Nobel de verirler artık
Değil yargılandığı davaya atfen “bombacı” demek “b” dediğiniz anda sistemli bir lincin hedefi oluyordunuz.
Hiç öyle bomba patlattığınız, insanların ölümüne, sakat kalmasına sebebiyet verdiğiniz, adınız son dönemin en dehşetengiz olaylarından biriyle özdeşleşmiş olduğu için filan değil ha...
Takılmış plak gibi tekrarlayıp durdukları “düşünce ve ifade hürriyeti”nizi kullanıp, okuyucunuza yüreğinizi açtığınız için, elinizdeki kalemi “tetik” olarak kullanmak yerine hissettiklerinizı, inandıklarınızı yazmanın aracı yaptığınız için “faşist” oluyordunuz anında;
Ve “vicdansız” ve “yalancı” ve “cahil” ve “taş kalpli” ve “kötü niyetli” ve daha çok kötü, çok çirkin bir dolu şey işte...
***
“Yalnızca” bir “bomba davası” nın sanığı olduğu zamanlarda bile, “Ülkenin yetiştirdiği en iyi kadın sosyologlardan biri”, “İnsan hakları savunucusu”, “Güzel yürekli”, “Parıltılı bakışlı”, “İyi insan” dışında bir sıfat tamlamasına başvurmak yasaktı Pınar Selek hakkında...
Üzerine özenle çekilen cilaya çizik atmaya kalkışmak yargısız infazı gerektiren bir suçtu!
Şimdi bir de roman çıkardı, “belgeli aydın” oldu ya...
Hem de kitabı; “Ben Nobel alacak yazarı hakkında açılan davadan tanırım” diyebilecek durumdaki İletişim Yayınları’ndan çıktı ya...
Zinhar artık gözünün üstünde kaşın var bile diyemezsiniz Pınar Selek’e...
***
O’nun için biz de promosyon korosuna katılıp ayakta alkışlayalım...
Hatta “Nobel Pınar’a yakışır” diye haykıralım avazımız çıktığınca!
Dinamit barutunu bulan Alfred Nobel adına verilen “barış ödülü”nü, Mısır Çarşısı’da 7 kişinin ölümüne, 100’den fazla insanın yaralanmasına neden olan katliamın bombacısı olduğu iddiasıyla yargılanan Pınar Selek’ten başkasına verirseniz hem vallahi, hem billahi gönül koyarız diye sitem edelim peşin peşin jüriye...
Madem saldık ipin ucunu...
Bir de jest patlatalım ki tam olsun...
Mutlaka gözyaşları içinde alkış tutmak üzere orada bulunmak isteyenler olacaktır ya... Sırf ağlamak için dakikada kaç kere göz kırpacaklarını sayabilmek uğruna canlı yayında, -böyle hastalıklı bir zevk için yani- iyice abartalım, İsmet Berkan, Hasan Cemal, Şahin Alpay, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Cüneyt Özdemir, Balçiçek İlter, Derya Sazak, Banu Güven, Cengiz Çandar ve Yasemin Çongar’ın gidiş biletini biz alalım...
Dönüş olmaz ama...
Bu ekibe “güle güle” demenin manevi bir tatmini de var da, Oscarlık performans gerektirir “hoşgeldin” diyebilmek geçip karşılarına...
Hadi bakalım; tez vakitte Nobel’ler yağa başınıza...
+++
Kendini satıştan sorumlu köşe yazarı ilan etti
Hasan Cemal’in kızdığı kadar var yani...
Eski patronu, böylesine büyük bir “satış”ta, en tecrübeli çalışanından faydalanmayı ihmal etmiş; olacak iş mi!
Bakın dünkü yazısında nasıl dürüst, nasıl samimi biçimde dile getirmiş hislerini:
“Gazetenin satılmış olması değildi bende burukluk yaratan.
Bendeki burukluk ya da rahatsızlığın nedeni başka yerdeydi.
Gazeteci milleti olarak satış sürecinde yine seyirci kalmış, pasif davranmıştık.
Sonuç olarak bir buzdolabı fabrikası gibi içindekilerle satılıp gitmiştik. İlk kez de olmuyordu bu.”
Ve üzgünüm Hasan Cemal ama içimden bir ses bunun hayatındaki son satış/satılış da olmayacağını fısıldıyor kulağıma...
Madem tutturduğun yolun yol olduğunda ısrar ediyorsun, o zaman piyasanı yükseltmeye bak da ağlama bir dahaki satışından sonra da...
