O savcı ilk kez konuştu
CHP Milletvekili Kulkuloğlu’nun Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı hakkındaki yolsuzluk iddalarını örtbas etmekle suçladığı Başsavcı Vekili Dalan hakkındaki haberlere isyan etti: Sanık Öcalan da olsa aynı karar çıkardı!
Herşey Kayseri’den gelen telefonla başladı: “Günlerdir nasıl vicdan azabı çekiyorum bilemezsiniz!” CHP Milletvekili Şevki Kulkuloğlu’nun iddiaları doğrultusunda, günlerdir “Kayseri Cumhuriyet Başsavcı Vekili İsmail Dalan’ın, yolsuzluk iddialarını örtbas etmesinin ödülü olarak belediyeden ballı maaş alan eşi” olarak tanıtılan Hülya Dalan’a, o “ballı iş”i bulan kişiymiş meğer konuştuğum.
“Hikayeyi bir de Hülya Hanım’dan dinlesek” dedim, “tabii” dedi.
Kırgın bir kadın, bir anne, bir eş var karşımda. Oysa ben “taş kalpli” olmalı, şüpheyle dinlemeliyim...
“Ama bizi suçlayanların iddiaları karşısında bir tek gazeteci bile şüphe duymadı” diyor Hülya Hanım! Eşinin yolsuzluk soruşturmasında ihmali, hatta kastı var mıdır bilemem, ama medyaya dönük siteminde haklı. Kabul etmeli, medya, biraz da ‘iktidara vurma’ şehvetiyle olabilir bu olaya tek taraftan baktı. “Diğer tarafı” dinlemeyi, “acaba” demeyi ihmal etti. İronik ama topyekün medya adına bu “hata”dan dönmek, mesele “iktidara vurmak”sa bunu en “sert” dille yapan gazetenin payına düşüyor şimdi. Çünkü “diğerleri” kulaklarını tıkamış Dalan’lara!
Anlattıklarına sorgulayarak da olsa kulak veren birini bulmanın samimiyetiyle anlattı Hülya Dalan, tek niyetinin aile bütçesine katkı sağlamak olduğunu... Hangi koşullarda işe ayındığını anlatırken “Bu bir ödül olsaydı, usulsüzce verilseydi bu iş bana, ”belgen eksik“ gerekçesiyle bir yıl boyunca Halk Eğitim Merkezi’nde kursa devam etmek durumunda kalmazdım. İşçi olarak denenmez, ‘becerememişsin’ denilerek yaptığım işler suratıma fırlatılmazdı” diyordu...
Ne kadar dramatik olursa olsun sorularla bölmek durumundaydım hikayesini: “Peki ama nedir bu teşekkür hikayesi, telefon kaydı?”
Soruşturmanın gizliliğini ihlal kaygısıyla bu konuda eşini yani “o savcı” İsmail Dalan’ı adres gösterdi. Soruşturmayı eksik yürütmekle suçlanan Dalan, saatlerce anlattığı bütün teknik detayları bir tarafa bırakarak özetlemek gerekirse, hem idari soruşturmayı hem de görevi olmadığı halde Ağır Ceza’da devam eden ilgili davayı ısrarla takip ettiğini, sanık listesini genişletmek dahil hukuken yapabileceği herşeyi fazlasıyla yaptığını savunuyor. Konu medyaya yansıyınca bütün dosyayı bir kere daha incelemiş “Sanık Öcalan da olsa o davadan başka bir karar çıkmazdı” diyor.
Onurumuzla oynadılar
CHP’lilere de sitemi var ama asıl tepkisi medyaya: “Neye dayanarak suçlayacaktım, ortada bir tek somut delil mi var?”
Bu noktada, H.A.Hamurcu’nun suçlamalarını hatırlatıyorum. “Kendisi bu sürecin başında Kayseri’den kaçmış, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekiplerince Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde yakalanmış ve nitelikli dolandırıcılık, belgede sahtecilk gibi suçlardan tutuklanarak cezaevine konmuş biri” diyor ve suçladığı kişilerle ilgili olarak “iddiaları dışında” hiçbir delil bulunmadığını yineliyor. Bu şahıstan aldığı “13 sayfalık ifade”yi az bulanlara soruyor: “PKK’lı teröristten bile 13 sayfa ifade alınmaz! Kaldı ki, Emniyet o övülen ifadeyi nasıl aldı sanıyorsunuz. Arkasında yargı olduğunu bilmese alabilir mi?”
