Obama'nın "Kürt kartı"
ABD’nin yeni başkanı “Kürt sorunu” için bazı girişimlerde bulunmuş. Bu maksatla bölgeye gönderdiği adamlar Türkiye’ye gelerek bazı Kürt kanaat önderleriyle görüşmüşler. Anlaşılan Nisan ayının başlarında Türkiye’yi ziyaret edecek olan Başkan, elinde iyi çalışılmış bir Kürt dosyasıyla gelecek. Kuşkusuz Başkan Obama’nın ABD seçmenine verdiği Irak’tan çekilme sözünü tutabilmesi büyük ölçüde Kürt sorununda Türkiye’nin ikna edilmesine bağlıdır.
ABD açısından şu sıralarda en acil konu Bush döneminde işgal edilerek fiilen üç bölgeye ayrılmış olan Irak’ın mevcut statüsünü korumaktır. Zira İsrail’in güvenliği, Irak’ta birbiriyle çelişen üç bölge ve zayıf merkezi bir hükümetin varlığına bağlıdır. Irak’ta kurulmuş olan Kürt Yönetimi’nin varlığını sürdürebilmesinin tek yolu da Türkiye’nin desteğiyle yakından ilişkilidir. ABD’nin yeni başkanı da bunu sağlamaya çalışacaktır. Başkan Obama’nın bu bağlamda elinde tuttuğu en güçlü kart, PKK’nın tasfiyesidir. PKK’nın tasfiyesini, ABD’nin Türkiye’nin Kuzey Irak’taki yönetimle ilişkisine endekslendiği kesindir.
Türk kavramının kazınması!
PKK’nın tasfiyesinin, “genel af” da dahil olmak üzere PKK’nın siyasallaştırılmasını sağlayacak birtakım düzenlemeyi içerdiğine kuşku yoktur. Nitekim Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de İran’a giderken uçakta “Kürt meselesinde iyi şeyler olacaktır” türünden bir açıklama yapmıştı. Ahmet Altan’a göre bu “iyi şeylerden” biri dağlara taşlara yazılan “Ne mutlu Türk’üm diyene” lafının azaltılması olacakmış. “Kürt meselesindeki iyi şeyler”i dağdan taştan Türk kavramının kazınması olarak görmek eksik bir değerlendirmedir. Diğer yandan Cengiz Çandar’ın “Çankaya’daki Abdullah-İmralı’daki Abdullah” başlığı altında kaleme aldığı yazı şöyle bitiyordu: “Çankaya’daki Abdullah ile İmralı’daki Abdullah’ın iradelerinin bu konudaki kesişme noktası ise, Kürt sorununda ’iyi şeyler olacağı’nın garantisi bile sayılabilir”. Çandar’ın İmralı ile Çankaya’yı eşitleyen bir uslüp kullanması dikkat çekicidir.
Bu bağlamda bir süre önce Abant Platformu’nun Erbil’de toplanması ve oradan “Kerkük Kürdistan’a bağlansın!” teklifi de dahil birtakım açılımlardan söz etmeleri de rastlantı değildir.
Ayrıca Barzani’nin “İlişkilerimiz iyi. Türkiye’den korkmuyoruz” türünden açıklamaları da tamamen bu gelişmelerle yakından ilişkilidir. Talabani de “Bütün diğer halklar gibi, Kürtler de kendi kendini yönetme hakkına sahip olmak istiyor. Ancak gerçeklerle yüzleşildiğinde, bunun mümkün olmadığını anlıyorlar. Çünkü komşularımız bize saldırmasa ve sınırlarını kapatmakla yetinseler bile, bağımsız bir Kürdistan yaşayamaz” diye konuşmuştur. Kürt liderlerinin bu tür konuşmaları gerçekte ABD’nin bölge için öngördüğü modelin gereği olarak yapılmaktadır.
Aşırı vatansever korkusu!
Mahir Kaynak, “Türkiye’de aşırı vatanseverler Kürt sorununun bizim tarafımızdan çözülmesini engellediler ve bu konuda tek söz söyletmediler.../... Önümüzdeki sürecin Türkiye aleyhine olmadığını düşünüyorum, ama bunu söylerken de aşırı vatanseverlerin bu sefer de Amerikancı olmakla suçlamalarından endişe ediyorum” diye yazması Amerika’nın bu konudaki rolünü özetler gibidir. Mahir Kaynak gibiler Türkiye’de “Kürt sorunu” dedikleri olgunun dinamiklerinin Türkiye’den ibaret olmadığını ABD kadar anlamış görünmemektedir. Obama’nın üzerinde çalıştığı birinci sorun ekonomik kriz ise ikinci en önemli sorunun “Kürt sorunu” olduğunu söylemek fazla abartılı olmayacaktır. Görünen o ki, Türkiye’deki iktidar, bu konuda yalnızca ABD’yi izlemekle yetinmektedir.