'O gazeteci' muammasında çirkin perde
Yazmaya başlamadan önce şunu sordum kendime:
Medeni ölçülerde yapılabilecek bir konuşmaya, adabı muaşeret yoksunu bir üslupla “Sen kimsin, nesin...” diye başlayan biri, böyle bir “hak teslimi” ne değer mi?
Muhatap olduğum saldırgan, art niyetli, tehditkar tavırdan sonra emin olun bütün kalbimle “değmez” diyorum. Ama işte bu gazetecilik adabı, ahlakî düşkünlüğüm yok mu! Biri “Hayır ben yapmadım” diye feryadı basmışken, kulaklarını tıkayan maymunu oynamayı beceremiyorum, duymamazlıktan gelemiyorum.
***
Mevzu “o gazeteci” !
Hani şu Kırgızistan-Moğolistan gezisinde, MHP’yi ETA’nın siyasi uzantısı durumundaki Batasuna ile özdeşleştirip, Başbakan’a “şöylece kapatabilirsiniz” aklı veren kişi!
Dün bu köşede, Ankara’da kulağıma çalınanları paylaşmıştım. Söz konusu soruyu sorduğundan şüphelenilen bir Ankara Temsilcisi, kendi üzerindeki kuşkuları dağıtmak üzere yaptığı bilgilendirmede Adem Yavuz Arslan’ın adını işaret etmişti. (Adem Bey dün sabah arayıp bunun doğru olmadığını söyledikten sonra teyid amacıyla bir kere daha aradım, cevap değişmedi.)
***
Anladığınız üzere dün Adem Yavuz Arslan’ın öfke dolu sesiyle başladım güne.
Adem Bey aradığında, “Size verilen bilgi yanlış, o soruyu soran ben değilim. Bu yanlışı düzeltmenizi rica ediyorum...” deseydi, -hakkıdır- sonuna kadar haklıydı.
Fakat o ne yaptı?
Söze “Sen kimsin...” diye başladı, dakikalarca yazdıklarımı “kendisini karalamak üzere uydurduğum” önyargısıyla saydırdı, dava açmaktan adımı lekelemeye kadar yığınla tehdit ifadesi kullandı...
Benim cevabım mı?
Önce “Üslubunuza dikkat edin, siz benimle bu şekilde konuşamazsınız. ’Senli-benli’olan insanlar değiliz... Ben ’siz’diye hitap ediyorum, sizden de aynısını bekliyorum...” uyarısında bulundum.
Tepeden, aşağılamaya, sindirmeye dönük tavrında ısrarcıydı.
Kimsenin yazdıklarım yüzünden mağdur olmasını istemem, sırf bu yüzden sabırla, nezaketimi koruyarak dinledim.
Tane tane, tekrar tekrar, ’kendisini tanımadığımı, hiçbir kişisel meselem olamayacağını, yazdıklarımın bir duyumun aktarımı olduğunu ve kendisinin aksi yöndeki sözlerini de gocunmadan yayınlayabileceğimi, benim için asıl olanın o veya bir başkasını töhmet altında bırakmak değil gerçeği ortaya çıkarmak olduğunu...’ izaha çalıştım.
Hani derler ya “Kime söylüyorsun...”
Hal böyle olunca sonuca varmayacağı belli olan bir konuşmayı uzatmanın, aynı şeyleri tekrarlamanın ikimize de faydası olmadığını ifade ettim. Dinlemedi, devam etti.
“Kul hakkı” nı sandığından çok önemserim, dolayısıyla üzerimde kalmasın, Adem Bey de uçakta Başbakan’a sorulan o soruyu gazetecilikle yan yana getiremediğini, kendisinin BDP’nin kapatılmaması gerektiğine dair yığınla yazı yazdığını, böyle bir sicilin üzerine MHP’nin kapatılmasını gündeme getirmesinin söz konusu olamayacağını, adının böyle bir olayla yan yana gelmesinden rahatsızlık duyduğunu söyledi.
Madem kendisi de bunu mesleki utanç sayıyor, soruyu soranı söylemesini istedim. “Bunu nasıl söylerim” dedi. İyi de bu “gizli kalması gereken haber kaynağı” ndan alınmış bir bilgi değil ki; gazetecilerin yazılmak üzere sorduğu sorulardan biri, hiçkimse değilse o soruyu soran kişi şimdiye kadar çoktan ortaya çıkıp “Ben sordum” diyebilmeliydi. Tek başına bu “gizleme” gayreti bile garip değil mi?
***
Son dönemde yerleşen alternatif hukuk aksini işletse de olağan koşullarda suçsuzluk değil suçtur ispatlanması gereken. Bir insan “Ben yapmadım” diyorsa onu “yapmadığını ispata” zorlayamazsınız. Bu mantıkla dinledim Arslan’ı. “O soruyu ben sormadım” dediğinde “Peki, bunu okurumla paylaşırım” dedim. Maksadımın olayı üzerine yıkmak olmadığını anlasın diye “işin aslı” nı sormak üzere kendisini aradığımı hatırlattım. Ama trajikomik biçimde, o tam tersi bir anlayışla geldi üzerime. Bütün bunların “benim uydurmam” olduğundan -her nasılsa- emindi. Gazetecilik dersi vermeye kalkışan birinin verdiği peşin hükümden milim geri adım atmaması çelişki değil mi?
Yeri gelmişken çok merak ettiğim bir hususu sorayım:
Yüzlerce insana hüküm giymediği halde peşin ceza çektiren dava süreçlerini “usulü boşverin esasa bakın” mantığıyla desteklemek, teşvik etmek insana “kul hakkı” vebali yüklemez mi?
***
Ben, yazmadan önce sizi arayarak da, yazdıktan sonra “Ben değilim” itirazınızı -sizin öyle bir niyetiniz yoktu ama hadi “düzeltme” diyelim- düzeltmenizi bu köşeye taşıyarak da “iftira” maksadıyla hareket etmediğimi, “çamur at izi kalsın” cılardan olmadığımı ortaya koydum.
Gelelim size;
Daha ne bekliyorsunuz?
Hatanın telafisi değilse derdiniz, neyi amaçlıyorsunuz?
Neydi o “Ben de sizinle ilgili bir senaryo yazarım, adınızı temizlemeye çalışırsınız!..” cümlesi; tehdit mi?
Elinizden geleni ardınıza koymayın!
Burası dönüştürülmek istendiği gibi gugukistan ise bilemem tabii, ama bir hukuk devleti ise “O soruyu şu kişinin sorduğu söylendi... Ulaşabilseydim şunu şunu soracaktım...” demenin suç olmadığını sanıyorum.
Siz yine de durmayın, vaat ettiğiniz(!) davayı açın ki “tahammül” görsün dostlar, “hürriyet” görsün, “demokrasi” görsün... Hı en önemlisi “barış” görsün!
---------
Not: Adem Yavuz Arslan “Size hakkımı helal etmiyorum” diye kapadı ya o telefonu; şunca laftan bir bu yaktı canımı! PKK’lı canilerle helalleşilen şu günlerde, gösterdiğim bütün sabır, nezaket ve iyi niyete rağmen helalleşilemez ilan etti ya beni; ben neymişim be dedirtti! Öcalan’dan beter; tühhh bana! Esefle kınıyorum kendimi!