ÖĞRENCİLER İÇİN "İŞGAL VE DİRENİŞ"
Sevgili okuyucular, Kurban Bayramınız kutlu olsun. Konuya geçmeden önce, hâlâ kurban konusunda bağış yapmak isteyip de kararsız iseniz, Mehmetçik Vakfı’nı öneriyorum. (Şahsen ben kesimli olarak oraya bağışta bulundum.)
Bayram öncesi tartışmalarından biri, bir kısım aydının(!) sözde Ermeni soykırımı için özür bildirisi yayınlama girişimi idi.
Tarihini bilmeyenlerden sorumlu ve bilinçli bir davranış beklenemez.
Onlara tarihten bir örnek vermek istiyorum.
“TÜRK BAYRAĞINI İNDİRİRSENİZ DANS EDERİM!”
Bildiğiniz gibi “İşgal ve Direniş (1919 ve Bugün)” adlı 100 bin satış rekorunu kıran kitabımızda bunlara çok örnek vermiştik. Şimdi bu kitabın “öğrenciler ve gençler” için bir ders kitabı olarak kullanılabilecek türü çıktı. Adı: “İşgal ve Direniş(Belgelerle 1919)”.
Ermeniler’den özür dileme girişiminde bulunanlar özellikle şu tarihi gerçeği okusunlar.
Maraş’ta İngilizler’den “İşgali devralan” Fransızlar, aynı gün Müslüman hanımları taciz etmeye başladı. Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan Müslüman hanımların çarşaf ve peçelerini açarak, kutsal değerlerine dil uzatmaya başladılar. Kadınların bağırışları üzerine gençler (Tüfekçi Bayazıt Usta’nın oğlu Sait, üniversite öğrencileri Taha ve Osman) yardıma koştu. Bunlar Ermeni askerlerle uğraşırken, koşarak Sütçü İmam geldi. Sütçü İmam, gelir gelmez elindeki tabancayı karşısındaki Ermeni Lejyonerinin (askerinin) kafasına doğrulttu ve ateşledi. Fransız ordusundaki Ermeni asker yere yıkıldı. Bu arada, Uzunoluk’ta devriye gezen İngiliz atlı askerleri, Fransız askerlerini olay yerinden uzaklaştırdı.
Bir ay sonra, 30 Kasım 1919 Cuma günü, Maraş Kalesi’nden Türk bayrağı indirilip yerine Fransız bayrağı çekildi. Belgelere göre, Maraş Kalesi’nden “Türk bayrağının indirilmesi bir Ermeni kızının dans etme koşulu” olarak yerine getirildi!..
Osmaniye Valisi (guvernörü) Andre, Ermeniler’in ileri gelen zenginlerinden eski Meclis-i Mebusan üyelerinden Katolik Hırlakyan Agob’un evine misafir edildi. Daha önceden düzenlenen baloda Vali Andre, Hırlakyan’ın iki kız torunundan biri olan, Hosvep’in güzel kızı Helena’ya dans teklifinde bulundu.
Ermeni kızın verdiği yanıt, ulusal mücadeleyi hor gören ve uzak duran bugünkü bazı insanlara tokat gibiydi:
“Türk bayrağının dalgalandığı yerde dans etmemeye yeminliyim!”
O sırada, İstanbul’da işgalcilerle işbirliği içindeki birkaç satılmış sözde Türk kadını, ulusal bilinçten yoksun biçimde, işgal subayları ile hiçbir şeye aldırmadan dans ediyor, eğleniyordu!!..
Bunun üzerine Fransız subay, yarından itibaren resmi dairelerden ve kaleden Türk bayrağının indirilmesi emrini verdi!.. Merakları gidermek için tarihi sonucu söyleyelim. Bu emir üzerine Ermeni kızı Helena, Fransız subay-vali ile dansa kalktı!.
Maraş halkı da ertesi sabah ayağa kalktı, ayaklandı ve kaleye yürüyerek Türk bayrağını yeniden kalenin burcuna dikti!..
Fransız ve Ermeni askerlerinin zulmü devam ederken, örgütlenmeyi tamamlayan Maraş halkı bir buçuk ay sonra (20 Ocak 1920’de) savunma savaşını başlatacaktı. (Bu savaş 22 gün sürdü ve Fransızlar 11 Şubat’ta Maraş’tan çekilmeye mecbur kaldılar. Maraş savunmasında 4.000 Türk şehit olurken, Fransız ve Ermeniler 16.000 kayıp verdi.) (İşgal ve Direniş, Belgelerle 1919, s.90)
“KOCA SALTANATI BİR
MANDAYA DEĞİŞECEĞİZ!..”
Yabancıların ağzına aval aval bakıp, kendilerini beğendirmeye çalışıp, özür dileme peşinde koşanlara bir başka örnek de Namık Kemal’den.
Yıllar önce “manda” (yabancı himayesi, sömürge olmak) tartışılırken, ünlü şairimiz Yahya Kemal şöyle yazıyordu:
“Türk milletinin 6 milyon çocuğunu bu yanlış kavram uğrunda kurban verdikten sonra öz vatanın İzmir’i için ağlıyoruz.
Dürzi Şeyhi’nin tagallübünden (=zorbalığından), Arnavut elifbasından (=alfabesinden), sakal vergisinden, Şeyh İdris’in sihirbazlığından bahsederek bizi 40 yıldır ’vatan, vatan’ diye dağdan dağa, çölden çöle koşturanlar nerede?
Dün trende zarif bir arkadaşla konuşuyorduk. Arkadaşım güneş batarken kararan İstanbul’a bakıyordu. Ne düşündüğünü sordum.
Dedi ki:
Bu şehre girmek için Fatih’in her topuna 90 manda koşmuştuk.
Şimdi koca saltanatı bir mandaya değişeceğiz.” (Aynı eser, s.194)