O iyi insanlar, o güzel atlara binmeden önce…

Hani "10 kişiden 9'u" diye klişeleşmiş bir ezici çoğunluk tarifi vardır ya, bakanlığının üzerinden aşağı yukarı 20 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün bile hâlâ böyle bir oranda "Oktar Babuna" çağrışımı yapar "Osman Durmuş" adı, bu ülkede yaşayan (onu tanıyan yahut bilen) insanlarda.

Kanser tedavisi gören beyin cerrahı Babuna'ya ilik bulmak üzere başlatılan kampanyaya, Sağlık Bakanı olarak, "işgal güçleri"ne direnir gibi direnmesi hâlâ ve zannediyorum silinmeyecek şekilde hafızalarda.

Kampanyada başvurulan yolları değerlendirirken "Titan benzeri bir saadet zinciri" benzetmesi yapıp, muhtemel sonuçlarıyla ilgili olarak da "Gen haritasının biyolojik savaşın ön çalışması olduğu, ABD'nin gen haritamızı çıkararak, genlerimize duyarlı bir biyolojik silah üretebileceği, stratejik bir tehlikenin oluştuğu" iddiasını gündeme getirince "mahallenin delisi" muamelesine maruz kalmıştı o yıllarda.

Kendi ifadesiyle, "Kimileri gülüp geçmiş, kimileri ciddiye almamış, kimileri de karşı çıkmıştı". Deve dişi gibi "uzman" kişiler; askerinden, politikacısına, işi, "Kızılay kan toplamasın mı yani" sığlığında tartıştırıp, "esas"ı gözden kaçırmaya çalıştı.

"Yazık"tı; zira, aranan iliğin aylar önce bulunmuş olmasına rağmen kampanyanın devam ettirildiği ve zaten hastalığın ilik nakline gerek duyulmaksızın ilaç tedavisiyle geriletildiği, kampanyada toplanan kan örneklerinin büyük bölümünün, barkodsuz olarak, ABD'deki bir gen laboratuvarına yollandığı anlaşıldı. Durmuş, Türk kanlarını geri getirebilmek için adeta çırpındı.

Çok değil, 3-4 yıl kadar sonra, amiyane tabirle kendisine "kafayı yemiş" gibi davranılmasına yol açan iddialarında hiç de haksız olmadığı, "uygulamalı olarak" kanıtlandı. ABD Hava Kuvvetleri, Irak hava sahasına bir tür grip virüsü salmış ve Iraklı askerlerinin birçoğu paçavra adı verilen hastalık nedeniyle savaşamaz hale gelmişti.

***

Sadece MHP'nin ortağı olduğu hükümetin değil ülkenin de en büyük sınavlarından biriydi, 1999 Gölcük depremi. Dünyanın dört bir yanından "yardım" yağarken, Durmuş çıktı ve "Ermenistan, Yunanistan, Romanya'dan gelecek sağlık ekipleri ve kanı" istemediğini bildirdi. Üstüne üstlük, bir de ABD'nin yolladığı yüzer hastanelere de "Tek hasta bile vermeyeceğini" ilan etmişti. Durmuş'a göre, "İlla yardım etmek istiyorlarsa, iç çamaşırı, havlu, deterjan, sabun bağışında bulunmaları" kafiydi.

Bizim, Yeniçağ'ın internet sitesi Fahrettin Koca haberlerini verirken "yalnız kurt" göndermesi yapıyordu bir ara. Değil; Türk sağlık sisteminin, "bakan" düzeyindeki, gelmiş geçmiş en yalnız kurdu Osman Durmuş'tu. Mensubu olduğu Bakanlar Kurulu'na bile anlatamadı derdini. Dönemin Başbakanı Ecevit bile "dış ilişkilerimiz"i ileri sürerek "Lütfen siz artık susunuz" diye tepki gösterdi.

Halbuki, enkaz kaldırıldıkça, sadece ölen ve yaralılar değil, misyonerlerden tutun da organ mafyasına kadar tonla şaibeli grubun "selden kütük kapma çabası" da çıkıyordu ortaya.

Durmuş'un sözlerinin, ABD'de yol açtığı tepkinin perde arkasında, deprem oluşturma kabiliyetine de sahip olduğu söylenen HAARP teknolojisi ve emperyalizmin yeni savaş/işgal metotlarıyla ilgisi olabilir miydi!

Ama, "ırkçı, faşist" yaftası yapıştırıp geçmek "herkes için" daha konforlu geldi.

***

İktidarda ve bakanlık koltuğunda olmadığı yıllarda da çok tartışıldı Durmuş'un çıkışları;

Üretilmiş bir "domuz gribi" salgını vesile edilerek "aşı kobayı" olarak kullanıldığımızı savundu.

Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu raporlarında, sempati-antipati ölçüsü uyarınca bir takım oynamalar yapıldığını, buna yanaşmayan müfettişlerin sicillerin bozulduğunu ve bugün bir avuç gazeteci ile birkaç muhalif siyasi dışında kimsenin dokunmaya cesaret edemediği "Sayıştay raporlarındaki haksız/usulsuz saçılmış trilyonlar"a dikkat çekmeye çalıştı.

***

İnsafsızca; gündeme getirdiği sağlık skandallarına cami imamı veya mahalle bakkalı mesafesindeymiş gibi konumlandırıldı. Halbuki konunun uzmanıydı; kimse nedense anmaya tenezzül etmiyor ve dahi yakıştırmıyordu ama o sadece bir hekim değil, uzmanlığının artık zirvesine çıkmış bir tıp profesörüydü de aynı zamanda. Merdiven altı fakültelerden değil, ülkenin en köklü üniversitelerinden almıştı diplomalarını da.

***

Ve evet;

Vefat haberinin duyulduğu andan itibaren çeşitli mecralarda tekrarlandığı gibi "cesurdu", "namusluydu", "ahlaklıydı", "mücadeleciydi", "kalenderdi", "sevecendi", "vatanseverdi", "milliyetçiydi", "ülkücüydü", "müstesna bir insandı", "şahsına münhasırdı", "smaimiydi", "hesapsızdı".

İlk anda yadırganan birçok iddiasında haklı çıktı; "deli" değil sadece ülkesi için endişe duyan bir vatan-milliyetperverdi.

Ardından söylenen bütün güzel sözleri sonuna kadar hak etti.

Ama bir şeyi hak etmedi.

2014 yerel seçimleri öncesinde, partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Adayı olacağı yazıldı, konuşuldu; günlerce. Fakat ilan günü geldiğinde, onun da "iddia olunan aday" olarak hazır bulunduğu salonda, kürsüden anons edilen isim onunki değildi.

Fenalaştı; hastaneye kaldırıldı.

Siyasi hayatı boyunca birçok rencide edici tavırla karşı karşıya kalmış ama zannediyorum hiçbiri onun üzerinde -akabinde durumuyla dalga geçilen ağır yorumlarla birlikte- bu denli incitici bir tesir bırakmamıştı.

***

Ölüm haberinden sonra paylaşılan mesajlarda, yapılan yorumlarda gösterilen vefa da çok kıymetli elbette ama…

Ne olur sanki, "O iyi insanlar, güzel atlara binip çekip gitmeden" önce de hissettirebilsek "değer" olduklarını, "değerli" olduklarını onlara…

***

Mekanı cennet olsun…

Yazarın Diğer Yazıları