O, hep 'BEN' diyen hükümet adamları
Nişancı Hâlet Efendi’nin başsız vücudu Konya’da, başı da, İstanbul Beşiktaş’ta, Yahya Efendi Dergâhı’nda gömülüdür.
İlmiye atmosferinde yaşayan, mülkiye mesleğini tercih eden Hâlet Efendi, Paris’te elçilik yapmış, nişancılığa kadar yükselerek Divan’da söz söyleme şans ve şerefine erişmiş bir devletli idi.
Mevlevi’likten geldiği ve şiiri çok sevdiği için konağı bilginlerin ve şairlerin toplandığı bir merkez durumundaydı. Güzel konuşurdu. İkna kabiliyeti mükemmeldi. Ama o devleti ve milleti değil hep kendini düşünürdü. “Pişkeş” adı altında rüşvet ve haraç almayı alışkanlık haline getirdi. Şairlerle dost olması, ilim adamlarına değer vermesi, çekemediklerine ve rakiplerine zulmetmesini engellemedi. Padişaha karşı sırtını Yeniçeri Ocağına dayadı.
Mehmet Emin Rauf, Benderli Ali ve Hacı Salih Paşalar, Hâlet Efendi’nin entrikalarına kurban gittiler. İtibarının sarsıldığı 1822 yılında zalimliği ve küstahlığı had safhaya vardı. Cevdet Paşa o günlerin Osmanlısını anlatırken, “Gerek İstanbul’da, gerek taşrada insanın koyun kadar kıymeti yoktu. Adam öldürmek piliç kesmek gibi bir şeydi” demek zorunda kalmıştır.
Bu zulmün farkında olan padişah, feci halin önlenmesi için “tedbir” emrettiğinde Hâlet Efendi Divan’da, “Okçular başında bir tuvana berber vardır. Dükkânına kötü adamlar toplanır. Şimdi başı kesilsin. Etrafa korku ve dehşet gelir” önerisinde bulunmuş, vezirlerden biri, “Aman efendim, o benim dostumdur” deyince, “Bir berber katledilsin de hangisi olursa olsun, yeter ki halk irkilip korksun” diyebilmiştir.
Eski Darphane Nazırı Abdurrahman Bey, Hâlet Efendi’nin bu halini açıkça tenkit edebilen, devletten elini ayağını çekmiş ihtiyar bir adamdı. Dürüstlüğü ve namusluluğu Abdurrahman Bey’in de başını yedi. Hâlet Efendi bilgi ve ikna kabiliyetini kullanarak zavallı adamın idamına ferman almayı başardı.
Dedik ya, mevkilerinin sarsıldığını hisseden o “Hep BEN” devlet ve hükümet adamları ikballerinin sarsıldığı işte o anlarda zalim ve küstah olurlar diye... Hâlet Efendi de azmış, kudurmuştu. Abdurrahman Bey’le yetinmedi, Abdurrahman Bey’in genç yeğeninin de asılmasını istedi. Divandakilerden Bostancıbaşı dayanamadı, itiraz etti:
“- Devletlû... Bir genç kişidir... Yazıktır.. Başka şekilde cezalandırıla...”
Hâlet Efendi bu haklı şefaate şu cevabı vermişti:
“- Genci katl yazık... İhtiyarı katl günah... Katletmek için her zaman orta yaşlı adamı nereden bulmalı?”
Su testisi su yolunda kırılır diye boşa denmemiştir. İkinci Mahmut Devri’nin o meşhur Hâlet Efendi’si nihayet nişancılıktan azledilerek Konya’ya sürüldü.
Bir fermanla Konya’da başı kesildi, İstanbul’a gönderildi. Başsız vücudu Konya’da kaldı.
Bu tarihi hakikati, “Ey devlet ve hükümet görevindekiler, gücünüzün sınırı makamdaki ömrünüz kadardır, zulmetmeyin ve çalıp çırpmayın” demek için hatırlattık.
Adam gibi hizmet ettiğiniz ve tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruduğunuz sürece kimse sizin düşmanınız değildir.
İngiltere Kralı Üçüncü Jorj sarayın geniş parkını çevreleyen ağaçları gördükçe düşmanı Prusya Kralı Büyük Frederik zanneder ve onlara sarayın penceresinden ateş edermiş.
Jorj’laşmayın...
Eşek değilsin ya, anlarsın!
Gazeteler deprem sonucu göçük altında kalmış ve binlerce metre yükseklikteki dağlarda yolunu kaybetmiş insanların hayatlarını kurtaran köpek haberleri ile dolu.
Şimdi sen bunu niye yazdın diyenler olursa hatırlatmamız Nobel Barış Ödülü almış ABD Başkanı Barack Obama içindir, deriz..
Ve dönüp zatıaline sesleniriz:
Ey Irak’ta bir milyon 500 bin kişinin katili, Afganistan’da her gün onlarca masum insanın canına kıyan ABD’nin lideri...
Sen ki Nobel Barış Ödülü sahibisin...
Bak...
Artık...
Köpekler bile hayat kurtarıyor...