O it, o kapıya bağlı kaldıkça...
O köye düştü yolu, o eve konuk olmak zorunda kaldı... “Ev” midir? O da tartışılır. Tek göz dam... Sağda biraz yüksekte bir tandırbaşı, tam yanında kap-kacağın konduğu tecir-terek, solda yatakların istif edildiği bir yüklük. Yerlerde kupkuru hasırların üstünde iki yırtık kilim. El yıkama ve banyo yeri de var, taştan oyulmuş ufacık bir su kurunu ve bir kerhiz...
Yediler içtiler, sonra dokuz kat yatak serildi yerlere, kadın-erkek tüm hane halkı ve o konuk girdiler o yataklara, serildiler yerlere.
Gece yarısı bir uyandı ki konuk, karnı ağrıyor fena halde. Ayakyoluna gitmeli. Ayakyolu dışarıda. Kalktı sessizce, kapıyı açtı. Aaa! O da ne?! Kapıya boynu hışlı eşek kadar bir çoban köpeği bağlı, dişlerini gösterip bir hırladı, korktu konuk. Döndü yatağa, az durdu, sonra tekrar denedi. Iıh... İt yaman, koymuyor dışarı... Herkes de uyuyor, uyandırsa “Şu itinizi alın o yana da, ayakyoluna gideyim” dese mi? Yok olmaz, diyemez, başka çözüm bulmalı. Baktı ki yanındaki yatakta, kundaklanmış bir bebek uyumakta annesi ile. Açtı dikkatlice çocuğun kundağını, kundağa gördü ihtiyacını ve tekrar o kundağa sardı bebeği.
Rahatlamıştı, uyudu horul horul...
Sabah uyandı ki yandaki yatakta, anne açmış çocuğun altını, söyleniyor kendi kendine:
“Seni patlayasın... Çocuk da bu kadar eder mi?”
Dayanamadı konuk:
“Eder bacım eder, o it o kapıya bağlı olduğu sürece, o çocuk daha çook eder” demekten kendini alamadı.
Neden anlattım bu öyküyü, neye temsil getirdim? Kim nereye çekerse çeksin, ülkemde son birkaç yılda yaşanan her olaya uyar, maymuncuk gibidir.
Kar Düştü Dağlara
Rahmetli Mustafa Necati Karaer... Hisar şairlerinden... Değeri yeterince bilinmemiş bir şair... Bu ülkede şair sayısını ikiye indirdiler birileri, varsa yoksa Necip Fazıl ve Nazım Hikmet... Oysa çiçeklerden daha çok şair yetişmiştir bu topraktan. Çiçekler kadar rengârenk, onlar kadar güzel kokulu. Karaer’in aşağıya aldığım şiiri, bu dediklerimin kesin ve olağanüstü kanıtıdır. Ve bu şiir benim en sevdiğim şiirlerden biridir. Okuyalım hadi:
“Kar düştü dağlara güvercinim/Beyaz kanatlarınla üşür müsün?/Demek istediğim uzak bir ihtimal/Uzakları düşünür müsün?
Ayrılık, yollardan ve dağlardan/Kervanlar geçer eski çağlardan/Çıngırak sesleri uzun uzun/Çıngırakları düşünür müsün?
Yağmur sonrası verir kendini ovalara/Gönül dediğimiz başıboş kısrak/Yeşil ebemkuşağına karışık ve ıslak/Sevdalı kavakları düşünür müsün?
Gökler bulutlarla haşır neşir/Yaşamak sevmekle güzelleşir/Vakta ki gün batar yollar çatallaşır/Şafakları düşünür müsün?
Bütün çeşmelerin tasları yerinde/Ya neden kımıldar ayva dalı/Kolların zamana dayalı/
Yarı uyur, yarı düşünür müsün?”
Gariplik
“Dile getirerek dize getirmek... İşte gerçek yengi bu...” demişim bir yazımda.. Gariplik de dile getirilerek dize getirilebilir. Onca yüzyıl, onca şair, gurbet çilelerini niye dile getirdiler ki? Bu şiirim de bu minval üzredir bence:
“Gökle bulut özdeşse/Yağmur sicim sicim/Güneşin önünde buzlu cam varsa/Ve ben/Garip düştüğüm o kentte/Otel soruyorsam bavul elimde/Garip gelirim insanlara/Garip gelir insanlar/Kimsesiz odalarda/Uyku atlı ben yaya/Yatamam kalırım/Konforlu çilehane/Elime doğunca gün/Biter kovalamaca/Bildiklerim ve sevdiklerime doğru/Yola çıkarım/Çıkarım gariplikten...”