ÖNCE BEBEK ŞİMDİ BRÜKSEL FOGG'UN ŞEKERLERİNİN "2B" FORMÜLÜ DE TUTMADI
YİNE SUÇÜSTÜ
AP seçimlerini değerlendirmek için Brüksel’e giden gazetecilerden Şafak, Büyükelçi Bozkır’ın “Heybeliada açılırsa, limanları açmamamız sorun olmaz” sözlerini yazınca, toplumun gözüne perde indirme ittifakının maskesi düştü
Taraf sürmanşetten coşkuyla duyurdu: “Basın tarihinde bir ilk! Erdal Şafak’ın 8 arkadaşıyla birlikte gittiği AB gezisinden aktardığı bir haber diğerleri tarafından yalanlandı!” Habere göre, Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’ın önceki gün yayımlanan “Kıbrıs’a karşı Ruhban Okulu” başlıklı yazısı ’külliyen yalan’dı.
Büyükelçi yalanlamadı
Haberi yalanlayan kimdi peki? “Türkiye’nin Ek Protokol’deki yükümlülüklerini yerine getirmemesi, yani Rumlar’a limanlarını açmaması nedeniyle müzakereler kesilmez. Ancak bir koşulla: Türkiye başka alanlarda adım atarsa, açılım yaparsa. Örneğin, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması kararı alır ve açıklamak için uygun bir zaman kollayabilir ” dediği iddia edilen Büyükelçi Volkan Bozkır mı?
Yalanlayanlar, söz konusu yemekte bulunan diğer gazeteciler Hasan Cemal, Mehmet Ali Birand, Ali Bayramoğlu, Ferai Tınç, Eyüp Can, Mehmet Altan, Abdülhamit Bilici ve Leyla Tavşanoğlu.
Ortak bir metin ile Erdal Şafak’ı kendi kendisini yalanmaya çağırmaları Bebek mi desem, Kumkapı mı; bir çeşit “mahalle baskısı” kokuyordu.
Haberi Taraf dışında manşet yapan olmadı. Gerçekte tam bir medya skandalını ortaya çıkarabilecek bu “tekzibin” kendi gazetelerinde bile adeta saklanmaya çalışılmasından “bu işte bir bityeniği var” kokusu almamaya imkan yoktu.
Demek ki kendi gazetelerini dahi “Şafak’ın uydurduğuna” ikna edememişlerdi.
İmzacılar tanıdık
Sebep sakın “imzacı kadro”nun çoğunun Karen Fogg’un ‘şekerler’ tayfasına mensup olması olmasın. Öyle ya, bir gazete “Kandil’e sadece gazetecilik yapmaya gittim. Karayılan’la yaptığımız görüşme başbaşa değil beş kişinin önünde yapıldı. İki tarafın teyplerine kaydedildi. Her şeyi olduğu gibi dört gün yazdım” diyen bir gazetecisinin tavrını sahiplenmekten neden çekinsin?
Bunun, mesajları elinde patlayınca başvurduğu bir kıvırma yönteminden ibaret olduğunu bildiğinden olabilir mi?
‘İlginç bir tekzip’ haberini mini minnacık gören Milliyet de, Bebek’te büyükelçi görünümlü bir CIA ajanı olan Mark Parris, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Türkiye’de 57. hükümeti devirmek için yaratılan ortamda ve Kuzey Kıbrıs’ta “Yes be annem”cilerin örgütlenmesinde başrol oynayan Karen Fogg olduğu iddia edilen gölgeli isim, eski gerilla Cengiz Çandar, eski TRT Genel Müdürü Cem Duna ve ve sivil darbe sponsoru Soros’un Türkiye temsilcisi Can Paker ile yediği yemekle ilgili tek satır yazmamış olmasından işkillenmiş olabilir mi? PKK’lılarla yaptığı görüşmelerin “Bazı izlenimler, bazı değerlendirmeler ve bazı renkli ayrıntılar dışında”ki kısmını aktardığını sonradan “itiraf eden”, bazı görüşmelerini ise sadece “konuya kişisel katkı sağlamak amacıyla” yapan Hasan Cemal’in gazetecilik adına etik çağrısı yapmasını inandırıcı bulmamış olabilirler mi?
