Nuray Mert'in uhulet suhulet çağrısı
Göz göre göre yön değiştirip, iktidar erkine sarılıp suni duruşlar anlamının geçer akçe olduğu dönemde fikir namusunda hassasiyet gösterenleri mumla arar hale geldik. Dünün postal yalayıcılarının bugünlerde özgürlükçü, demokrat kisveleri mide bulandırırken, bastırılmış duygularını dışa vurup, intikam hırsıyla kalemlerini kiralayanlar kusturuyor insanı.
Askeri darbe, sivil darbe gibi henüz içi doldurulmamış kavramlar üzerinden ucuz siyaset yapanların “Sivilleşme” konusunda her hangi projelerinin olmadığını düşünüyorum. “Var” diyen bir adım öne çıkar ve açıklarsa da bu sütunlar sonuna kadar açık olduğu gibi, düşüncelerine katılmasam da en azından alternatif çalışmaları var diye destekleyeceğim.
Kurda dair 40 hikayeden birisi de suyu bulandırmaya dairdir. Suyu bulandırmayı görev sayanlar bir anda daha düne kadar yere göğe sığdıramadıkları Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün hakemliğini peşinen kabullenmediklerini beyan ediyorlar. Gece yarısı operasyonunun anayasaya aykırı olduğunu bile bile köşkün anayasaya aykırı yasayı onaylaması için topyekün asimetrik psikolojik harekat başlattılar. “Yüce Divan” gibi ara formüllerin gerginliğini yumuşatmaya yönelik “Gaz alma operasyonu” olduğu da ortaya çıkmış durumda. Bütün bunlara rağmen yanlış hesabın Bağdat’tan döneceğine inancımı tekrarlayıp, Nuray Mert’in “Sivilleşme değil Savruluş” başlıklı yazısını ele alalım.
Radikal’e devam etmekle beraber, Hürriyet’e terfi eden Nuray Mert ile ilgili olumlu ya da olumsuz görüşlerimi bu sütunlardan birkaç defa yazmıştım. Dünya görüşlerimizin çok farklı olduğu Mert ile asgari müştereklerimiz elbette var. Nitekim dünkü Hürriyet’te Askeri vesayete biriken tepkiler komplekslerle, öfkelerle, acemilikle, rövanş duygularıyla ve hatta yıllarca laf edilmeyen Baba’ya karşı ergenlik buhranına karşı çıkmalarıyla karışmış bir buhrana dönüşmüş durumda. “Bu uluslararası konjonktürde bu türden bir kusmanın ortaya çıkması da müsait. İşte yaşadığımız bu !” tespitini yapan Nuray Mert’in bu sözlerine katılmamak mümkün mü?
Bunun demokratikleşme olmadığının altını çizen Mert, bu işlerin uhulet ve suhulet ile her zaman olmadığının da altını çiziyor.
“Demokratik ortam için gereken asgari toplumsal mutabakat yok. Kurumlar arası uyuma giden bir süreç ufukta gözükmüyor. Mevcut kurumların hiç birinin toplum nezdinde güvenirliliği kalmadı. Bir kuruma güvenen diğerine düşman görünüyor”
Hukuk şemsiyesi o kadar delik deşik oldu ki, herkesin savcısı kendine noktasına gelmiş vaziyetteyiz. Kendimizi kandırmayalım. Böyle bir ülkede demokrasi falan işlemez. Gücü eline geçiren diğerinin canına okur.
Askere gık diyememekten askere sövmenin meziyet hale geldiği noktaya doğru hızlı bir savruluş söz konusu, bu sivilleşme değil, savruluş.
Demokratikleşme kavgası vermekle, kavga etmeyi demokratikleşme zannetmek farklı şeyler. Bunu anlatmakta zorlanırsak, demokratikleşmede, sivilleşmede de çok zorlanırız.
Ufuk çizgisinin sert üslubuna rağmen Nuray Mert’in bu sağduyulu satırlarını okuyucularımla özellikle paylaşıyorum. “Sivilleşme değil, savrulma” diye güzel ve doğru bir tespit yapan Mert, “Düpedüz alabora olmaktan bahsediyorum” derken Türkiye’nin bölgede çıkacak krizlerde, savaşa, çatışmaya karşı dik duramayacak hale gelmesinden bahsederken, barışçı bir politika izlemek için gereken gücü de söylüyor.
Katılırsınız, katılmazsınız, ama Nuray Mert’ten bundan sonra da böylesi yazılar beklediğimi ifade ederken, uhulet ve suhulete olan ihtiyacımızı hatırlatıyorum, ama her alanda.