Nobel ödüllü katliam

Azerbaycan Kars Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu, “Kanlı Ocak” faciasının 20. yıl dönümünde demokrat dünyanın, yüzlerce Türkün tankların altında ezilişine seyirci kaldığını hatırlattı


Azerbaycan halkının tarihine Kanlı Yanvar Faciası (Kanlı Ocak Faciası) olarak dahil olmuş 20 Ocak 1990 tarihli olayların üzerinden tam
20 yıl geçti.
Yirmi yıl önce Azerbaycan halkının kaderinde kötü ve korkulu günler yaşanıyordu. Halkımız saldırıya uğramış, suçsuz insanlar kurşuna dizilmiş, tankların altında ezilmişti. 20 Ocak faciası Azerbaycan halkını korkutmak, onun milli uyanışını, toprak (Karabağ) uğrunda azmini mahvetmek, onurunu kırmak amacı taşıyan menfur planın bir hissesiydi.
20 Ocak, Azerbaycan halkının tarihinde, sadece ağıt ve acı ile hatırlanacak gün değil. 20 Ocak hem de halkımızın şan ve şeref günüdür. Unutmamalıyız ki, o gün caddeleri boyamış al şehit kanları bir anlamda milli ülkümüzün uyanan güneşinin kırmızı şafağını simgeliyordu. Halkımız o gün üstüne saldıran dehşet verici kabusa, Sovyet askeriyesinin korkunç güruhuna karşı göğsünü vermeyi ve kendi kimliğini ve metanetini nümayiş ettirmeği başardı. 20 Ocak olayları Azerbaycan halkının özgürlük mücadelesine kalkmak, çiğnenmiş haklarının, istiklalinin iadesi uğrunda savaşmak azmine sahip olduğunu bir daha gösterdi. 1990 yılının 20 Ocağı Azerbaycan’ın istiklal yolunun ilk şehitlik zirvesiydi.
İnsanlık suçu işlendi
Sovyet Devleti’nin savaş makinesinin o gün Azerbaycan halkına yönelik terör eylemi insanlığa karşı işlenmiş en ağır cinayetlerden biri olarak insanlık tarihinde siyah bir sayfa olarak kalacaktır.
Azerbaycan’ın komşu Ermenistan’ın saldırısına maruz kaldığı ortamda, Sovyet yönetimi, münakaşayı önlemek için kesin önlemler almak yerine, Azerbaycan’a gönderilen ordu birliklerinin terkibine Stavropol, Krasnodar ve Rostov’dan seferberliğe alınan Ermeni asker ve subayları, Sovyet harbi birliklerinde hizmet eden Ermenileri ve askeri okulların Ermeni öğrencilerini dahil ederek, Ermeni tarafında yer almıştır.
Bakü’ye saldıran askeri birlikler (bazı bilgilere göre 60.000 kişi) “dövüş görevi” ni yerine getirmek için iyi bir psikolojik hazırlıktan geçirilmişlerdi:
“Siz Bakü’ye Rusları savunmak için getirilmişsiniz, yerli ahali onları vahşicesine öldürüyor; ekstremistler Salyan Kazarmaları’nın (Bakü’de esas garnizonun yerleşmiş olduğu kışla) çevresindeki evlerin çatılarına keskin nişancılar yerleştirmişlerdir, sadece bu arazide 110 ateş noktası var; apartmanlar, daireler Azerbaycan Halk Cephesi’nin silahlılarıyla doludur, onlar sizi kurşun yağmuruna tutacaklar” ( “Şit” Örgütü’nün
bağımsız askeri eksperlerinin
raporlarından).
Sovyet yönetiminin delilleri gerçeğe yakın olsaydı bile, Bakü’ye tepeden tırnağa silahlandırılmış askeri birlikler göndermeye ihtiyaç yoktu. O zaman Bakü’de içişleri bakanlığına bağlı 11.500 asker, savunma bakanlığına bağlı Bakü Garnizonu’nun askeri birlikleri, hava saldırısından savunma kuvvetleri vardı. 4. Ordu Komutanlığı da Bakü’de konuşlandırılmıştı. Bunlara rağmen 1990 yılı
