"ÖLMEDEN EVVEL ÖLÜR KİŞİ"
İdama mahkum Sokrates, baldıran zehirini içip ölüme giderken şöyle demişti: “Uyanıp düşünmek gerek yurttaşlarım,
uyanıp düşünmek!”
Atatürk’ün de ifadesiyle yüzyıllardır ölüme mahkum edilen Türkiye ise, bakalım ne zaman uyanıp, düşünecek?
“GÜÇ BENDE” SARHOŞLUĞU!..
Sapla samanın birbirine özellikle karıştırıldığı, bazı ciddi suçlamalara sırf “muhalif” ve “Atatürkçü” oldukları için saygın insanların da bulaştırılmasının sorumlusu kimdir?
AKP iktidarı, kolay kazanılmayan saygınlıklar intikam duygusuyla lekelenirken niçin müdahale etmez? Yüzlerce hukukçunun, onlarca hukuk kuruluşunun “hukuk çiğneniyor” haykırışlarına niçin kulak vermez de, “Onlar da bize yapmıştı” mantığının arkasına sessizce saklanır?..
Bugün gözaltılardan büyük sevinç duyan, sessizce ya da bağırarak destekleyen, demokrasi geliyor sanan, rakiplerim bertaraf ediliyor diye sevinen, meydan bize kalacak diye sevinen insanlar var.
Siyasette ve iktidara yakın medyada “güç bende sarhoşluğu” yaşanıyor!
Oysa bu aslında onları da kapsıyor.
Bakınız önceki gün, 8 yıldır Kanada’da yaşadığı söylenen Tuncay Güney adlı kişinin gitmeden önceki (2001’deki) polis “sohbetinin” kasetleri yayınlandı. Bu sefer “toprak kazısı” değil “arşiv kazısı” ekranları doldurdu. 8 yıl önceki bu kaset basına ve davalı avukatlarına dağıtıldı.Tuncay Güney polis odasındaki kameralı sohbetinde; “Dün de söylediğim gibi” diyor, “Benim evimdeki filanca dosyayı almış mıydınız, yoksa gazeteci Oğuztan’da da (o da tutuklu) var. ondan alabilirsiniz” diyor!..
Ekranlarda gün boyu yayınlanan kasetlerde Tuncay Güney, Fethullah Gülen’i, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, Zaman Gazetesi yönetici ve yazarlarını ( “Zaman Gazetesi’ni ben yönlendiriyordum” diyor), bütün eski kuvvet komutanlarını, birçok genelkurmay başkanını ve 28 Şubat’ın komutanlarını suçluyor. Aydın Doğan ve onun medya kuruluşları ile tepe yöneticilerine ağır tehditlerde bulunuyor.
Güney’in tavrını, daha önce gözaltına alınıp serbest bırakılan gazeteci Mustafa Balbay’ın benzetmesi çok iyi açıklıyor:
“Ucu açıkta bırakılan bir elektrik teli savrulup duruyor. Kimi çarpacağı belli değil!..”
MİT’Çİ GENEL BAŞKAN OLUR MU?..
Dünkü gazeteler bu (eksik) kasetteki sözleri manşetlerine taşıdılar. Pek çok yönüyle tartışılabilecek boyutlar var. Aynı gece, iktidarın elindeki TRT-2 televizyonuna da Kanada’dan bağlanan Güney, CHP Genel Başkanı Baykal’ı da “MİT’in sol partiyi ele geçirmiş elemanı” olarak suçladı.
Deşifre olmasaymış, eski MİT’çi Mahir Kaynak sol bir partiye genel başkan olurmuş. Bunu duyanlar “Aaa” diyor. Oysa, Mahir Kaynak, bunu 1999 yılında -tam 10 yıl önce- Ceviz Kabuğu programında kendisi de açıklamıştı.
O tarihte Show TV’de yayınlanan programımın ilgili bölümleri “Kod Adı: 68” adlı kitabımda var. Özellikle 345. sayfasına bakılabilir. Bu kitabı bugün de hararetle öğütlüyorum. Bugünkü tüm gelişmelerin aynısı orada belgeleriyle yer alıyor.