Sık sık vurguladığı “akıl” ve “izan” çerçevesinde düşününce çok bir şey istemiyor aslında. “Üstünü örttü hükmünü vermeden önce 5 sayfalık takipsizlik gerekçemi okuyun!”
Dikkatle inceleyince, Varan 1 diye başlayıp gerisini getirebileceğiniz bir dizi “çelişki” var “iddialar” ile “yasal belgeler” arasında. Bunlar Savcı’yı aklar mı bilmem ama gündeme getirmek gazeteciyi aklayabilir kanımca!
Buna rağmen kafamda oturmayan bir parça var bu senaryoda:
“CHP niye durduk yere Cumhuriyetin savcısına taksın kafayı?”
“CHP değil Kulkuloğlu” diyor Dalan. Geçmişte Kulkuloğlu aleyhinde kimi fezlekelerde imzası olduğunu paylaşıyor. Yani “mevzu kişisel”.
- Peki “minnet” başlıklarının kaynağı olan “o kayıt” ?
O kaydın yayınlanmasının dahi suç olduğunu, adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs olduğunu hatırttıktan sonra ekliyor: “Özel bir görüşmeydi. Kayseri Şeker Fabrikaları’nın içinde göl vs. de bulunan tesislerinde çocuklarımla balık tutmaya giderken karşılaşmaktan öte ilişkimizin olmadığı şahıslar. Kaldı ki Genel Müdür Vedat Ali Özışık Kayseri ekonomisinin üçte birine hakim, validen, siyasi parti telsilcisine herkesin bir vesileyle konuştuğu biri. Kardeşi Savaş Özışık, tatil öncesi bir konuşmamızda tatil yeri önerisinde bulunmuştu, kayıt onunla ilgili çocuklar suya girip çıkıyor diye. Tatil de Erdemli’de 4 yıldızlı bir tesiste üç günlük gezi, kendi imkanımızla gittik, ucuz diye önerdiler.”
Söylediğine göge kaydın medyaya yansımayan kısımları kendisini doğruluyor zaten. Başta dediğim gibi suçlu mudur, değil midir hükmünü vermek bizim işimiz değil. Ama ‘suçlayan’lar kadar ‘suçlanan’ın da sesini duyurmak işimizin önemli bir parçası!
Başlık tam anlatmıyor gerçeği, savcı Dalan ilk kez bizo konuşmadı aslında ama konuştuklarını ilk yayınlayan biz olduk. Cumhuriyet’in savcılarından birinin “Emeklilik sürem dolsa bugün mesleği bırakırdım. Eşimin haftanın altı günü, günde bir buçuk saat yol giderek çalıştığı işten kazandığını bile haram etmeye çalıştılar. Onurumuzla oynadılar. Bel altı vurdular. Ben ne edeyim” feryadını da duyurmak, lütuf değil görev çünkü...
+++
Amberin
Davutoğlu’nun
danışmanı mı
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun aylık 39 bin lira olan ev kirası gündeme geldi ya.. Sıcağı sıcağına şu satırları okudum: Dışişleri Konutu’nda Cumhurbaşkanı oturuyormuş, Köşk’ün tadilatı bir türlü bitmiyormuş, çünkü Demirel havuz yaptırmış, konutun tam ortasına havuz yapan mühendisler konutun içine etmiş, çökme tehlikesi varmış, zaten orasının müze olması gerekiyormuş, Davutoğlu’nun oturduğu bölgede diplomatlar yaşarmış, kiralar 30 bin lira seviyesindeymiş, bu sebeple Davutoğlu’nun kirası çok yüksek değilmiş, konutun kirasına takmaları mide bulandırıcıymış, mesele seçimler yaklaşırken ilk kez milletvekili olacak Davutoğlu’nu yıpratmakmış.. Nokta..
*
Bu satırları yazan kim? Zannedersin ki Davutoğlu’nun basın danışmanı!.. Zannedersin ki Davutoğlu’nun avukatı.. Değil.. Gazeteci, köşe yazarı.. Ne diyeyim.. Bu da böyle gazetecilik.. Zaman’da Hüseyin Gülerce seçimden sonra en büyük değişim medyada olacak diye yazmıştı.. Model bu mu?