19 Ocak’ta Mihail Gorbaçov SSCB Anayasası’nın 199. ve Azerbaycan SSC Anayasası’nın 71. maddesini kabaca ihlal ederek, 20 Ocak’tan itibaren olağanüstü hal ilan edilmesi hakkında ferman imzaladı. Lakin KGB’nin “Alfa” grubu 19 Ocak saat 19.27’de Azerbaycan Televizyonu’nun enerji bloğunu bombaladı ve Azerbaycan Televizyonu’nun yayınını imkansız hale getirdi. Gece ise askeri birlikler olağanüstü halden habersiz olan şehre girdi ve ahaliye karşı saldırıya geçti.
Özel gaddarlık uygulaması
Tanklar, zırhlı araçlar Bakü caddelerinde önlerine çıkan her şeyi ezmiş askerler her yanı kurşun yağmuruna tutmuşlardı. İnsanlar sadece caddelerde değil otobüslerde hatta evlerinde otururken bile mermilere hedef olmuşlardı. Yaralılar için gelen ambulanslar ve ilkyardım ekiplerine de ateş açılmıştı. Birkaç gün içinde 137 kişi öldürülmüş, 700 kişi yaralanmış ve 800’den fazla kişi gözaltına alınmıştı.
“Şit” (Kalkan) Örgütü Eksperlerinin raporlarından:
İnsanları özel gaddarlıkla ve yakın mesafeden kurşunlamışlardır. Mesela Y. Meyeroviç’e 21, V. Hanmemmedov’a 10’dan fazla, R. Rüstemov’a 23 mermi isabet etmiştir; Hastaneler ambulanslar kurşunlanmış, hekimler öldürülmüştür;
İnsanlar süngü bıçakla katledilmiştir. Bunların arasında iki gözü kör B. Yefimtsev de var; Kalaşnikof tüfeklerinin ağırlık merkezi değişen 5,54 çaplı mermileri kullanılmıştır. Helak olanlar arasında yetişkin olmayanlar, kadınlar, ihtiyarlar ve engelliler de vardı. Gorbaçov ve çevresindekilerin “aşırı milliyetçiler” olarak adlandırdığı kişiler...
20 Ocak’ta tüm dünya Bakü’de yapılan kıyımdan haberdar oldu. Ama o dönemdeki Sovyet İmparatorluğu’nun ideolojik hoparlörü olan “Pravda” gazetesi 22 Ocak 1990 tarihli sayısında bakın neler yazmış: “Olağanüstü hal ilan edilmesi için alınan önlemler neticesinde güya kadın ve çocukların öldürülmesi hakkındaki beyanatlar açık açık fitne özelliğindedir. Bunun garezli bir yalan olduğunu bir daha tekrar etmek gerekir. Onun amacı ahaliyi Sovyet Ordusu’na ve kolluk kuvvetlerine karşı ayaklandırmaktır”...
Genel siyasetin parçası
20 yıl önce “demokratik dünya” Bakü’deki kanlı terör hadiselerini “Sovyetler Birliği’nin iç meselesi” diye adlandırdı. Sonra da bu “demokratik dünya” eli kanlı Gorbaçov’a Nobel Barış Ödülü verdi.
20 Ocak ve Azerbaycan tarihinde bundan önceki feci olaylar XX. yüzyıl boyunca halkımıza karşı yürütülen düşünülmüş siyasetin tezahürüydü. Azerbaycan Halkına karşı soykırım, Sovyet hakimiyeti yıllarında Azerbaycan topraklarının yavaş yavaş ilhak edilmesi, neticede ülke topraklarının 125.00 kilometreden 87.000 kilometreye düşmesi, Sovyet yönetiminin Ermenilere arka çıkmasıyla başlayan Dağlık Karabağ olayları, Azerbaycan Türklerinin Ermenistan arazisindeki ezeli topraklarından kovulması bu siyasetin aşamalarıdır.
* Hasan Sultanoğlu / Azerbaycan Kars Başkonsolosu