+++
Düşmanı yenip telekulağa yenildiler
Bugün iki kız kardeşin ağzından milli mücadele kahramanı olan babalarının hikayesini yayımladık Yeniçağ’da... Röportajda hiç girmedim o konuya ama “korku imparatorluğu”nun hürriyet için çarpışmış bir babanın çocuklarını nasıl “esir” ettiğini yazmazsam olmaz.
Biri 82, diğeri 67 yaşındaki bu iki asker kızı, bir tanesinin eşi de uzun yıllar terörle mücadelede aktif görev almış bir subay üstelik; telefonda dertleşirken sansür uyguluyorlarmış birbirlerine, “söyleme lütfen böyle” diye...
Bu yaşta, gözlerinden dahi okunan vatan ve millet aşkıyla; yine de korkuyorlar bir sabah kapıları çalınır da “terör suçlusu” yapılırlarsa diye...
Bunun üzerine, gerek var mı başka bir şey demeye...
+++
Sana bir Iğdır bir de Erzurum bileti almalı...
Benim ilkokul dördüncü sınıfta keşfettiğim yönteme başvuruyor sanki;
“Hımmm yine trafik haftası mı geldi... Annneeee nerde benim geçen yılki yazı klasörüm!”
Amberin’in de 24 Nisan’ı gelmiş...
Geçen yıl yazdıklarını hatırlayınca, etrafa karbon kağıdı kokusu veren yazısından kısa bir alıntı: “Busayrah adında bir köye gittik. Köy okulu yapılırken kazı çalışmaları sırasında toplu bir mezar bulunmuş. Bunu teyit etmek mümkün değil ama köylülerin atalarından duyduklarına göre, köye yakın bir bölgede, bir kampta tutulan yüzlerce Ermeni, Osmanlı güçleri tarafından öldürüldükten sonra cesetleri birbiri üzerine yığılmış. Gömülmemişler dahi...”
Teyit etmenin mümkün olmadığı rivayetlerden fitne senaryoları üreteceğine her türlü (yazılı, görsel...) belge ile teyit edilmiş olan Hocalı soykırımının gömülmeden birbiri üzerine yığılmış kurbanlarını gösteren fotoğraflara da baksana bir ara... Katledilen Türk olunca ağıt yazmak gelmiyor mu içinden yoksa...
Eğer gazetesinde yapılan yorumların “boş atıp dolu tutma çabası”ndan öteye geçmesini istiyorsa Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’ya bir önerim olacak. Bence derhal iki bilet almalı Amberin Zaman’a...
Biri Iğdır’a Obaköy’e... Diğeri Erzurum’a Tepeköy’e...
Bir de kimsenin “it-köpek kemiği onlar” diye itiraz edemeyeceği, bilim adamlarınca teyit etmenin hiç de zor olmadığı “toplu mezar”la tanışsın bakalım... Belki art niyet yoktur da cehaletindendir oraların adını anmayışı.
+++
Yaşasın adalet, yaşasın ileri demokrasi
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TEKEL işçilerinin 4/C statüsüne geçirilmelerini protesto için düzenlenen eyleme katılan eski DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve TKP Genel Başkanı Erkan Baş ile çok sayıda sendikacının da aralarında bulunduğu 111 kişi hakkında, “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefet ettikleri” iddiasıyla dava açtı!
Suçları ne?
İşçilerle dayanışmak... En fazla sokaklarda yürümek ve slogan atmak...
Bunu yaptıkları için zaten polis tarafından coplandılar, gözlerine biber gazı sıkıldı, soğuk suyla dolu havuza atıldılar...
Normal koşullarda; sanık değil, mağdurlar...
Ama yüce mahkeme; şimdi onların her birini 3 yıl 6’şar aydan 8’er yıla kadar hapis cezasıyla yargılayacak...
Bu 111 kişi, emekçilerin hak arama eylemine katılmak ve destek vermek yerine kaçak inşaat yapsalardı, malzemeden çalıp onlarca insanı öldürselerdi, askerden kaçsalardı, çocukları taciz etselerdi, trafik kazalarında aileleri katletselerdi; çok daha az cezalarla kurtulacaklardı!
Yasasın adalet...
Yaşasın “ileri” demokrasi!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Şerefsizliğin adres tarifi
Geçen gün Devlet Bahçeli, MHP milletvekili adaylarına konuştu. Basın ve televizyonlar o çok ciddi konuşmayı görmezden geldiler. O konuşmadan bazı bölümleri aktarmakla yetineceğim, gerisini de vatandaşa bırakacağım:
İktidarın kimlik kartı
“Açılım denilen yıkım rezilliğini milletimize allayıp pullayıp milli birlik ve kardeşlik projesi diyerek kabul ettirmeye çalışan bu iktidardır.
