Öğrenci evleri tartışması ve Bel altından vurmak buna denir...
Netâmeli bir konu hakkında yazdığımı biliyorum, bunu bilerek yazıyorum. Meselenin üniversite öğrencisi kız ve erkeklerin aynı evde kalmasının ahlâkî sakıncalarından duyulan ahlâkî bir acının muharrik kıldığı bir vicdan olduğuna inansaydım, buna inanabilmek için zerre-i miskâl bir emârenin bırakınız kendisini, izini bile görseydim hiç tereddütsüz Başbakan’ın takdirkârı olur ve dahi takdirlerimi de yazardım. Fakat böyle bir ahlâkî acıya inanmıyorum, dine dâir her ne var ise politik istismar silindirleriyle üzerinden geçen bir siyâsî geleneğin böyle bir ahlâkî endişesine ve acısına inanmıyorum.
Aslında güncel tartışma ne kadar yüzeysel ise tartışmaya konu olan mesele bu denli yüzeysel bir mesele değil. Bir siyâsî iktidârın seçim öncesi gündem belirlemesi ya da gücün ve kudretin mahkûmuna dönüşmüş bir otoritenin kendisini tatmin aracı da değil.
Mesele dine dâir bir algı problemi, uzun yıllar beslenilen ve kâhir ekseriyeti şifâi kaynaklar
problemi...
İşte bu sebeple Başbakan’ın ‘kızlı-erkekli’ öğrenci evleri üzerinden başlatıp bizzat yönlendirdiği ‘meşrû hayat- gayrimeşrû hayat’ ve ‘ahlâksızlık’ tartışmasının, üzerinde tefekkür edilmiş bir ahlâkî acının neticesi olduğuna inanamıyorum.
Bir süre evvel “Kocama ikinci eş olarak arkadaşımı önerdim...” diye manşetlerde kendisine yer bulan ‘yaşam koçu’ Sibel Üresin’in iş hayatını yönettiği ofisinin ‘Başakşehir’de olması ne kadar ‘mânidar’sa, Fatih, Ümraniye, Bahçelievler, Eyüp gibi AKP’nin oy deposu birçok belediye ve kurumlar için aile içi iletişim seminerleri vermesi de aynı şekilde ‘mânidar’dı.
Sibel Üresin isimli ‘yaşam koçu’nun, “Erkek, bir başkasıyla imam nikâhı yapacağı zaman karısından izin almak zorunda değil. 4’üncü kadına kadar imam nikâhıyla evlenebilir. Ancak 2., 3. ve 4. eşler suistimal ediliyor. ‘Boş ol’dendiği zaman kadın ortada kalıyor. Bu nedenle çokeşlilik yasalaşmalı. Yasanın çıkması demek, erkeğin malvarlığına ortak gelmesi demek. Çokeşlilik dinimizde var. Herkes yapamaz ama yapana ‘Niye yaptın?’ diyemezsiniz, şirke girer. Kur’an’da var” sözleriyle televizyon ekranlarına düşen İslâmî birikimi(!) karşısında AKP iktidârı ve başındaki Başbakan’ın ve tabii Diyânet İşleri’nin karanlık bir sessizliğe gömülmesi de ayrı bir trajediydi, mütedeyyin iktidar(!) ve Diyânet İşleri adına.
Başbakan ve AKP hükümeti, yıllardır üzerinde biriken ‘imam nikahlı ikinci ve hatta üçüncü eşli bakanlar ve milletvekilleri’ imâsından ve suçlamasından kendisini kurtarmadan, öğrenci evlerindeki ‘kızlı-erkekli’ ikâmetin içinden toplumsal bir ahlâkî çürümüşlük çıkarmak ve bunun üzerine yasal düzenlemeler düşünmek lüksünden mahrumdur.
Tam da bu sebeple Başbakan ve hükümeti meselenin ahlâkî müdâfiliğinde inandırıcı olamaz.
Muhtemel bir ‘yasal düzenleme’den bahseden Başbakan, ‘kızlı erkekli’ ikâmet edildiği söylenen ve ahlâka aykırı bulunan bu öğrenci evlerinin, bir şikâyet hâlinde kapısını çalan görevlilere içeriden gelecek olan ‘biz imam nikahlıyız, bize karışamazsınız’ sözleri karşısında ne cevap verileceğini de düşünmüş olmalıdır. Çünkü bahse konu imam nikahının üniversite gençliği içerisinde nasıl ve ne kadar çok mağduriyete sebebiyet verdiğini iyi bilmesi lâzım gelir bir İslâmî ve siyâsî geleneğin içinden süzülüp gelmiştir mevcut kadroları.
Kaldı ki asıl ahlâkî mesele bahse konu öğrenci evleri midir yoksa bahse konu ve nerede olursa olsun gayrimeşrû münâsebet midir?
Eğer asıl ahlâkî mesele, nerede icrâ edildiğinden bağımsız olarak gayrimeşrû münâsebet ise yine mevcut hükümet Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde zinâyı suç olmaktan çıkaran yasanın da hesabını vermelidir. Zinânın suç olmaktan çıkarıldığı bir zeminde meselenin ahlâki olup olmadığını konuşmak da malûm muhatapları için abes olsa gerekir.
Konu aslında gerek ahlâkî boyutuyla gerekse İçişleri Bakanı’nın “bu evler terör yuvası hâline getiriliyor” açıklamasıyla tamâmen kapalı oturumlarda görüşülecek ve gerekli tedbirleri alınacak bir konuyken, öğrenci evlerinin ‘fuhuş yuvası’ imâsıyla topluma ihbar edilmesi de ayrı bir sorumsuzluk ve gârâbet örneği olarak siyâsî hayatımızdaki yerini almıştır.
***
Ülkemizde en fazla okunan İlmihâl kitabının toplam 460 sâhifesinden 400 sahifesinin namaz, oruç, zekât hacc ve kurbana ayrılmış olması, aynı ilmihâl kitabında ahlâk bahsinin ise yalnızca 30 sâhife yer alabilmesi meselenin dinî ve ahlâkî tarafını izah etmeğe yetiyor da artıyor.
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamberin ümmetinin öncelikler sıralamasının ciddi bir biçimde gözden geçirilmesi gerektiği aşikârdır.
Öncelikli olarak, Diyânet İşleri Başkanlığı işe, ‘resmî nikahın eşlik etmediği imam nikahlarının dinen de anlamsız ve geçersiz olacağı’ açıklamasıyla başlarsa Başbakan’a ve hükümetine de yardımcı olacaktır.
İlk düğmeyi doğru iliklemek evvel emirde Diyânete ve dindarlara düşen bir vazife değil midir zaten?