Önce bu fotoğrafı anlat

Öleceğim aklıma gelirdi de Cengiz Çandar’ın ABD Büyükelçisi’ne dikleneceği aklıma gelmezdi; hem de “içişlerimize karışma” deyip de!
Geçtiğimiz cuma günü ABD’nin İstanbul Konsolosluğu’nda Abdülhamit Bilici (Zaman), Amberin Zaman (Haber Türk), Sami Kohen (Milliyet), Cengiz Çandar (Radikal), Mehmet Barlas (Sabah) ve Cüneyt Ülsever (Hürriyet)’i ağırlayan Francis Joseph Ricciardone de -eğer danışıklı dövüş değilse- benimle aynı hisleri paylaşıyordur şu ara herhalde. Onun da öleceği aklına gelmiştir de Çandar’ın kendisine “posta”ya yelteneceği ne mümkün aklına gelmemiştir!
Öyle ya, “Jurnalciliğin efendisi kim?” diye sorsanız bu medyada, bir çırpıda kaç kişinin onun adını söyleyeceğini bir hesaplasanıza!
WikiLeaks kanalıyla başlayan “sızma” / “sızdırma”lar karşısında, nasıl “Benim de adım çıkabilir” korkusuyla kıvrandığını ekranlarda... Ve nasıl meşrulaştırmaya çalıştığını, bir ülkenin diğerinin içişlerine müdahalede başvurduğu “maşalık” müessesesini!


Allah akıl fikir versin
Yineleyeyim -danışıklı dövüş değilse- Ricciardione de en az benim kadar hayretler içinde kalmıştır kesin. Öyle ya, Körfez Savaşı’nda Türkiye’nin ABD’ye karşı çıkma ihtimaline karşılık “Şaka ediyor olmalısınız...” diyen bir Cengiz Çandar var karşısında... Orada aslanlar gibi bir ABD varken “jeopolitik alternatif arayışında Rusya ve İran’a yönelmeyi düşünen Türkiye”ye deli gömleği giydiren ve “Allah akıl fikir versin” diyen bir Çandar... Kalkıp şimdi “Dünyanın tek süper devleti, çağdaş dünyanın tek imparatorluğu” sayıp misyonerliğine soyunduğu ABD’nin elçisine karşı mı duracak! Allah bu çadır tiyatrosunu sahi sanana akıl fikir versin!
Yahu bırakın bir ülkenin içişlerine karışmayı, o Çandar değil mi “ABD’ye orada ne işin var diye sorulmaz?” deyip “istediği ülkeyi yakıp yıkması”nı bile “normal” saymak gerektiğini savunan!
Yoksa siz hala onun içinde gizli bir “12 Mart’tan sonra emperyalizmle savaşmak için Filistin’de gerilla eğitimi almaya giden sosyalist devrimci” olduğuna mı inanıyorsunuz?
Madem öyle “rüştünü ispat” şansı verelim Çandar’a; bakalım ne kadar karşı ABD’nin müdahaleci tavrına?
İstediğinden, en kolayından, Uğur Mumcu’nun karşısında “süt dökmüş kedi”ye döndüğü sorudan başlayabilir mesela cevaplamaya: “Filistin’deki kamplarda mı yoksa Beyrut’ta lüks otellerde mi geçirdin kaçak yıllarını?”
Veya arkadaşların İsrail bombalarıyla can verirken, Faik Bulut’un, Şam’da kaldığını söylediği evin masraflarının nereden geldiğini anlat!
Veya... Hiç eski defterleri açmayalım da... Madem mevzu bahis “içişlerine karışılmaması gerektiği” bir ülkenin; o zaman sen bize bu fotoğrafı açıkla önce bir Cengiz Çandar! Bebek’te Hasan Cemal, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, eski TRT Genel Müdürü Cem Duna, Soros’un Türkiye temsilcisi Can Paker’le buluştuğunuz o İtalyan Lokantası’nda kimi ağırlamıştınız? Neden ağırlamıştınız? O buluşmadan sonra neler değişti Türkiye’de? Kim değiştirdi? O fotoğrafın kaç yıldır ısrarla sormamıza rağmen söyleyemediğin, “karanlıkta” kalan ismi kimdi?