++++++


Dışarıda yazılan, içeride oynanır
Hulki Cevizoğlu’nun Ceviz Kabuğu programında sanırım dört yıl kadar önce bir emekli subayımız “küresel bir gücün” 1960’larda hazırladığı “çok gizli” ibareli bir dosyaya rastladığını söylemişti. Türkiye ile ilgili bölümde dört tane öneri vardı. İki tanesini çok canlı bir şekilde hatırlıyorum.
1- Sovyetler Birliği dağılacak. Dağılınca Türkiye’nin diğer Türk Cumhuriyetleri ile işbirliğine giderek bölgesinde stratejik bir güç olması , gerekirse aralarına bir tampon bölge de konularak, her türlü siyasi, askeri ve ekonomik tedbir alınarak önlenmelidir.
2- Türkiye’de kalabalık bir genç nüfus var. Periyodik olarak onlar kullanılarak ülkede kaos yaratılmalıdır.
Yıl 2010. Acaba küresel güçlerin planları değişti mi? Bir çok olay ve ek olarak Karabağ saldırısı Hocalı katliamı diyor ki, hayır. Ben zaman zaman “Azerbaycanlılar Türkleri sevmez” diye yazan Türk gazeteciler hatırlıyorum. O eski masum ve mutlu günlerimde bunlara inandığımı hatırlıyorum da gülüyorum. Dışarıda yazılan plan içeride oynanır. Acaba Azerbaycan’da da “Türkler bizi sevmez” diye yazan Azerbaycanlı gazeteciler var mıdır? Ne dersiniz?
Mustafa Kemal


++++++


Şehre bir gün hokkabaz gelmiş...
Şehre bir gün, büyük bir hokkabaz
gelmiş...
Temel ile Dursun da methini duydukları hokkabazı görmek için gösteri alanına gitmişler. Alanda toplanan kalabalık, hokkabazın yaptığı numaralarla coşup alkış tufanı koparıyorlarmış... Hokkabaz alanda toplanan kalabalığa dönerek;yeni bir numara yapacağını ve seyircilerin daha bir dikkat kesilmesini rica etmiş!... İki elini birbirine vurarak şaklatmış. Ve aniden izleyiciye dönerek; niye böyle yaptığımı biliyor musunuz? diye sormuş! Alanda toplanan binlerce kişiden çıt çıkmamış...
Hokkabaz cevap alamayınca kendisi cevaplamaya başlamış. Ben her elimi bir birine vurup şaklattığım zaman;
Afrika açlık çekiyor her saniye bir çocuk ölüyor!
Irak’ta insanlar hayatlarını kaybediyor!
Afganıstan’da, bomba yağmaya devam ediyor!
Gürcistan’da ve muhtelif bölgeler de ayaklanmalar oluyor!
Doğu Türkistan’da Çin zulmü devam ediyor!
İsrail katliamlarına devam ediyor!
Kürdistan Devleri kurulması için taşeronlar vasıtasıyla Türk askerine pusu
kuruluyor!
Temel’in gür sesi alandaki sessizliği bozmuş; “Allahsız hokkabaz sen de elini
çırpma o zaman!”
Ben de derim ki; Dünyamızın başına bela olan hokkabaz ve avanesinden insanlık çok çekti ve çekmeye devam ediyor...
Siz de bana dersiniz ki;Allahtan, bizim ülkemizde ne siyasetçilerimiz ne basınımız ne iş adamlarımız ne aydınlarımız arasında hokkabazlarımız yok!
* Abdurrahman Akın / Çay Haber


++++++

Tatlı-sert vizyonumuz
“İsrail Büyükelçisi” sıfatını taşıyan zât-ı muhtereme birkaç soru sormak lazım; Kapıda dakikalarca ayakta bekletildiğiniz zaman ne düşünüyordunuz?
- “Odaya girdiğimde koltuğun alçakta olduğunu fark etmedim, zaten oturma hususunda kimse beni yönlendirmedi ben oraya oturdum” diyorsunuz. Peki gözlerinizde mi görmüyor? Masada tek bir bayrak var ve o bayrak Türk bayrağı değil.
Hadi diyelim bunlara da dikkat etmediniz. Peki İsrail’de Büyük (!) elçi olup da İbranice bilmemek nasıl bir gaflettir? Karşınızdaki hakaretleri dizdirirken, önündeki sehpaya boş boş bakmak nasıl bir duygudur?
Esasında bu soruları Başbakanımıza sormak lazım. İbranice bilmeyen bir insanı nasıl İsrail’e elçi yaparsınız? Bu nasıl bir vizyondur? Dış politikamızı monşerlerin vesayetinden kurtarmak bu mudur?
Bu arada İsrail ile buzlar erimiş müjdeler olsun. 10 adet Heron satın almışız, en kısa zamanda yola çıkacakmış.
Davos fatihi bu canım kolay mı? Ayrıca BOP eş başkanı. Hem döver hem sever. Tatlı sert dış politika yani.
* Gökhan Alkan


