönemler, soğuk savaşın bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü yıllardı.
1990’larda bütün dünyada ideolojik guruplar arasında ne savaş kaldı ne de soğukluk. Ama Türkiye’de bölünme ve ayrışma bütün şiddetiyle devam ediyor. Bunu iyi düşünmek gerekir. 2009 yılında Türkiye’de toplum bölünme, ayrışma ve ötekileşme konusundaki çeşitliliği ve derinliği itibarıyla 12 Eylül öncesine fark atmış gibidir. 80 öncesi, yalnızca sağ/sol ayrıştırılması üzerine kurulmuştu. Günümüzde ise mezhep, etnisite, bölge ve kurum ayrıştırmalarıyla bu bölünme daha da çeşitlenmiştir. Bu bağlamda kutuplaşma, farklılaşma ve gerilim zirveye vurmuştur. Bu dönemdeki ayrışma oniki eylül öncesinden nitelik olarak da hem daha derin hem daha boyutlu bir hale gelmiştir.
Yarın çok geç olabilir!
Oniki eylül öncesinde farklılaşma ve ötekileştirme simgelere özgüydü. Günümüzdeki ayrıştırma ve ötekileştirme kurumları, etnisiteyi, mezhebi, bölgeyi ve yaşamın hemen hemen her alanını kapsam içine almıştır. 12 Eylül öncesinde sokaklarda çatışan tarafların tamamı “Türkiye’yi kurtarmak” için mücadele ettikleri iddiasındaydılar. Bugünkü Türkiye’de tarafların böyle bir iddiaları yoktur. 80 öncesinin onca hoyratlığına ve vahşiliğine rağmen o dönemde hiç kimse bağımsızlık, egemenlik ve vatanın bütünlüğü aleyhine kimseye söz söyletmezdi. Günümüz Türkiye’sinde tarih, inanç, bağımsızlık, egemenlik, kimlik ve ülkeye sahip çıkma iradesi konusunda dahi birliktelik yoktur. Türkiye’de herkes kendisi için, herkese göre bir demokrasi ve toplum algısı nüksetmiştir. Günümüz Türkiye’sinin “Vatanı bir kadın memesine satarım”, “önemli olan bizi kimin yönettiği değil, nasıl yönettiğidir” diyen itibarlı (!) insanları vardır.
Siyasetin durumu, kurumların pozisyonları ise çok daha acıklıdır. İktidar partisi kendisine komplo kurulduğunu, TSK ise kendisinin yıpratılmaya çalışıldığını söylüyor. 12 Eylül öncesinde Demirel ile Ecevit arasındaki ilişkilerin benzeri bugün Erdoğan ile Baykal arasında vardır. Mahkemeler “sizin mahkemeniz-bizim mahkememiz” olarak nitelendirilir olmuştur.
Durum vahimdir. Karşıt saflaşma ve ayrışmalar Türkiye’yi bölünme tehlikesiyle yüz yüze getirmiştir. Her türlü ayrıştırıcı ve bölücü söylemi bir kenara bırakmanın tam zamanıdır. Yarın çok geç olabilir.