O kanlı gömlek de olsun
İpekçi’nin kanlı gömleğinin yanına, adi bir katil olan Güney’in öldürdüğü ‘hakimin gömleği’ni koyamayan, vicdan mı olur?
Dünkü Milliyet’te, Serhat Oğuz’un imzasını taşıyan “Vicdan müzesi kurulsun” başlıklı haber şu satırlarla başlıyordu: “...Nükhet İpekçi önceki akşam televizyon ekranında, 31 yıl önce babasının saldırıya uğradığı sırada üzerinde olan kanlı gömleği göstererek isyanını dile getirdi... O isyan, diğer hain saldırılarda yakınlarını kaybeden ailelerin de isyanıydı aslında... Ve o aileler, saldırıya uğrayan yakınlarının o anda üzerinde bulunan eşya ve kıyafetlerinden bir müze oluşturulması fikrine sıcak baktıklarını açıkladılar. Hrant Dink’in elbiseleri, Abdi İpekçi’nin kanlı gömleği, Ümit Kaftancıoğlu’nun sarı basın kartı, Doğan Öz’ün kıyafetleri, Turan Dursun’un saati, şimdiden müzenin parçalarından olmaya hazır... Hrant Dink’in ağabeyi Orhan Dink adını bile buldu müzenin: ” Bu bir vicdan müzesi olabilir... “
Binlercesinden biri
20 Şubat 2010 tarihli Hürriyet’te yer alan bir başka haberin girişi ise şöyle yapılmıştı:
” 26 yıl önce bir sonbahar gecesi, Adana’nın Yumurtalık ilçesinde bir tabancanın tetiğine basıldı. Tetiğe basan, Türk sinemasının ’Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney’di. 14’lü tabancanın namlusundan çıkan tek kurşun Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’nun yaşamına son verirken, Çirkin Kral’ı da mutsuz, acı dolu günlere sürüklemişti... “
Yani...
Can Dündar’ın NTV’deki ”Canlı Gaste“sine konuşan Nükhet İpekçi çok doğru söylüyordu:
”O kanlı gömlek, binlerce gömlekten sadece bir tanesi...“ydi.
Mesela...
”Sevenleriyle karşılıklı kadeh tokuşturduğu“ gecelerden birinde, kafayı iyice bulan Yılmaz Güney’in, dönemin Adana Belediye Başkanı Ege Bağatur dahil, o an kendisine eşlik edenlerin ”Gözünü seveyim, yapma, etme“lerine aldırış etmeden havaya ateş açmasıyla başlayan olaylar, tetiğe son kez ve elindeki tabancanın namlusu Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’ya doğrultmuş haldeyken basmasıyla sonlandığında...
Alnından vurulan bu genç hakimden geriye de dinmez bir acıyla birlikte, kanlı bir gömlek kalmış olmalıydı...
Kahraman yaptılar
”Aynı acıyı yaşayan“ çocuklar, eşler, kardeşler aralarına Mutlu’nun acılı ailesini de alırlar mı dersiniz?
O müzede, Mutlu’nun ”kanlı gömeğine“ ne yer var mıdır?
Neden bir çırpıda ”elbette“
diyemiyor çoğu kimse?
Sakın, Türk basınının ve bugün ”vicdan müzesi“nden söz edenlerin, Yılmaz Güney ’i ”adi bir katil“ olarak değil de ”çirkin kral“, genç bir hakimin hayatına son veren cinayeti de ”Güney’in kahramanı olduğu olay“ olarak andığı için olmasın?
Azap müzesi olur
Hürriyet aynı haberinde ”Türk sinemasının efsanesi Yılmaz Güney’in Hakim Sefa Mutlu’yu vurmasının üzerinden çeyrek asrı aşkın zaman geçmesine karşın bu olay hala Yumurtalık halkının dilinde bir masal gibi anlatılıp duruyor.“ diyordu.
”Masal“!..
Güney’in cezasını çekmek yerine kaçmış olması da, ”onlar ermiş muradına“ kısmı olmalı.
Ben başka bir isim önereyim. Siz en iyisi ”Vicdan Azabı Müzesi“ yapın.
* * *
Bakan’ın oğluna var TEKEL işçisine yok!
Geçen gün bir duyum aldım; Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı da yapmış, Hükümet Sözcüsü Sayın “Cemil Çiçek’in oğlu Ahmet Çağrı Çiçek’in devlet şirketi olan Sigara Sanayii İşletmeleri ve Ticaret A. Ş’de Yönetim Kurulu’na atandığını” haber veriyordu.
Doğru mu bu duyum?