Bu bilgiyi veriyorum ama sakın Baykal hakkında söylenenler doğrudur diye bir sonuç çıkmasın. Ayrıca öyle olsa ne olur? Bunu tartışmak gerekir. ABD ve Rusya’da devlet başkanları hep kendi istihbarat kuruluşlarının başkanları değil mi?.. Ama yine de bu konuyu, Türkiye örneğinde ekranda tartışmak gerekir.
Söz genel başkanlardan açılmışken, zamanın DYP Genel Başkanı ve Başbakanı Tansu Çiller’le ilgili bir nota değinelim.
Tuncay Güney, kasetteki açıklamalarında, “Samanyolu Televizyonu’nda ’Doruktakiler’adıyla program yaptığını” söylüyor. Pek çok ünlü politikacı bu programa çıkmış. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller de!..
Düşünebiliyor musunuz? Tansu Çiller böyle bir kişinin programına katılmış. Oysa, Türkiye’nin en ciddi ve sorumlu programlarından biri olan bizim Ceviz Kabuğu’na -defalarca çağırmamıza rağmen- bir kere bile gelmemişti!..
Böyle insanlar ülke yönetti. Bizlerin kaderi hakkında kararlara imza attı. Milyonlarca insan da bunlara oy verdi, bizi en iyi sen yönetirsin, diye.
Biz bu yöneticilere müstahak mıyız?..
İKTİDARI GÖTÜRÜR MÜ?
Susurluk olayı bir iktidarı götürmüştü, Ergenekon denen olay da bu iktidarı götürebilir.
Öyle darbeyle falan değil. Küresel ve yerli güç dengelerinin değiştiğini, yandaş medya da dile getiriyor ama hedefin tamamını göremiyor herhalde.
Bu arada, -eleştirsek de- Türkiye’nin “en etkin” gazetesi Hürriyet’tir. Onun Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de, artık korktuğunu açıklıyor. “İnsanların terörize edildiğini, muhaliflerin susturulduğunu, bunları bile içinden geldiğince yazamadığını, çünkü korktuğunu” söylüyor:
“Çünkü, kendine hâlâ ’demokrat” hâlâ ’liberal’demeye utanmayan faşist bir linç mangası karşımda hazır bekliyor.... Parmaklarını bizlere uzatmış bağırıyor: ’Ne duruyorsunuz, onları da içeri alın.’Bir avuç güya liberal gazeteci, güya aydın, iktidarı ele geçirmiş, entelektüel bir faşist rejimi payidar kılmış. Hava neredeyse 12 Eylül’ün sivil versiyonu...
Günaydın Ertuğrul bey!.. Bu sözlerinde samimi misin, yoksa durum mu bunu gerektiriyor?..
Bizler (Yeniçağ Gazetesi’nin bir çok yazarı ve manşeti) bunu yıllar öncesinden söylememiş miydik?.. AB faşizmi ve onun desteklediği siyaseti anlatmamış mıydık?..
Tekrar günaydın, eğer uyanmak istiyorsan.
Oyun, onun bunun üzerinde değil, tüm Türkiye üzerinde oynanıyor. “İhtilal önce kendi çocuklarını yer” sözü işte asıl burada geçerli.
Bu, göründüğü kadarıyla, tüm Türkiye’yi silip süpürme operasyonu!..
Tıpkı, 12 Eylül öncesi gibi.
12 Eylül öncesi kanlı bir hesaplaşma vardı, bugün kansız bir 12 Eylül var.
O tarihte düdük çaldığı zaman herkes toplanmıştı. Yıllar önce, bir deyişi(vecizeyi) hatırlatmıştım. Şimdi Türkiye aynen o durumda:
“Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya konur!..” (19.10.2004)
* * *
Yine Yahya Kemal’in dizeleriyle bitirmek istiyorum:
“Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!
Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.”
Ülkeler de öyle..