Ermenilere maç bahaneleriyle tarihimizi sorgulatan, Kıbrıs’ı Rumlara ’yes be annem’ diyerek peşkeş çeken bu iktidardır.
PKK’lı canileri himaye eden, peşmerge bozuntusunu abi, kardeş, dost seviyesine çıkartan bu iktidardır.
Polise tokat atılmasına ortam ve kopyacılara zemin hazırlayan, Mehmetçiği darbeci diyerek köşeye sıkıştıran bu iktidardır.
12 Eylül’le hesaplaşmak için milletimizi aldatan, 28 şubatçılara sesini çıkarmayan, 27 Nisancılara son model araba hediye eden bu iktidardır.
Davos’ta sahte çıkışla İsrail’e one minute diye efelenen, ancak Irak’ta, Afganistan’da milyonlarca Müslüman’ın kanına girmiş olanlara sesini dahi çıkaramayan bu iktidardır.
Mehmetçiğin kanını döken teröristlere Habur’da karşılama törenleri düzenleyen, adaletin güvenirliğini ayaklar altına alan ve vicdanları kanatan bu iktidardır.
Öfke nöbetleri
“İmralı’yla görüştüğü halde, önce bunu reddeden, sonra topu devlete atan, arkasından da Avrupalı dostlarının huzurunda ayakta hesap verirken ikrar eden bu iktidarın başı Recep Tayyip Erdoğan’dır
Bu hakikati geçtiğimiz yıl milletimizle paylaştığımızda, öfke nöbetlerine girerek ve gözünden nefret dalgası yayılarak bizi şerefesizlikle suçlamıştı.
Şimdi her şey netleştiğine göre...
Başbakan Erdoğan şereften ne anlamaktadır?
Şerefsizlik bundan böyle kimin boynunda asılı duracak ve kimin sıfatı olacaktır?”
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Yüksek Seçim Kurulu’nun 12 bağımsızı veto kararına karşı başlatılan toplu saldırı, bu ülkede hukuka olan saygının ve “mahkemeler bağımsızdır biz etkide bulunamayız” lafının ne kadar palavra olduğunu bir kez daha gösterdi. Başlatılan sokak terörü de BDP’nin demokrasiye saygısının bir başka ifadesiydi.
(...) Dillerinden hukuku ve barışı düşürmeyenler işlerine gelmeyince ne hukuk dinliyor ne barış...
Yazık...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Yandaşlara müjde yalakalık geni bulundu sonunda
“Yalakalık” doğuştan geliyormuş. Brown Üniveristesi’nin araştırması DARP-32 isimli geni taşıyan kişilerin “yalakalığa meyyal” olduğunu gösteriyor.
Bu haberi okuyunca eskiden düzgün insanlar olduklarını zannettiğim bazı kişilerin nasıl olup da AKP yalakası olabildiklerini daha iyi anladım.
Onlara boş yere kızıyormuşum, meğerse ellerinde olmadan yalakalık yapıyorlarmış.
Böylece yandaş medyanın insan kaynakları servislerine yeni bir görev de düşüyor.
Bundan sonra kadroya alınacak peronelden istenen nüfus cüzdanı sureti, terhis belgesi, ikamet ilmühaberi gibi belgelerin yanısıra bir de “DARP-32 geni taşıdıklarına ilişkin” de bir belge istemeleri gerekecek.
Yalakalık insanların suratlarına bakılarak anlaşılmayacağı için işlerini tesadüfe bırakmamaları açısından bu yararlı olacaktır.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Başkent de İmralı olsun bari(!)
Bu meseleyi başımıza bela eden kendileri. Durup dururken Kürtçülük açılımı başlatan onlar. Şimdi ne yapacaklarını şaşırdılar, böyle anlamsız sözlerle milleti avutmaya ve uyutmaya kalkışıyorlar.
(...) Bir Türkiye Cumhuriyeti düşünün ki, belli konularda artık İmralı Adası’ndan yönetiliyor, direktifler oradan veriliyor, devlet yetkilileri ile görüşmeler ve pazarlıklar orada yapılıyor.
Bu adamın eşkıyaları ile dağlarda vuruşan, yanıbaşlarında yaralanan ve şehit düşen arkadaşlarının ardından gözyaşı döken nice askerler şimdi Silivri Cezaevi’nde tutuklu.
Adına Abdullah Öcalan denilen şahıs ise İmralı’da krallar gibi ağırlanıyor, üstelik devleti oradan yönetiyor.
Vay benim Türkiyem vay, Tayyip seçim kazansın diye ne günlere kaldık!
Emin Çölaşan / Sözcü