Nasıl olur!
TEKEL işçileri Ankara’da “Bizi işimizden atmayın, aynı maaşımızla, aynı haklarımızla devletin başka kadrolarında çalışmaya devam edelim; çoluğumuz-çocuğumuz var...” diyerek “ölüm oruçlarına” yatıyorlar. Başbakan da “devletin kasasını size soydurmam” diye onları horluyor, aşağılıyor, ötekileştiriyor. Bakan’ın oğlu ise Sigara Sanayii İşletmeleri ve Ticaret A.Ş’nin Yönetim Kurulu’na üye olarak atanıyor.
Hiç olacak iş mi?
Doğru olamaz, babasının iktidarı TEKEL işçilerine “fabrikaları yabancıya sattık, size iş kalmadı, alın kıdem tazminatını ve ihbar tazminatını çekin gidin... Özel iş kurun... Koç gibi, Sabancı gibi siz de birer holding olun...” diye dalga geçer gibi öğütler verirken Bakan’ın oğlu devlet şirketinde yönetim kurulu üyesi olmayı kabul etmez.
Babasından utanır.
Kabul edemez, değil mi?
Araştırdım. Duyum doğru çıktı.
Bakan Cemil Çiçek’in oğlu Ahmet Çağrı Çiçek; kıymetli arsalarıyla birlikte fabrikaları İngiliz-Amerikan sigara şirketine satıldığı için yani varlıklarının tamamı özelleştirildiği için yapacağı hiçbir şey kalmayan ve “tabela şirketine” dönüşen devletin şirketinin yönetim kuruluna atanmış. Göreve başlamış. Tarih: 14 Temmuz 2009.
Bakan’ın oğlu Ahmet Çağrı Çiçek, önce “Meclis’te memur kadrosuna” alınarak iş hayatına başlamış, sonra Tekel’i Amerikan şirketine satan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda “Başkan Müşaviri”olarak daha iyi bir işe geçmiş. Sonra da yapacak hiçbir işi kalmamış fakat varlığı arpalık olsun diye devam ettirilen devletin Sigara Sanayii’inde yönetim kurulu üyesi yapılmış. l Necati Doğru / Vatan
* * *
GÜNÜN SÖZÜ
Bir ülkede Cumhurbaşkan’ının oğlu e-ticaret ile “adresine yolla” yaparsa, Maliye bakanının oğlu likit yumurta işi yaparsa, Başbakan’ın oğlu gemicik ile kuru yük taşırsa o ülkede Bakkal’a yaşam hakkı da doğal olarak ortadan kalkar! l Engin Balım
* * *
Dert ortağım benim...
Gazeteciler.com adlı internet sitesinde yazan Hacer Alkan adlı bayan “Her kanalda sabahları bildiğiniz gibi gazeteler okunur... TRT 1’de de öyle... Peki TRT gazeteleri okurken ayrım yapıyor mu?.. Söz konusu olan özel kanal değil de devlet kanalı olunca bu durum haliyle merak konusu oldu...” yazmış ve “yayınını taradığı” TRT’nin “Sözcü”yü okumadığını fark etmiş. Sözcü de Alkan’ın konuyla ilgili yazısını dün sürmanşetinden duyurarak “hani yandaş medya yoktu” diye sormuş.
TRT Sözcü’yü okumuyor, doğru. Ama yalnızca Sözcü’yü değil;
TRT muhalif olan hiçbir gazeteyi okumuyor, gazeteyi okusa, manşeti okumuyor, haberleri kılıktan kılığa sokuyor...
Aylardır yaza yaza göbeğimiz çatladı. TRT’de “neden” diye sormadığımız ilgili, yetkili, yetkisiz kalmadı.
Sonunda konu DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız aracılığıyla TBMM gündemine taşındı.
Anlayacağınız bu anlamda TRT’nin garip kılıflara uydurarak sansürlediği bütün gazetelerle dert ortağı sayılırız.
Dediğim gibi Alkan’ın yazısı doğru da, biraz eksik; çünkü sansür “isme alerji”den ziyade, “fikre alerji”den
kaynaklanıyor..
* * *
Sütten çıkmış AK kaşık konuştu
Maalesef herkesin suçlu olduğu bir toplumda yaşıyoruz!
Başbakan Erdoğan dünkü grup toplantısında onların sicilini ortaya çıkardı.
Bakınız kimleri hangi gerekçelerle suçladı:
Muhalefet milletvekilleri Birgen Keleş, Tuğrul Türkeş, Ertuğrul Kumcuoğlu: AKPMBaşkanlığı’na seçilen AKP’li Çavuşoğlu’na destek vermedikleri gerekçesiyle.