++++++

Kinim dinimdir zihniyeti
Geçenlerde bir televizyon programında Abdurrahman Dilipak’ı izledim. “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusuna “Şeriatçı, Müslüman” cevabını verdi. Biz de Dilipak’ı böyle biliriz. Yıllardır bütün iktidarlara muhalefet etmiştir. Geçmiş iktidarları İslami hükümlere aykırı hareket eden yönetimler olarak yerden yerde vurmaktaydı. Oysa izlediğim programda AKP’yi kayıtsız şartsız savundu. Sizce Dilipak bir şeriatçı-İslamcı olarak AKP’yi neden destekliyor?
AKP döneminde; Başörtüsü sorunu çözülmemiştir. Zina suç olmaktan çıkarılmıştır. Ülke hiçbir dönemde rastlanmayan ahlaki bozulma ve sosyal çalkantılarla karşı karşıya kalmıştır. Müslüman görünümlü seksen yaşındaki yazarlar torunu yaşındaki kızlara tacizde bulunmuştur. Yolsuzluk, haksızlık, adaletsizlik, hak gaspı, yandaş kayırma hiçbir dönemde olmadığı kadar artmıştır. Başta Irak olmak üzere Müslümanlar en çok bu dönemde katledilmiştir. İslamcı-şeriatçı yazar Dilipak bu olup bitenlerden haberdar değil midir? Şüphesiz bizden daha fazla bilgi sahibidir. Dikkatimi çeken Dilipak’ın AKP’yi, İslami meseleler ve ekonomik konular üzerinden değerlendirmemesidir. Meğer onun şeriat anlayışı Türk Ordusunun sindirilmesi ve yok edilmesiymiş. Kısacası “kinim dinimdir” diyor.
Dilipak sadece bir örnektir. Aynı değerlendirme kamuoyunun İslamcı-şeriatçı olarak tanıdığı tüm yazar, çizer, aydın, akılveren, yol gösteren takımı için de geçerlidir.
* Settar Kaya


++++++

Hepiniz CIA’ya emanet olun
Umarım ilk kutlayan ben olmuşumdur...
Sayin Fatih Çekirge,
‘Asker! O görev bitti artık!’ başlıklı yazınızla bizleri çok sevindirdiniz. Biz ki yakınlarımıza, komşularımıza, arkadaşlarımıza anlatmak için yırtınıp duruyoruz ‘kimin kim’ olduğunu. Bir türlü olmuyordu. Ama son bir aydır maşallah hiç zorlanmıyoruz. Al kızıl kardeşim bak ne yazmış Mehmet Altan diyorum Komo Selami mort... Al Hacı Emmi bak ne yazmış Fehmi Koru diyorum amcamın tansiyon 25... Yarın yazınızı liboş komşum Celal’e götüreceğim. Elleriniz dert görmesin, basiretiniz hep aynı kıvamda kalsın. Aynı tarz yazıları bol bol bekliyoruz sizden. CIA’ya emanet olun.
Best Regards,
* Erol Osman Badaş


++++++

MİNİ YORUM
Kara teslimiyet
Avrupa’nın sözüm ona Kültür Başkenti’nde, tarih boyunca birçok kere “başkent” olduğuna göre altyapısı, şehirleşmesi mantıken en titizlikle inşa edilmiş olması gereken İstanbul’da kar, daha ilk saatlerinde doğalgaz, elektrik, su sistemlerini alt üst ediyorsa, milyonlarca insan soğuğa, karanlığa, susuzluğa mahkum oluyorsa, bu teslimiyet değil de nedir Allah aşkına?

Yazarın Diğer Yazıları