Buna kargalar bile güler
CIA ajanı Mark Parris’le Brookings Enstitüsü’nde “Erdoğan ne yapmalı” diye yol haritası çizdiğinizde hiç rahatsız olmuyordun ABD’nin Türkiye’nin içişlerine karışmasına ortaklık etmekten!
Parris’in AKP’yi kapatma davasına, yani Türk yargısına müdahalesini alkışlıyordun... Hatta daha ileri gidip “müdahale etmeyen Amerikalılar”ın tavrını “utanç verici” buluyordun...
Ne oldu şimdi...
Ne oldu da; Ricciardone odatv baskınından sonra ve tam da AKP’nin ihtiyaç duyduğu “Amerikan karşıtı” fotoğrafı alacak şekilde kadrajına; deklanşöre bastığında mı içişlerine müdahale oldu yani!
Ve bu da Çandar’ın ABD’nin içişlerine müdahalesi ile savuşturulmak isteniyor ha! Kargaların kasıkları ağrımıştır buna gülmekten!


Hayalleri yıkılmış
Amaaan kime ne anlatıyorsak biz de...
“Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan çıkartılması, KKTC’nin tasfiyesi, PKK’nın yasallaştırılması, Diyarbakır merkezli ayrı yönetim oluşturulması, irticaya ve bölücülüğe hareket yeteneği sağlayacak kampanyalar yürütülmesi, Kuzey Kıbrıs’ta iç çatışmaya ivme kazandırılması” için ayrılan 30 milyon euroluk fondan makbuz karşılığı payına düşeni alan biri var karşımızda...
Bu saatten sonra, eğer üstlendiği yeni rolün az biraz inandırıcı olmasını, gülünçleşmemeyi istiyorsa Çandar’a düşen ya bu fotoğrafı anlatmak, ya da sonsuza kadar susmak...
Kaldı ki Çandar’ın sözde had bildirmesinde bile açık veriyor ABD’ye olan bağlılığı. Hayallerinin yıkılması; beklentilerinin karşılık bulmamasına dönük ifadeler kullanıyor. Ki böylece ABD’nin Türkiye’ye yapması gerekenler konusunda “hayalleri” olduğunu da ilan diyor aslında aynı anda...

+++

Bir top, bir mektup, bir...

Ve bir de Amberin Zaman... Ermenistan’la Türkiye arasında “sınırın açılması”nı hedefleyen futbol diplomasisi öncesi Cumhurbaşkanı Gül’e açık mektup yazarak “Erivan’a sahip çık” diyen Amberin, bu kez de Erbil ile Diyarbakır Bağlarspor arasındaki “basketbol diplomasisi” için Günay’a sesleniyor; “Kürdistan’a sahip çık!”

+++

Cengiz Çandar kimdir ve neye hizmet eder

ABD Büyükelçisi’nin özel davetlisi olan gazeteciler arasında bulunan Cüneyt Ülsever, Cengiz Çandar’ın Ricciardone’ye “had bildirişi”yle ilgili olarak “kraldan çok kralcılık” imasında bulundu:
“Kişisel duygularını konuşmasının en başında “I am appalled” (appal(ed)=sukutu hayale uğratılmak, yese/dehşete düşürülmek) cümlesini kurarak beyan etti. Ben de arkadaşın Büyükelçi’ye “haddini bildiren” tavrından dolayı dehşete düştüm. Herhalde, bir Hükümet temsilcisi toplantıda olsa idi, çok daha dikkatli olurdu.”