Tekel işçileri: İdeolojik davranmakla ve başkaları tarafından kullanıldıklarını görememekle!
Kimi sivil toplum örgütleri: Tekel işçilerinin eylemine destek vermekle.
Türk - İş ve Tek Gıda İş yöneticileri: 4-C’ye önce evet deyip şimdi karşı çıkmakla.
Deniz Baykal: TEKEL işçilerini ziyaret edip destek vermekle...
CHP ve MHP: TEKEL işçilerini istismar etmekle. Çalışma Bakanı Ömer Dinçer hakkında gensoru vermekle...
Medya: Bir bölümünü kendisine gaz vermeye çalışmakla... Diğer bölümünü Baykal’dan aldıkları işaret fişeğine göre yazıp çizmekle...
Ataması yapılmayan öğretmen adayları: Olayı istismar etmekle ve TEKEL işçilerine destek vermekle.
Marjinal örgütler!: TEKEL işçilerinin eylemine destek vermekle.
l Melih Aşık / Milliyet
* * *
Basın 5. Kol Taraf ile işbirliği içinde
İngiliz emperyalizminin en büyük casusu olan Thomas Edward Lawrence, İngilizlerin Ortadoğu’ya yayılma siyasetinin elemanlarından birisiydi. Bu amaçla; bilimadamı görüntüsünde 1910 yılında Türkiye’ye geldi. Fırat Nehri kıyısında arkeolojik araştırmalar adı altında, petrol etüdü, siyasi ve etnolojik bilgiler topladı. Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır’ı gezip, Arapça ve İslam adetlerini öğrendi. İngiltere’ye dönüp, 1911’de Oxford’da doktorasını verdi. Tekrar Ortadoğu’ya dönüp, Arap ülkelerinde çalışmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye karşı Arapları ayaklandırma işini üstlendi.
Batılı emperyalistler; en azılı casuslarını, içimize bilim adamı kılığında sokmuşlardır. Günümüzde de aynı oyun sürüyor. Artık; bu casusların büyük bölümü gazeteci veya düşünce kuruluşu elemanı gibi faaliyette bulunuyorlar.
Kamuoyunun; emperyalist ülkeler lehine yönlendirilmesi; bu özel yetiştirilmiş gazeteci veya bilimadamı görüntülü kişiler kullanılarak yapılıyor.
İşte; Türkiye’de 3 yıldır durmadan piyasaya sürülen ’darbe olacak, darbe yapacaklardı’ haberleri de bu casusluk örgütünün işidir.
(...) Ahmet Altan ve Yasemin Çongar ikilisi; normal bir askeri planı ele geçiriyor, sağına soluna ’Cami bombalanacak!’ türünden eklemeler yapıp gazetede piyasaya sürüyorlar.
Kimse; ’Arkadaş, bu Genelkurmay yolgeçen hanı mıdır? Oradan bavul bavul belge nasıl çıkartılır? Bunlar ya gerçek değilse?’ diye düşünmüyor. ABD ve Avrupa karşıtlarını darbeci ilan edip susturmak işinde basın, büyük ölçüde, 5. Kol Taraf ile işbirliği, suç birliği içindedir.
l Rıze Zelyut / Güneş
* * *
Hukuk karşısında herkes eşitmiş de...
Başbakanlık, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nda (TİB) yapılan soruşturmayı etkilemeye çalışmakla suçlanan MİT Müsteşarlığı Hukuk Müşaviri Asuman Bozoklu için soruşturma izni vermemiş. Buna bağlı olarak Başsavcı takipsizlik kararı vermiş. Hani herkes hukuk karşısında eşitti ve kimse hukukun üstünde değildi? Aynen “dokunulmazlığı olan milletvekilleri” gibi iktidarın soruşturulmasını istemediği kişiler de diğer tüm vatandaşlardan daha fazla eşit (!) işte... l Ruhat Mengi / Vatan
* * *
MİNİ YORUM
Ali Koyuncu iyi ki AKP’li
Hakkında “Yabancı sermayeli bir şirketin danışmanı olup, 20 yıl boyunca komisyon almak için bürokratlara baskı uyguladığı” iddiaları varken, TBMM’deki arbedede hastanelik olan Ali Koyuncu, AKP’li olmasaydı ne olurdu? “Yırtmak için fenalaştı” manşetlerini görür gibiyim. Yandaş gazeteler, “gündemi değiştirmek için” kavga çıkarıp, “hesap vermemek için” hastalandı demez miydi?