Noel Baba’nın demokrasimiz üzerine etkisi...
Bundan on yıl kadar önce, liseli gençler tarafından çıkartılan bir dergiden yılbaşı hakkındaki fikirlerimi belirtir bir yazı istemişlerdi. Ben de doğal olarak “samimi” duygularımı gayet salihane bir şekilde yazmıştım, lâkin yazı “sakıncalı” bulunmuş yayımlanmamıştı.
Yazının “sansür kurulu” ndan geçmemesi, liselerimizin encamına dair bir ipucu vermekle beraber Türkiye’deki demokrasi anlayışındaki sakatlığı da gözler önüne sermekteydi.
Aslında Türkiye’de sadece iktidarlar değişiyor, her şey aynı. Biz sadece değiştiğini zannediyoruz. Daha bir kaç gün önce bir sohbet esnasında “demokrasi diye bir şey yok galiba, kandırıldık!” demiş, tepki ile karşılaşmıştım. Hazirunu sakinleştirdikten sonra şöyle savunmuştum kendimi “Darbe döneminde, sol iktidarlarda, sağ iktidarlarda, İslamcıların iktidarlarında hep aynı şeyleri yaşamamız, yaşadıklarımızın ’normal’ olduğunu gösteriyor. Doğal olarak iktidarların bir suçu yok, demek ki demokrasi denilen şey aslında yok veya böyle bir şey” .
Acıydı ama çok güldük...
Yanlış hatırlamıyorsam şimdilerde bizi yönetenlerden biri “Demokrasi bir araçtır” demişti bir zamanlar. Haklıydı. Türkiye’de “hâkim sınıflar” iktidarlarını muhkemleştirmek için kullandılar demokrasiyi. Hâkim olmayanlar ise “hâkim unsur” olabilmek için. Demokrasi nutukları ile gelenlerin “rövanş”, “kayıp hakların telafisi” adı altında ülkedeki kurumların içine etmesi bu durumun yansıması.
Nitekim bu topraklarda “demokrasi” muhalifken tatlı bir meyvedir, iktidarken değil. Eğer bir gün bir “kahraman” , rövanşa değil “hakka” odaklanırsa en azından güzel bir başlangıç yapmış olacağız.
“Noel Baba” da “var” zannettiğimiz demokrasimizin vazgeçilmez bir unsuru. “Hadi canım!” demeyiniz. Kendileri yılbaşı meselesi üzerinden vuruştuğumuz sembollerden biri değil mi? Noel Baba önemli bir figür. Neo-İslamcı’nın birilerini “taklitçi/Batı uşağı” , karşıdakilerin de birilerini “gerici” diye yaftalayabilmesi için el altında tutulması gereken önemli figürlerden biri.
Sermayenin “Müslüman” hanelere girmesi bu cephede İslamcıları zor durumda bırakıyor. Nitekim ekonomik sınıfın değişmesiyle birlikte “alışkanlıklar” da değişiyor.
Modern suret ve libaslarına “türban” takviye ederek “muhafazakâr” olduğunu zanneden “İslamcı tiki” lerin içkisiz-dansözsüz yılbaşı kutlamaları tertip ederek surda “gedik” açmaları bunun güzel örneklerinden biri.
Bir de Mekke’nin fethi durumu var ki o daha da büyük bir fecaat arz ediyor. Şöyle ki; Miladi 11 Ocak’ta fethedilen Mekke, İslamcıların yılbaşı keyfinden mahrum kalmaması için 1 Ocağa çekiliverilir, sonra da “yılbaşı kutlamayın kardeşlerim hadi gelin Mekke’nin fethini idrak edelim!” diye safa çağrılır.
Meraklı İslamcıya şu önemli bilgiye vereyim: 1 Ocak Peygamber Efendimizin Mekke’yi fethetmek için “Medine’den çıktığı” gündür, Mekke’yi fethettiği gün değil. Eğer kutlayacaksanız “Medine’den Mekke’yi fethetmek için çıkış günü” nü kutlayın...
Anlayacağınız durum bu kadar trajik...
Hemşerilik hukukumuz da olan St. Nicholas, Patara’da doğduğu zaman Türk demokrasisi üzerine bu kadar etkisi olacağını düşünmüyordu hiç şüphesiz. Ve “dayatma” da olsa, dünyanın ortak değeri olacağını düşünemezdi.
Biz ne kadar dalga geçsek de, Noel Baba “figürü” başarılı bir mutfak çalışmasıyla “dünya malı” yapılmıştır. Bugün, dünyanın değişik dinlere mensup pek çok ülkesindeki çocuklar evlerinde ren geyiklerinin çektiği kızağı ve kırmızı pelerini ile Noel Baba’yı bekliyorsa bu, Batı’nın büyük oranda “kurgulanmış” bir papazı dünyanın ortak değeri yapan çalışmanın başarısıdır.
Bunda diğer dünya insanının, pozitivistleri/modernistleri de dahil, saflığının etkisini atlamamak lâzım...
Müslüman bir alimin deniz üzerinde yürüme hikayesini veya herhangi bir “basit” kerametini dahi “hurafe” olarak değerlendirip bilimin çöplüğüne atan Comte aşıklarının Noel Baba’yı veya sevgililer gününün azizi Valentin’i “bilim laboratuvarı” na sokmaması hiç gözümüze çarpmaz ve şüphelenmeyiz...
“Bırak bu gerici ağızları!” diyenlere son sözüm şu olur: İyi yıllar efendim, iyi yıllar...