Misyon gazetecisi
“Belli ki sıradan, bildiğimiz anlamda bir gazeteci değil” diyen Oray Eğin önceki günkü yazısında “Cengiz Çandar kimdir ve neye hizmet eder” sorusunu gündeme getirdi:
“Yabancı gazetelere bakıyorsunuz, hiç şaşmadan ondan demeç kullanıyorlar. Türkiye’ye yerleşen yabancı gazetecilere ilk olarak onun adı veriliyor. ‘Gidin görüşün’ diye ‘kuşaktan kuşağa’ iletişim bilgileri aktarılıyor. Diplomatlar, büyükelçiler ilk olarak onu ağırlıyor. Gazetecilik dışındaki bütün enerjisini diplomasi trafiğiyle geçiriyor. Yabancıları bilgilendirmek konusunda kendisini tek temsilci atamış, belli ki. Sanki bir misyonu var. Ya da hayatı boyunca değişen misyonlar ediniyor.”

+++

Av başladı; cadı kazanı kaynıyor

Amerika’da komünist avı. O onu ihbar ediyor, diğeri öbürünü, öteki berikini. “O komünist” diyerek.
Soğuk savaşın en hızlı döneminde Amerika’da, Arthur Miller’in kaleme aldığı “Cadı Kazanı” oyunundaki gibi, insan avı başlıyor. Haklı haksız, yerli yersiz, haklı bile olsa, birileri kendine ters gelen ,insanları ihbar ediyor, listeler yayınlanıyor, listelerde yer alan isimler kısa sürede tutuklanıyor. Temel hak ve özgürlükleri açısından Amerika’nın en karanlık dönemi. Geçen gün bazı gazeteler Soner Yalçın’la birlikte yeni bir TV’de çalışacağı öne sürülen gazetecilerin isimlerini yayınlıyor. Doğru bile olsa, sanki o isimler suçlu ve Ergenekon sanık adayı. Liste yayınlayarak korku salmak, insanları deşifre etmek. Tam “Cadı
Kazanı”.
Bunu yapanlardan biri de, her hafta medyaya ahlak ve fazilet dersi vermeye kalkan Zaman gazetesi.
Dinimizde insan avına çıkmak
var mı?
Yalçın Doğan / Hürriyet

+++

Olabilir... İnsan dalgınlıkla çıkan merdivenle inmeye kalkabilir... Eğer bunu Tayyip Erdoğan yapsaydı, şöyle başlıklar okuyacaktınız büyük medyada:
“Muhteşem iniş...”
“Ters inmeyi de başardı...”
“Geri geri ileri gitti...”
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Her gazeteci en sevdiği ve en sevmediği beş gazetecinin adını yazsa kaçı benzer olur? Sanırım hiçbir liste ötekine benzemez. Gelin birbirimizin “sicil amiri” olmayalım. Soner Yalçın’ı seversiniz sevmezsiniz ayrı konu, ama kim olursa olsun, bir gazeteci tutuklandığında tüm gazetecilerin özgürlüğü kısıtlanmış demektir.
Mustafa Balbay / Cumhuriyet

