Ölü akrepler zamanı!..
Güneşin tenleri kavurduğu yaz sıcaklarında, akşamın hüznü şemsiyesini açınca, gölge de alaca bir karanlığın insafına sığınırdı!..
Teldolaplarda bir parça kuzu etimiz, kokmasın diye yüksekteki bir fileye asılmış "kazan kebabı"mız ve çarşıdan alınmış buzlarla soğutulan saman karışmış sularımız vardı!..
Analarımız kuyu sularını 'hayat'larımızın (avlu) beton ya da kayalık zeminine dökünce, doğanın damarlarına gizlenmiş güneşin o kızıl buharı adeta gökyüzüne yükselirdi!..
Akşam yemekleri işte o "hayat"lara serilmiş kilimlerin üzerinde yenilirdi...
Tek zenginliğimiz bakır bir leğenin içinde suda bekleyen kıpkırmızı eriklerimizdi... Sayıyla verilirdi erikler bize, kimseye haksızlık olmasın diye!..
Ekmeğin bir Arap atının yelesine gizlendiği Urfa'da; babalarımız "kaçakçı pazarı"nda aş uğruna koştururken yorgun gelirlerdi, o iki göz, betonarme gecekondulara...
Analarımız ise her biri bin dert misali çocuklarının peşinde koşturmaktan helak olurdu!..
Yaşam, Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nde yoksullukla umudun yarattığı çelişki içinde amansız bir kısırdöngüye dönüşür ve biz o mahallenin garip çocukları, terk edilmiş dünyamızda debelenip dururduk!..
Babalarımız pek harçlık veremezdi bizlere... Ekmeğini Suriye sınırındaki mayınlı arazilerden çıkaran insanların cebinde para olmazdı ki!..
Ekmek bir jandarma tüfeğinin namlusuna hapsedilmişti ve bizler "akşam eve dönecek mi" diye düşünürdük cepleri delik babalarımızı!..
***
Kapkara bir ihanet!..
Siz hiç zemini tamamen kayalarla kaplı, elektrik direğindeki tek lambanın aydınlattığı sokaklarda; ayaklarındaki yırtık 'cızlavet'lerle on yerinden yamalı bir topun peşinden koşan "mahzun"lar gördünüz mü?..
Bizler "forfor top" derdik ayaklarımızdan bile pejmürde o yuvarlak meşinlere!..
Çorap görmemiş ayaklarımızda, taşların ve kayaların açtığı derin yaralarla dönerdik gece yarıları garip gecekondularımıza!..
Hiç öyle düşünmeyin; biz futbolu kızgın güneşten kaçabilme uğruna gece yarıları oynardık!..
Ya sonra?.. 8-9 çocuk, üç çaput döşeğe, eskimiş bir kolyenin küçük halkaları gibi dizilmeden önce yapacağımız çok önemli bir işimiz vardı!..
Evet bilirdik ki, kurt puslu havayı severdi ama akrep de serinliği!..
Yaşam ne kadar çelişkiliydi bizim için... Jandarmaya av olmasından korktuğumuz babalarımız uyur uyumaz bizler avcı olurduk!..
O mahallede yaşayanlar; yaz gecelerinde sıcaklardan, yılanlardan ve özellikle de akreplerden korunma uğruna damlarda ya da avlulara kurulmuş tahtlarda (sedir) uykuya dalar dalmaz; biz analarımız, babalarımız ve de kardeşlerimizin canına kasteden o zalimlerin peşine düşerdik!..
Urfa'da ya da topyekûn Güneydoğu'da; cehalet bizleri yobazın, tarikatın, cemaatin karanlığına sürüklerdi, yoksulluk ise kapkara akreplerin ihanetine!..
Çalıların sinsiliği!..
Tandırlıklardan (mutfak) et yüzüne hasret birer paslanmış kebap şişi yürütür, boş bir zeytinyağı tenekesi ve birer el feneriyle sokaklara düşerdik!..
Gruplar halinde Kötüler Mahallesi'nin karanlık sokaklarına dağılırdık... Duvarlarında akrep resimleri olan antik mağaralara ve kaderine terk edilmiş harabelere dalardık!..
Korkuyla ve de sessizce; taş duvarların diplerine, çalıların sinsiliğine sığınan o mahlukatların peşinden koşardık!..
Dünyanın en zehirli akrepleri gericiliğin en yoğun olduğu Güneydoğu'da yaşardı!.. Babalarımızdan bilirdik ki, çöl ortamında yaşayan akrepler, suyu az tükettiklerinden dolayı çok daha zehirliydi!..
Bizler, yani Kötüler Mahallesi'nin çocukları hem aile bireylerimizin can güvenliği hem de harçlık uğruna işte o zalimlerin ardına düşerdik gecenin serinliğinde...
Ay ışığında yiyecek arayan akrepleri görür görmez fenerleri üzerlerine tutar ve onlara şok yaşatırdık!.. Sonra kebap şişlerini gövdelerinin tam ortasına saplar; ve nefretini, karanlığın sinsiliğinde gizleyen o akreplerin ölümle dansını izlerdik!..
Orası Urfa'nın Kötüler Mahallesi'ydi... Siz birkaç saniye düşünebilir misiniz acaba; salt kaçakçılığın kolaylıkla yapılabilmesi uğruna dağlarda oluşturulan o mahallede "kötü" kimdi?..
***
Yoksulluğa panzehir!..
Evet söyler misiniz, kimdi kötü?.. Suriye'den birkaç kilo çay ve kına getirme uğruna canlarını mayınlı arazilere süren babalarımız mı kötüydü?..
"Devletin bekası"nı koruma uğruna kaçakçılara acımadan kurşun yağdıran jandarmalar mı?..
Üç gariban geçmesin diye sınıra o kalleş mayınları yerleştirenler mi?..
Bizi kanalizasyonların açıkta aktığı, çoğunda su ve elektrik bile olmayan betonarme gecekondularda yoksulluğun cehenneminde yaşamaya mahkûm eden ihmalkâr devlet mi?..
Küçük bebelerimizi, serinliğin uykusunda masum rüyalar görürken sokan akrepler mi?..
Yoksa, hem can güvenliği hem de harçlık uğruna zehirli akrepleri kebap şişleriyle avlayan biz çocuklar mı "kötü"ydük?..
Kötüler Mahallesi'nin viranelerindeki akrep avı gecenin çok geç saatlerinde biterdi... Sabahın köründe, ellerimizde zeytinyağı tenekeleriyle Urfa Sağlık Müdürlüğü'nün yolunu tutardık...
Akreplerimiz bir görevli tarafından sayılır, ellerimize birkaç kuruş sıkıştırılırdı...
İşte o akrepler yaz boyunca toplanır Ankara'ya, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü'ne gönderilirdi...
Devlet, yoksulluğumuza ve delik ceplerimize çare olsun diye avladığımız o akreplerden panzehir yapardı!..
Urfa'da yakıcı sıcaklar şu günlerde de devam ediyor... Ve tabii ki akreplerin zalim pususu bitmiyor!..
Velhasıl, "kötü"nün halen peşinde Kötüler'in çocukları!!!