Şimdi biz Fogg’un makbuz karşılığı “Türk görüşü”nü çürütecek yazılar kaleme alan Kör Agop Meyhanesi yazarlarından M.Ali Birand veya Ferai Tınç’ın mı, yoksa sır çıkmayan ev yemekleri konusunda tecrübeli Mehmet Altan’ın mı “medya etiği” anlayışına güvenerek, Şafak’ı ‘yalancı’ ilan edeceğiz?
Kutsal mutabakat
Kaldı ki metinde imzası bulunan Abdülhamit Bilici, açıklamasında, “Şafak’ın bu sözleri yazmış olmasını” eleştirmeyi tercih etti.
Sadece bu bile tekzip metnindeki “Volkan Bozkır’ın Büyükelçilik’te gazetecilere verdiği yemekte bulunan bizler, ’off the record’veya ’on the record’böyle bir açıklama yapılmadığını teyit ederiz.” ifadesini çürütmüyor mu?
Bilici’nin konuşmalarından çıkan anlam, Bozkır’ın Ruhban Okulu’nun açılması konusundaki sözleri “off the record” olması kaydıyla söylemiş olduğu, ancak Şafak’ın bunları köşesine taşıyarak ‘mutabakat’ı bozduğu değil midir?
Öyleyse, bir Büyükelçi yazılmayacak ise gazetecilere ne için mesaj verir? Ankara”ya ulaştırmaları için olabilir mi?
Mevsimi olmamasına rağmen hafta başından itibaren hemen her köşeden fışkıran Brüksel lahanaları yeni bir kutsal ittifak oluşturma yolunda olduklarını hissettirmişlerdi.
AP seçimlerinin ardından “Amanın bizi almayacaklar” diye karalar bağlayanlar için teskin edici reçeteleri “not etmek” üzere Brüksel’e giden gazetecilerden Hasan Cemal günlerdir, “Hiçbirşeyin değişmeyeceğini, Türkiye yol haritasından sapmazsa ilişkilerin eskisi gibi süreceğini” yazıyor ve “ev ödevlerimizi” hatırlatıyordu. Keza Mehmet Altan Türkiye reform iradesi gösterirse 2014 yılında tam üye olur vaadinde bulunuyordu...
Sıçrayıver çekirge
Dün Mehmet Tezkan’ın köşesine de bulaştığını gördüğümüz “AKP’liler de ulusalcı mı oluyor” korkusunu bastırmak için adeta seferberlik başlatmışlardı. Onlar çok uzaklardayken, iktidarın resmi ideolojisini yansıtan yazar Fehmi Koru’nun “Almazlarsa hatırımız kalır, biz AB kılıfı altında sistemi istediğimiz kıvama getirdik, bundan sonra galiptir bu yolda mağlup” yazdığını bilmiyorlardı.
Ve Bozkır söylememiş dahi olsa, ağzından çıktığı iddia edilen sözler zaten Olli Ehn’in yanındaki “adının açıklanmasını istenmeyen bir AB sözcüsü” tarafından da teyid edilmiş ve ilişki düzeyinin Arslan Bulut’un ifadesiyle “domuzdan ne kıl koparırsak kârdır” seviyesine kadar düştüğü anlaşılmıştı.
Nihai sorumuzu sormadan önce dilerseniz geçmişi bir kere daha gözden geçirelim:
Kör Agop’un Meyhanesi’nde buluştular; Karen Fogg’un şeker gibi talimatları ile ‘hükümet darbesine zemin hazırlama operasyonu’na nasıl ortak oldukları ortaya çıktı. Hem gazetecilik, hem de insan onurunu ayaklar altına alan tavırları gözler önüne serildi.
Bebek’te buluştular; Amerikan emperyalizmine hizmet eden ‘darbeciler’le geçirdikleri karanlık gece belgelendi.
Brüksel’de buluştular; bir kere daha milli çıkar sağlayacak bilgileri gizlemeye, toplumun uyutulmasına çalıştılar...
Ve bu kez dışarıdan bir gözlem ile değil, içeriden bir tanıklıkla suçüstü oldular.
Ne yaparlarsa yapsınlar Brüksel lahanası tarlasına musallat olan çekirgeler ne birincisinde, ne ikincisinde, ne üçüncüsünde bir türlü sıçrayamadılar...
++++++
Hepimiz Hakan’ız
kırıklara karşıyız(!)
Abdülkadir Aksu, Deniz Baykal, Cemil Çiçek, Faruk Çelik, Oktay Vural, Kemal Kılıçdaroğlu, Numan Kurtulmuş, Rıfat Hisarcıklıoğlu, Bension Pinto, Aydın Doğan, Vuslat Doğan Sabancı, Ertuğrul Özkök, Oray Eğin, Hıncal Uluç, Tuğçe Tatari, Soner Yalçın, Mirgün Cabas, Ruşen Çakır, Uğur Dündar, Ekrem Dumanlı, İbrahim Yıldız, Ergun Babahan, Mustafa Ünal, Şansal Büyüka, Yazgülü Aldoğan, Fikret Bila, Hakan Albayrak, Mehmet Ali Birand, Taha Akyol, Mehmet Altan, Ali Saydam, Güneri Cıvaoğlu, Yalçın Bayer, Nagehan Alçı, Yalçın Doğan, Levent Gültekin, Nazlı Ilıcak, Mehmet Şevket Eygi, Levent Ertem, Hadi Özışık, Balçiçek Pamir, Tuğba Ezeroğlu, Cengiz Er, Rahşan Gülşan, Muharrem Sarıkaya, Hikmet Çetinkaya, Nuh Gönültaş, Mehveş Evin, Mehmet Güler, Nazmi Çelenk, Ömer Özgüner, Yiğit Karaahmet, Sayım Çınar...
Bu ne listesi tahmin edin desem... ‘Ne alaka’ deyip bir ortak nokta bulmakta zorlanabilirsiniz. “Olsa olsa yeni bir Tuncay Güney listesidir” nazarınızda..
Ama çok daha mühim: Bu“Ahmet Hakan’a geçmiş olsun dileyenler” listesi... İnsan bakınca biraz da ezik hissediyor kendisini “Hiç tanımıyorum ama arasa mıydım acaba?” diye...
Yayımlanma amacı bu mu yoksa? Bu tarikatlaşmadan uzak duranları çaktırmadan ayıplamak mı?
Hakan’dan nasıl ‘kahraman gazi’ yaratıldı Allah aşkına? Otel banyosunda kayıp düştü kolunu kırdı. Kanal 7’deyken olsaydı, acaba listedekilerden kaçının eli telefona uzanır, yardım seferberliğine katılmak için sıraya girerdi? Gerçek içinizi kemirirken bu telefonların “insaniyet namına” olduğuna inanabilir misiniz?
Evet üzücü, evet keşke olmasaydı ama Ahmet Hakan bu isimlerden kaçını ne kadar zamandır tanıyor, kaçı dostu, kaçının çektiği ağrıyı, ‘ya başı çarpsaydı’yı kendisine dert edindiğine inanıyor?
Siyasiler içinde söylenecek çok şey var, örneğin kaçı gelen her şehit haberinden sonra telefona sarılıyor, kaçı kendi parti teşkilatlarındaki insanların mağduriyetleriyle ilgili, kaçı, ne bileyim ‘cinnet kahramanları’mızın kurbanlarının ailelerine taziye bildiriyor, kaçı Erol Manisalı’yı arayabildi örneğin? Hadi ortada puan kazanmak için müthiş bir atak fırsatı var ve değerlendirdiler diyelim. Ya medya ayağı? Hakan basına yönelik bir saldırıya mı uğradı? Nedir bu infial, bu kahroluş, bu örgütlü tepki? Biryerlerde yoksulluktan, kismesizlikten kıvranan bu ilginin yüzde birine razı kimbilir kaç gazeteci unutulmuştur biliyorlar mı?