+++

Tam isabet sizi ancak dokunulmazlık kurtarır

Sözcü’den Veli Toprak’ın haberine göre aralarında TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın da bulunduğu bir grup bürokrat “AKP’den vekil olma kuyruğu”na girmiş. Adı üstünde “seçim”den geçeceklerini unutmuşlar ki makamları bile şimdiden pay etmişler aralarında.
TOKİ Başkanı Bayraktar’a Bayındırlık Bakanlığı layık görülmüş mesela. Eeee yakışır TOKİ açılışı görünümlü AKP mitingleriyle iktidarı abad eden Bayraktar’a! Ha bir de “Duble yollara Galatasaylılar giremez”, “Otobanda ıslık çalmak yasaktır” türünden yeni yol işaretlerine alışmalı tez zamanda
İbrahim Şahin ise Amasya adayıymış AKP’nin... Amasya’da kuş uçsa haber yapmasının varmış bir hikmeti demek ki. Propaganda takvimi başlasın bir “golf sahası”da vaad eder artık Şahin Amasyalı hemşehrilerine!
Şaka bir yana, adı geçenler iktidarın “en rahat” koltuklarında oturanlar gibi gözükse de, sandığın “raptiye etkisi”ni en çok hissedenler aslında. AKP’nin iktidardan gittiği gün “hesap vermek”te en çok onlar zorlanacaklar. CHP milletvekilleri yakın takipte; Şahin’in ensesinde. Hakkındaki soru önergeleri, Yargıtay’da bekleyen dosya sayısıyla rekabete girecek neredeyse. MHP Genel Başkanı’nın TOKİ’yi dilinden düşürmediği ve “şaibe” iddiasında bulunarak “Hesaplarını didik didik edeceğim” dediğini de düşününce Bayraktar’ın gece uykuları rüyalarla mı süsleniyor yoksa “hep aynı kabus”la mı bölünüyor şüpheli...
İsabet yani; AKP bugün var yarın yok ama “dokunulmazlık” kafadan dört yıl daha kazandırır AKP propagandisti gibi davranan bürokratlara... Dört yıla kadar da kim öleee, kim kala!

+++

Hakikaten de pişkinlik

Entelektüel değnekçi “TRT’ye program yapan gazetecilerin haftada 15-20 bin lira aldığı iftirasını attılar. Bülent Arınç’tan aldıkları listeyi servis ettiler, şimdi Halk TV kadrosunda çalışacak gazetecilerin açıklanmasından rahatsızlık duyuyorlar” diyerek “pişkinlikle” suçlamış gazetecileri... TRT’nin haftada 25 bin TL ödediğini kurumun Genel Müdürü’nün açıkladığını... “O liste”nin sızdırılma değil, resmi cevap olduğunu düşününce ortada bir pişkin olduğu muhakkak bence de. Ha bu arada Halk TV’ye kimin hangi fiyata program yapacağı kanal hissedarları ile CHP’lileri ilgilendirir. TRT’nin kime ne verdiği ise bütün vatandaşları. İki kurum hakkında yazılanları “eşitler arasında ayrımcılık” yapılıyormuş gibi göstermek çarpıtmanın daniskasıdır... Soner Yalçın’ın maaşını ben ödemeyeceğim ama senin cebine bağlanan para kanalının musluğu benim Sayın Babahan!

+++

Benim demokratlarım

Bu ülkede, haklarında verilmiş hiç bir mahkumiyet hüküm olmayanları, kaçma ve delilleri yok etme ihtimalleri de yokken, aylarca içerde tutan, tutukluluğu mahkumiyete çeviren savcı ve yargıçları destekledin mi demokrat, kutsal savunma hakkını kullanan, avukatlar yönünde fikir yürütüp, “Masumiyet Karinesi” nden söz ettin mi, faşist oluyorsun.. Yaşasın benim, liberal ve demokrat meslektaşlarım..
Hıncal Uluç / Sabah

+++

Gözlere gözlük

Milletvekillerine 1999’dan itibaren ödenen 80 liralık gözlük camı ücreti 150 liraya, çerçeve için ödenen 100 lira ise 250 TL’ye çıkarıldı. Milletvekilleri gözlük almak istedikleri zaman bir adet gözlük için 400 lira devlet yardımı alabiliyorlar. SGK bünyesindeki ( SSK- Emekli Sandığı - Bağkur ) çalışan ya da emekli vatandaşımız gözlük almak istediğinde ise cam ve çerçeve için toplam 43 TL alabiliyor. Bunun da yüzde 20’sini katılım payı olarak iade ediyor. Özetle; vekil temsil ettiği milletin 10 katı cam çerçeve parası alıyor.
Vekil ile asil arasındaki fark neyi mi gösteriyor?
Demokrasinin maliyetini herhalde...
Melih Aşık / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları