Öcalan’ın posterini yırtan PKK’lı
Batı bölgemizden kalkıp Güneydoğu’da tebliğ çalışmalarında bulunan Nakşi grubu dinleyen bir Kürt gencinin “Abi, biz de biliyoruz bunların dinsiz imansız olduğunu” diyerek duvarındaki Öcalan resmini indirip yırtığını sizlerle paylaşmıştık ya.
Birileri anında Rahmetli Atatürk’ün, “Efendiler ve ey Millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” Sözünü hatırlatan mektuplar göndermeye başladı.
Bazılarının da Güneydoğu’da henüz yaşanmış olan bu hadisenin bizim bir senaryomuz olduğuna dair imaları oldu. Hadiseyi, bizzat yaşayanlar evimizde anlattı. Şahidimiz de yazarımız Yavuz Selim Demirağ’dır. Ben bu tür imaların PKK cenahından geldiğini hissetmiyor değilim. Kendilerini açığa vermemek için suret-i Hakk’tan görünüyor gibiler.
Neyse..
Atatürk’ün “Şeyhler” bahsindeki bu sözlerini ve bu sözler istikametindeki uygulamalarını bilmiyor olmamız mümkün mü? Mesele hemen her konuda olduğu gibi bu bahiste de, Atatürk’ü, görmezin fili tarifi gibi tarif etmek ve anlamaktan kaynaklanıyor.
Tarihi ve dinî hiçbir şahsiyet hatta sıradan bir şahıs bile tek bir sözü, tek bir fiili ile tam ve doğru olarak anlaşılmaz, anlaşılamaz. Ortama göre söylenen sözler vardır, şahsa göre söylenen sözler vardır, hedefe göre söylenen sözler vardır. Şimdi siz Peygamberimizin, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözünü esas alarak, komşusu açken tok yatmayı içine sindirebilen bir kişinin Müslüman olmadığını, namazının kılınmayacağını söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz, çünkü kast edilen o değildir.
Atatürk’ün şeyhler ve dervişlerle ilgili bu nutkunu hatırlatan dostların, Türkiye 1919 şartlarını yaşıyor bölünmenin arifesindeyiz dediğimizde en ufak bir itirazları olmuyor. O zaman başı açığın başörtülüye, “Sen başörtülüsün!”; başörtülünün başı açığa, “Sen başı açıksın!” lafı sokuşturarak “Birlikte olamayız!” demeleri ve “Sen ehli tariksin ben laik’im yan yana gelemeyiz!” restleşmeleri mi Atatürkçülük, yoksa, Milli Mücadele süresince “Türk milletinin İslâm’a yapacağı daha çok katkılar var” deyip Afrika’dan Anadolu’ya gelerek Kurtuluş Savaşı’nda Türk milletini destekleyen Şeyh Sunisi’yi yanından ayırmayan Mustafa Kemal’i örnek almak mı Atatürkçülük olur?
O Şey Sunisi ki yaptığı etki ile işgalcilerin kâbusu haline gelmiş, İngilizlerin, “Bırak Kuvayı Milliyeyi desteklemeyi, Sudan’ı ailenize verelim” teklifini elinin tersiyle itmiş biridir. Sonra Atatürk’ün hizmetlerinden istifade ettiği Özbek Dergâhı’nın Şeyhi Atâullah Efendi’yi ne çabuk unutuveriyoruz?
Ayrıca ortalıkta Hz. Mevlana hayranlığından, Hünkâr Hacı Bektaşı Veli övgüsünden geçilmiyor. Erbabı bilir ki Şeyh Sunisi, Hz. Mevlana, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli yan yana gelseler en ufak bir ayrılık ve aykırılıkları olmaz, olamaz. Bilmeyenler, bunları farklı deryalar zannediyor.
Atatürk elbette haklı: Devleti şeyhler ve müritler yönetmez, yönetemez. Onbaşı şeyh olabilir, er şeyh olabilir. Siz şimdi o şeyhin general müridi olduğunu hafızanızda canlandırın ve böyle bir orduyu savaşa hazırlayın veya memurun şeyh, genel müdürün mürit olduğu bir devleti sağlıklı yönetin de görelim.
Zaten Hz. Mevlana’nın, Hünkâr Hacı Bektaş’ı Veli’nin, Abdülkadir Geylani’nin de böyle bir talebi olmaz, olmamıştır. Bu yönde talebi olanların, yani gözü devlet kapısına dikilmişlerin, resmî kurumları ele geçirmeye yönelmiş tarikat ve cemaatlerin Türkiye’si, PKK’nın işine geldiği bir Türkiye olur. Tıpkı vatan ve milletini seven, fitneyi ve kardeş kavgasını önlemek için çırpınan ve her biri diğerini kardeş bilen ve sayısı gerçekten çok az olan İslâmi kümelenmelerin “dinci”likle yaftalanıp “devlet düşmanı” olarak görülmesi, değerlendirilmesinin de PKK’nın işine geldiği gibi..