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Mars’tan dünyaya:
Uyanın balığa gidelim
Türkiye’deki Uzay Kampı’nın sponsorlardan biri kim biliyor musunuz... Boeinggg! Bizim cumhurbaşkanı, Boeing alalım, bizi uzaya götürün diyor... Halbuki, aynı Boeing, bizim çocukları uzaya götürmek için üste para veriyor, haberi yok! E hal böyleyken, yazmadan olmaz... Amerikalılar, 1977’de insansız araç Voyager’ı uzayın derinliklerine göndermiş, gönderirken de 55 ülkenin lisanından mesaj yüklemişti... Türkiye’nin düşüne düşüne uzaylılara gönderdiği mesaj şuydu: “Sayın Türkçe bilen arkadaşlarımız, sabah şerifleriniz hayrolsun...” Hem vallahi, hem billahi. Tahminim bugün yarın cevap gelir uzaylılardan: “Sayın Türk arkadaşlarımız, uyanın da balığa gidelim!”
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Ey vicdan; sızlamamış olabilir misin?
Yani şimdi Cumhuriyeti savunanları hapishanede tutmaya karar verdiler... Ama domuz bağı ile insanları boğup villaların bodrumuna gömen Hizbullahçıları serbest bıraktılar...
Öyle mi?..
İnsanlara yaşam veren, bir tek hastanın sancısı varsa ranzanın dibinde uyuyan, bilim adamı, doktor, cerrah, insan, adam, hoca Mehmet Haberal mahkûm olmadan 10 sene tutuklu kalabilecek...
Bir kişinin burnu kanasa, kelimeleri, cümleleri, satırları ağlayan Mustafa Balbay... Tuncay Özkan...
Dili “Laik, çağdaş cumhuriyet yaşasın” diyen nice Atatürkçü aydını, mahkûm olmadıkları halde cezaevlerinde tutabilecekler...
Ama “dinsiz” saydıkları kim varsa kaçırıp domuz bağı ile öldürüp mahzenlere gömenleri dün gece salıverdiler...
*
AKP’nin yine bir gece değiştirdiği yasa ile gerçekleşti bu...
Dün gece vicdan sızladı...
Eğer sızlayan vicdanların sesi duyulsaydı, eminim gökyüzü çığlık çığlığaydı dün gece...
Vurulan duygular, akıl, izan, mantık, ahlak, merhamet... Boşuna kanat çırparak ve çırpınarak yuvarlandılar karanlıkta...
Ve tüm yarasalar uçtu...
Hukuk, hukuksuzluğun ve zulmün kendisi oluverdi... Birer kör kurşun gibi her şeyi delip geçti... Hukuk adına...
Eğer dinci iktidarın istilasına karşı çağdaşlığın yanında yer almak, insanları domuz bağı ile boğup gömmekten daha büyük bir suç sayılmaya başlanmışsa... Ve infaz aleti hukuk olmuşsa... Taş dayanmaz...
*
Hâlâ umursamaz, hâlâ aldırmaz, hâlâ sessiz kalacak var mı?..
Yine de tüm bu olanları görmezlikten gelecek bir millet, taştan beter, topraktan sessiz...
Olabilir mi?..
Sızlamamış olabilir misin dün gece ey vicdan?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Tamam mafyasınız ama film icabı
... “Habertürk Gazetesi, Kurtlar Vadisi’ni yıpratmak istiyor. Dava açacağız” diye bir açıklama. Aman çok korktuk.
Bakın çocuklar, siz film icabı mafyasınız. Biz gerçek mafyalardan korkmadık, kendini rolüne kaptırıp havaya girenlerden hiç korkmayız...
Fatih Altaylı / Habertürk
+++
Soros misyoneri operasyon gazetesi
Kargaları bile güldürecek bir haberle başlayalım bugün:
MHP’nin derdi Soros misyoneri Taraf gazetesini gerdi!
Sair zamanda söyleseler ben de inanmam ama kapı gibi belgesi var:
(bkz. haberin içindeki, dünkü Taraf’tan alıntı 1. ve 8. sayfa manşetleri!)
Ya MHP “şahin”leşen kadroları yüzünden iktidar olamazsa diye uykuları kaçıyormuş Taraf’ın da haberimiz yokmuş. Ne yaparız, ne ederiz, biz de bu “milliyetçi” partiye nasıl bir katkı sağlarız diye düşünmüşler, taşınmışlar ve “eksen operasyonu”nda karar kılmışlar;
Ameliyat bir nevi!
Yayınlarının “mide bulandırıcı” etkisi, ara ara organlarımızın yer değiştirmesine sebep oluyor eyvallah ama aklımız da başımızda daha!
