Okumayan yazar ve Pamukoğlu'nun milliyetçiliği
“Ben kitabını okuyamadım ama...” diye itirafta bulunuyor önce, sonra yalancı tanıklara yaslanıyor: “Onunla aynı zamanda bölgede hizmet eden komutanlar anlattıklarını fazla abartılı ve hep ’ben’le dolu olduğunu söylüyorlar.” Hangi kitap hazret? Osman Pamukoğlu Paşa’nın bir anı, iki deneme, iki araştırma-inceleme, bir roman, bir de gülmece öykü kitabı var. Siz bunlardan yalnızca birinden, anı olanından söz ediyorsunuz, onu da okumamışsınız. Osman Paşa’nın olağanüstü başarılarını çekemeyen üç-beş emekli paşanın dolduruşuyla kaleme sarılmış, veryansın etmişsiniz. Ayıp hazret ayıp! Hem yazdıklarınız, hem de okumadan ahkâm kesmeniz. Rıdvan Akar bile kitaplarını okuduktan sonra çıkmıştı 32. Gün programında paşanın karşısına. Güç durumda bırakmak için maksatlı sorular sormuş, haddi bildirilmişti anladığı dille ve tonla. Siz onun kadar bile olamadınız ve beynini bulandırdınız bazı milliyetçilerin. Onlar da okuma özürlü oldukları için, bana sormaktalar: “Pamukoğlu milliyetçi mi?” diye. “Sapına kadar! Sapı da teey Hakkâri dağlarına, Musul’a kadar uzar. Sapı silik salı ve saçılım siyasetçilerinden değildir o” yanıtını alıyorlar benden. Yanıt tamam. Alın bu da kanıt işte: Osman Paşa’nın milliyetçiliğe dair görüşlerinin bir özetini “Ey Vatan” adlı kitabından aktarıyorum. Dahasını merak edenler, okurlar bu kitabı.
“Milliyetler, asırlardan akıp gelen sellerdir
Önlerine ne çıkarsa sürer, yıkar, devirir.
Selçuklular ve Osmanlılarda bir zaman kendini bilen, sonra bir zaman kendini inkâr eden, medreselerin kapısından Türk sözünü, Türk tarihini, Türkçeyi sokmayan, ama gün gelip, gene kendini arayan, bulmak isteyen bir Türk ulusu vardı.
(...) Onun için bizde, imparatorluktan devraldığımız bir millet tarifi yoktur. (...) 1908 hareketinin öncü ve önderleri: ’Ey Türk uyan!/Aç bağrını biz geldik/Yaşasın millet, yaşasın vatan’diyerek, millet ve vatan uğruna saç sakal ağartarak yarı kül, yarı kor halindeki ateşi dev alevler haline getirmişlerdir.
1923’ten itibaren milletin şahsiyeti ve bağımsızlığı sağlandıktan sonra da gururlu, mağrur, başı dik Cumhuriyet nesli: ’Başka bir aşk istemez/Aşkınla çarpar kalbimiz/Ey vatan göz yaşların dinsin, yetiştik çünkü biz’diyerek, insanı yoksul, gençlerini savaşlarda yok etmiş, sermayesiz, eğitimsiz bir toplum ve hazinesi tam takır, toprakları baştan aşağı çorak bir devletle; ‘dürüst insanların öfkesi ağır’ olur ve ’Onurlu insanları hiçbir şey döndüremez’sözlerini kanıtlarcasına ileri atılmışlardır.
(...) Milliyetçilik ancak teşekkül etmiş bir millet yapısında gelişir. Yani milliyetçilik aslında, belirli ve şekillenmiş bir milli kültür işidir. Aşiretlerden teşekkül eden bir halk için, ne çağdaş anlamda ulustan, ne de ulusçuluktan bahsedilebilir. (...) Milliyetçilik bir milli fikirler toplamı ve manzumesidir. Milliyetçi olabilmek için, evvela ortada bir milletin olması, sonra da milliyetçinin, bu milletin tarihini, yapısını bilmesi, davalarını kavraması, yönleri, hedefleri benimsemesi ve bunlara göre kendi dünya görüşüne, ulusalcı bir yön tayin edebilmesi lazımdır. Onun içindir ki ulusalcılık, aydın insan işidir. Yoksa kişinin milletini sevmesi; milletine güven duyması, onun varlığını kanıyla canıyla savunması, bir milli bağlılıktır, ama asıl ulusalcılık dediğimiz fikirler sistemi, yahut toplum görüşü demek değildir.”