“O gazeteci”nin kimliği tespit edildi!
İki gün kalıyorum neşe doluyorum; ne eğlenceli şu Ankara gazeteciliği. Her köşe başında ayrı çekişme; haliyle ayrı jurnal, ayrı ihbar!..
İki hafta kadar önce “Kim bu MHP kapatılsın diyen gazeteci” diye sormuştuk ya; müjde, elimiz boş dönmedik, size başkentten cevap getirdik!
***
Ama önce takip etmemiş olanlar için mevzuyu kısaca bir özetleyelim:
Hürriyet Ankara Temsilcisi Metehan Demir’in “Başbakan’ın uçağından bildirdiğine göre” Kırgızistan-Moğolistan gezisine katılan gazetecilerden biri Tayyip Erdoğan’a MHP’yi kapattırmayı(!) düşünüp düşünmediğini sormuştu.
“Sormuştu” dediysem lafın gelişi;
Yoksa ortada soru yoktu; yapılan düpedüz hedef gösterme, yönlendirme, akıl vermeydi!
Bu zat her kimse, önce “MHP şiddeti teşvik ediyor” tespitinde(!) bulunuyor, ardından “AİHM’in Batasuna kararına göre şiddet, kapatma nedeni olabilir” diyerek tespit ettiği bu “suç”un cezasını hem de emsal karar göstererek kesiyor ve son aşamada da jurnalini şeklen “soru” hüviyetine kavuşturabilmek için, dostlar gazetecilikte görsün diye “Öyle bir düşünceniz var mı?” diyordu.
Türkiye’den kilometrelerce uzakta birileri Başbakan’ın kulağına MHP’nin “şiddeti teşvik” gerekçesiyle kapatılabileceğini fısıldar ve yol-yordam öğretmeye kalkışırken, aynı gün Devlet Bahçeli’nin dokunulmazlığının kaldırılması için hazırlanan fezlekenin TBMM’ye gönderilmesi “tesadüf”ten ibaret miydi?
PKK’nın neredeyse bir siyasi parti meşruiyetine sarılıp sarmalandığı günlerde, meşru bir organizasyon olan MHP’nin “illegalite”yle yaftalanması şeklinde özetlenebilecek bu garabetin merkez üssünü öğrenebilmek için gazeteci sıfatlı o zatın kimliğini sormuştuk.
Başbakan’ın bizzat itiraf ettiği “psikolojik harekat”ın MHP’yi hedef alan cephesi kime emanet sorusunun peşine düşen yalnız biz değildik. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da aynı “Başbakan’a o soruyu soran ısmarlama gazeteciyi aradıklarını” ilan etmişti.
***
Bundan sonrası Ankara’da kulağıma çalındı:
MHP’li yöneticiler bu tezgahçı gazetecinin, Başbakan’a ailesi gibi yakın gazetenin Ankara temsilcisi olduğu yönünde kuvvetli şüpheye kapılmışlar.
Hakkında oluşan bu şüphe bulutunu gidermek isteyen Ankara temsilcisi de -olay gazetecilik adına utanç verici olduğundan- adını ve kariyerini aklamak için “Ben sormadım, o sordu” diyerek ifşa edivermiş MHP’yi ETA’nın siyasi uzantısı Batasuna ile özdeşleştirerek kapatılmasını teklif eden bu kişiyi!
Kim mi?
Yeterince ballandırdık, iştahlandırdık, artık söyleyelim bari:
Adem Yavuz Arslan, yani Bugün gazetesinin Zaman ve Aksiyon kökenli Ankara Temsilcisi!
Başta da dediğim gibi Ankara herkesin herkesle rakip olduğu bir garip hesap kitap şehri; dolayısıyla “duyum”un sağlamasını yapmak gerekli. Ben de “işin aslı”nı öğrenmek üzere önceki gün Adem Yavuz Arslan’ı aradım. Asistanı 1-2 saate kadar döneceğini söyledi. Velakin 24 saat geçti; “tık” yok. Arasaydı kendisine soracaktım:
- İktidarı yasal çerçevede faaliyet gösteren bir siyasi partiyi kapatmaya teşvik, bu uğurda ’gerekçe’oluşturabilmek için hafiyelik, gazetecilik faaliyeti midir?
Ve Arslan bu soruma “Evet” deseydi, ekleyecektim:
- Size bu diplomayı kim
verdi?
İletişim Fakültesi mi, Gayri Nizami Harp Dairesi mi?
Hangi yüzle...
2012 Abdi İpekçi Yılın Gazetecilik Ödülü 28 Şubat’ta yayımlanan ‘İmralı Zabıtları’ başlıklı haberiyle Milliyet Muhabiri Namık Durukan’a verildi. Milliyet de muhabirine verilen bu anlamlı ödülü Durukan ile İpekçi’nin resimleriyle süslü sürmanşetinden kocaman puntolarla ilan etti.
Anlamadığım hangi yüzle?
Milliyet hangi yüzle pay çıkarıyor kendisine?
Başbakan’ın bir “Batsın sizin gazeteciliğiniz” paylamasına, o haberi internet sitesinden sessiz sedasız geri çeken Milliyet değil miydi? Hasan Cemal’i Milliyet’teki köşesinden eden bu haber değil miydi; bugün Namık Durukan’a verilen ödülle gururlanan Milliyet, aynı haberi savunan yazarının arkasında durabildi mi?
Kimin nereye çekileceğini Türk Milleti söyleyecek
“Tiyatro”dan ibaret dahi olsa her gazetecinin “oradaydım” demeyi isteyeceği bir an mı?
Evet öyle bir an!
Ve fakat Kandil’i “şurada toplandık, şurada beslendik, şurada bekleştik, izin vermediler, gidemedik, izin çıktı, huzura kabul zamanı” diye algıda “erişilmez” bir kutlu mabed gibi tasvir etmeyi gerektirir mi?
Asla!
Konsepte uygun -hani hatıra fotoğrafı filan çektirmek gerekirse uygun olsun araziye- haki renkli paspal kıyafetlerini çektiler... Barzani, PKK ve Öcalan paçavraları önünde yedikleri tavuk-pilavdan bir kahramanlık hikayesi çıkarma gayretindeler...
Çıkmaz!
Her şey bir yana yanlış adresteler;
Sanıyorlar ki, Karayılan’ın ağzından çıkacak iki laf belirleyecek bu ülkenin geleceğini...
Nasıl kaldırdıysa mideleri, 30 yıldır kanımızı emen bir çift dudağa kilitlendiler; şehit kokan, gazi kokan, kan kokan, barut kokan, diri diri yanmış bebekler kokan, beddua kokan, anaların gözyaşı kokan o ağzın içine düştüler...
Halbuki PKK’lı katiller değil;
Geçtiğimiz hafta sonu İzmir’de toplananlar, birkaç gün önce Ankara’da buluşanlar, 23 Nisan’da bayramlarını kutladıkları için soruşturmaya uğrayanlar, Anadolu yollarına düşmeye hazırlananlar, üniversitelerde saldırıya uğrayanlar, “akilller”i konuşturmayan “arif” insanları bu ülkenin; isimleri, kendilerini konumlandırma biçimleri ne olursa olsun tek vatanda, tek millette, tek bayrakta, tek dilde, tek devlette ve Türk kimliğinde buluşanların “tercihi” şekillendirecek Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini!
Onlar “mücadele” derse, asıl o gün göreceğiz kimin nereye çekileceğini!