Bunlar en son “CHP’nin eksenine” sahip çıkmaya yeltendi de gördük “Atatürk’ün partisi”nin başına gelenleri! “Cumhuriyeti, kurucu ideolojisini ve temsil ettiği bütün değerleri korumanın silahı” olan “altı ok”la “düello” yapıyor partililer şimdi!
Operasyona heves eden, “anestezi”ye girişen de “profesör doktor” filan değil haaa; bildiğin “balıkçı çırağı”!
Ne anlar “devlet”, “millet”, “hakimiyet”ten, “hak”, “hukuk”, “adalet”ten; üç hilali versen eline, evirir çevirir ya “kanca” yapmaya kalkar “olta”sının ucuna, ya “giyotin bıçağı” olur mu diye “test kelle koparışı” yapar!
Sivil darbe mimarı Soros’un misyonerliğini yapan, eline gizli belge sızdırılmadığı vakit, toplum hayatına, “yellenme”den öte (hani sayfa sayısı az, sallarken kol yormuyor babında) hiçbir “katma değer” sağlayamayan bir propaganda bülteninin, “eksen”i konusundaki kaygılarını gidermek MHP’ye düşer...
Ki bu manşeti ciddiye alır da cevaba tenezzül eder mi, yoksa o da “gülmek kargaların da hakkı” der geçer mi orasını bilemem...
Ama ben, “MHP’ye Yeniçağ üzerinden operasyon düzenlemek” gibi dahiyane(!) bir metot icat eden “balıkçı çırağı”ndan naçizane iki çift lafı ay pardon nasihatı esirgersem vicdanım sızlar, rahat edemem:
Bak oğlum balıkçı çırağı,
“Abdullah Öcalan’ın cezaevinde en çok takip ettiği gazetecilerin” yamaklığını yapınca, “ulusalcı” sıfatını “yüz kızartıcı” bir yafta sanabilir insan; kınamıyorum... “Ulusacıların okuduğu gazete” olmanın, “milliyetçi” bir yayın organının “yumuşak karnı” olabileceği yanılgısına kapılabilir...
Ama öyle değil işte!
Yayın politikasını, iç ve dış dengeler belirlemediği için, kimileri “iç tehdit” de saysa, kimileri “suç delili” kavlinden “fişlese”de bu adla; “ulus-devlet”e sahip çıkmak paydasında buluşanların etiketini taşımaktan gocunmak bir yana...
“Öcalan’ın okuduğu gazete” tarafından “ulusalcıların okuduğu gazete” olarak “hedef gösterilmek” olsa olsa “şeref nişanı” olur Yeniçağ’a!
Bana sorarsan “Paşasının Başbakanı” diye manşet attıktan sonra “Başbakanının fırdöndücübaşı”sı olan Taraf’tan hiç öyle “dün öyle yazıyordular” da “bugün böyle diyorlar” işlerine bulaşma; o çarşafa sen dolanırsın!
Mevzubahis “tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek dil, tek devlet”se hiçbir zaman “konjonktürel”ci olmadı çünkü Yeniçağ! Türkiye’yi, bölebilmek uğruna 40 bine yakın insanın kanına giren bir bebek katili tarafından tercih edilen gazete olmayı bile “referans” sayanlar algılayabilir mi bilemem ama; kişilere ve kurumlara değil bu kavramlara mesafesiydi durduğu yeri belirleyen ve o yer hiç değişmedi;
Dün de “milliyetçi”ydi; bugün de “milliyetçi”!
+++
MİNİ YORUM
Baskı paranoyaysa Silivri de halüsinasyon
Hüseyin Gülerce, Ertuğrul Özkök’ün “2011 medyayı hizaya sokma/ tasfiye yılı olacak” biçiminde özetlenebilecek yazısına cevap vermiş: “Hürriyet gibi bir gazetede 20 yıl yayın yönetmenliği yapmış bir insanın, kendi dünyasında bu kadar savrulmuş olmasına, nehir kenarında adeta bir paranoya içine düşüp, ciddi endişelerin ve kaygıların esiri olmasına üzüldüm.” Medya üzerindeki iktidar baskısının olası sonuçlarına dair tahminde bulunmak “paranoya” ise Türkiye’de “Silivri” diye bir “ceza kampüsü” olduğu... Ve burada “suçlarının ne olduğunu bilmeyen gazeteciler”in iki yıldan fazladır “tutuklu” bulunduğu da sadece bizim gördüğümüz bir “halüsinasyon” mu dersiniz!