Bu abartılı tepki kaygılandırıyor beni... Bir süre yazamayacak olan Ahmet Hakan’ın sırf bu isimleri zikretmek için tam sayfa yazmış olması da öyle...Kolu kırıldıktan sonra bir tür medya totemliğine terfi ettirildi sanki. Bütün bu yaygara da yeni bir “kabul” ritüeli... Oldun, bizdensin... Bak seni aradık, kutsadık, saygınlaştırdık, sınıf atlattırdık, mahalle aştırdık...Hakan’ın yazısı da “totem onay konseyi”ne göz kırpış gibi...
Umalım da bütün bunlar bize narkozun oynadığı bir oyundan ibaret olsun ve Hakan ayılınca yazdığı hiçbirşeyin aslında yaşanmadığı açıklasın...
++++++
Üçüncü iddianame
Yandaş olan - olmayan birçok medya organında dün şu haber vardı:
Ergenekon terör örgütü iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında yazımı devam eden 3. iddianamede, Sivas katliamını aydınlatacak şok görüntülerin olduğu iddia edildi....
İddianamelerin mahkemede okunmadan açıklanması yasaya aykırıdır. Ancak bırakın mahkemede okunmayı artık iddianameler hazırlık aşamasında bile basına sızıyor. Kamuoyu belli bir yönde şartlandırılıyor. Başbakan Erdoğan ve kimi bakanlar, Ergenekon soruşturması sorulduğunda tarafsızmış ve hukuka saygılıymış gibi görünüyorlar. Masumiyet karinesinden söz ediyorlar. Bir kez olsun ağızlarından dava sürecindeki hukuksuzluklara ilişkin söz çıkmıyor. Bu tavır davanın sağlıklı bir sürece ulaşmasını önlüyor.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
SoruŞturma
Psikolojik harp anlaşılacak
Kamuoyu onu ‘şaibeli komiser’ olarak tanıyor. ‘Okyanus aşırı uçamaz’ raporuyla yıllarca Amerika’da kalmıştı, bu arada Türk ordusunu karalayan yazılar kaleme almayı sürdürmüş, ne tesadüf ki Türk ordusunu karalama kampanyasının belgeleri de onun bulunduğu Utah’tan Türkiye’ye sızmıştı. Mesela ‘darbe günlükleri’ olarak bilinen belgeler... Mesela Yaşar Büyükanıt’ın kökeni üzerine tezler... Sonunda bu komiser zorla Türkiye’ye getirildi, pasif göreve alındı ve şimdi de dün Hürriyet’te Gülden Aydın’ın haberinden öğrendiğimize göre hakkında Emniyet Genel Müdürlüğü’nce soruşturma açılmış. Bu soruşturmanın sonunda Türkiye’deki Ergenekon tertibinin psikolojik harp ayağında bu komiserin rolü daha net anlaşılacak...
* Oray Eğin / Akşam
++++++
MİNİ YORUM
Dalya değil dalga
Dün Ümraniye davasının 100. duruşması yapıldı. Gazetelerde bolca ‘dalya’ haberi vardı. Ama bence ‘dalga’ demek daha yakışık alırdı. Malum sayfaların, malum yazarları sütun sütun yazmışlar; karanlıklar aydınlandı, gerçekler ortaya çıktı, darbeciler yakalandı... Davanın daha ilk iddianamesine göre yargılanan sanıklarının ilk tur savunmaları bile bitmedi, ama bir kere daha gördük ki, bu davanın hükmü biryerlerde çoktan verildi. Yada gazeteci arkadaşlar bizimle dalga geçiyorlar...