Öcalan’a sordunuz mu!
Gazetelere bakan, şöyle üç beş dakika haber kanallarını dolaşan Cumhurbaşkanı adayları ilan edildi ve hatta ülke Cumhurbaşkanı’nı seçti zanneder.
Hepsi bitti Başbakan’ın, yetmedi AKP Genel Başkanı’nın kim olacağına kafa yoruyoruz:
Bülent Arınç mı, Beşir Atalay mı, Ali Babacan mı, Abdullah Gül mü, Ahmet Davutoğlu mu?..
Madem tek derdimiz bu, bari doğru mecrada tartışalım tabloyu.
O da yok!
“Kulis”ten bildirenlerin büyük bölümü,“aday adaylarının” Erdoğan’a yakınlığına veya “3 dönem”e takılıp takılmadığına bakarak üretiyor senaryolarını. Ya İmralı?
Kiminle uyumlu çalışır, kiminle çalışırsa daha huzurlu olur; sordunuz mu!
Çoğumuz,“tasdikçi”nin kim olacağına dönük olarak en hararetli pazarlığın -ne hazin ki- İmralı’da yapıldığı konusunda hemfikir olduğumuza göre;
Öcalan’ın “tasdike” sunulacak icraatların başını bekleyecek, “yürütme”den sorumlu olacak zatın seçimine müdahil olmayacağını mı düşünüyorsunuz?
Sorum basit:
Erdoğan “oğlu gibi” sevse mesela, parti tüzüğüne de takılmayan bir “veliaht” çıksa; fakat İmralı’daki caninin yaklaşımı “istemezük” olsa... O kişi -bu koşullarda, sandıktan çıkmayacak sonuçta- Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Başbakanı olabilir mi?
(Böyle yazıyorum diye bana değil, “devlet”i bu acze düşürenlere kızın!)
***
Hadi adayları bir de; bana göre seçimin en gerçekçi parametresi olan, Kandil-İmralı hattı nezdindeki “itibarları” açısından değerlendirelim:
***
Biz böyle yetiştirildik, su küçüğün söz büyüğün;
Bülent Arınç’tan başlayalım.
TBMM Başkanı olduğu dönemde, Öcalan’ın, mektup arkadaşlığına merak saldığı isimler arasındaydı Arınç.
Sonra 16 Aralık 2012 tarihli o gözyaşları; illa ki olmuştur İmralı’da bir karşılığı:
“Üç arkadaştan bahsedeyim. Birisinin adı Durmuş, birisinin adı Yakup, birisinin adı Abdullah. Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde arkadaşlık yapıyorlar. (...) Üçü de namaz kılıyor, üçü de inançlı insanlar. Çok iyi arkadaşlıkları var (...) Aradan seneler geçiyor, bunlardan birisi Durmuş Yılmaz olarak Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı oluyor. İkincisi Yakup İnce, Medine-i Münevvere’de mühendis olarak çalışıyor. Üçüncüsü de Abdullah Öcalan... (...) Abdullah Öcalan belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş (...) ama bir çocukluğu bir gençliği var...”
***
Gelelim Ali Babacan’a;
2003 yılında, 8.5 milyar dolarlık Amerikan kredisi karşılığında Türk askerinin Irak’a geçmeyeceği (PKK kamplarının yerle bir edilmeyeceği) taahhüdüyle imzalanan Dubai anlaşması yeter!
***
Ve Beşir Atalay;
“Açılım”ın koordinatörü olması onu“en şanslı aday” yapıyor gibi görünse de Abdullah Gül de en az onun kadar iddialı bu alanda:
Nihayetinde daha “ilk geçici Başbakanlığı”ndan, Dışişleri Bakanlığı’ndan itibaren, İmralı paralelinde siyaset yürütenlere nasıl kol-kanat gerdiği sır değil. Öcalan’ın bedenen yakınlaşma arzusunu dile getirdiği şu günlerde, Gül’ün, cezaevinden çıkan Leyla Zana ve arkadaşlarına nasıl kucak açtığı unutulabilir mi!
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek’i “üçlü çalışma grubu”nda buluşturup “dağdan indirme” çalışmalarını başlatan da Gül’dü! “Topluma Kazandırma Yasası”yla, “af”fı gündeme getiren de... “Güzel şeyler”i müjdeleyen de Gül’dü, “Norşin”in isim babalığını yapan da. “Ne mutlu Türk’üm diyene”yi ilkel bulan da Gül’dü, Cumhurbaşkanı sıfatıyla “Kürdistan’ı tanıdı” diye yorumlanan konuşmalara imza atan da...
Bir de Cengiz Çandar’ın tarihe düştüğü ve hiç yabana atılmaması gereken o not var tabii:
“Kürt sorununu iki Abdullah çözecek!”
Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, köşesine çekilmiş, sessiz-sakin bir görüntü verse de “İmralı”ya mesaj niteliğindeki bütün “cesur çıkışları” Gül yapmış aslında!
Eh aranan da “cesur lider”di değil mi!
***
Ve stratejik çukurdan çıkamadığı halde, şapkadan çıkmayı nasıl başardığına hayret edilesi Ahmet Davutoğlu...
“Barzani kontrolündeki Erbil’e Bakan düzeyindeki ilk resmi ziyareti gerçekleştiren” heyettekilerden biri. Berham Salih’le “Özal’ın 1991’de ektiği tohumları” biçmişlerdi. Daha 10 Şubat 2007’de “Irak’ın kuzeyinde oluşabilecek bir yapıyı tanıma” sözü verdi.
“Türkiye küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kuracak, katkıda bulunacak ve bu da soğuk savaş sonrasının yeni dünya düzeni olacaktır” diye, “Kürdistan”ı nasıl da akademik bir dille süslemişti; es geçilebilir mi!
Davutoğlu’nu -bence- diğer adayları sollayıp, Gül ile kafa kafaya yarışır hale getiren özelliği “Kürt meselesini nasıl çözeceksiniz” sorusuna verdiği cevapta gizli:
“Ulusçulukla hesaplaşma vakti geldi!”
***
İmralı yeni “müzakere ortağı”nı seçmekte hayli zorlanacak gibi!