Niye hâlâ uyuyoruz?

Yabancı profesörler cirit atıyor ülkemizde... Karadeniz’i çaktırmadan delik deşik ediyorlar. Kimse sormuyor, sen kimsin, ne arıyorsun
KAZ Dağları.
Yazmaya fırsat bulamadım...
Kazıyorlar.

*
Hepimizin, ama öyle ama böyle bir tahsil hayatı var. Diploma aldık çeşitli liselerden, üniversitelerden... Okuduk, memleketimizde ne var, ne yok.

*
Ne biliriz Kaz Dağları hakkında?
Milli park, bol oksijen, orman, dünyada sadece burada yetişen 21 çeşit bitki türü, sızma zeytinyağı, şelaleler, termal oteller, Edremit Körfezi manzarası, falan.
Ukala dümbeleği olanlarımız, Homeros’un İlyada Destanı’ndan bahseder, efendim Zeus’un sevgilisi İda diye bir afet varmış, Zeus’un karısı Hera bu ilişkiden kıllanınca, İda canını kurtarmak için buralara kaçmış, o nedenle, dağın asıl adı, İda Dağı’ymış... Sonra Türkler gelince, yörük kültüründe önemli yeri olan “kaz” nedeniyle, buranın adı Kaz Dağı olmuş. Sadece kaz da yokmuş, porsuk varmış, sincap varmış, hatta istatistiklere göre, 250 tane ayı varmış.

*
Zeus’u da biliyoruz.
Ayıyı da.
Bi tek neyi bilmiyormuşuz?
Burada altın olduğunu!

*
Her sene ona buna ihale vermek için kitapları yenileyen Milli Eğitim Bakanlığı’ndan herhangi biri çıkıp, “Çocuklar, burada altın da var” dedi mi, bugüne kadar?
Demedi.
Enerji Bakanlığı?
Demedi.
Mühendisler, ordinaryüsler?
Demedi.
E bi de bakıyoruz ki, adamın biri, dağı kiralamış, haldır haldır kazıyor, altın için.

*
Aklımız neredeydi?

*
Madeni buluyor, kimsenin haberi yok, sonra o araziyi alabilmek için Ankara’da faaliyete başlıyor, ihaleye çıkarttırıyor, ihaleye çıkarttığı yer “ıssız dağ-taş” kabul edildiği için, komik paralara kiralanıyor... Geçmiş olsun.
Uyuyan sadece devlet de değil.
Bugün Türkiye’de çok önemli bir madeni çıkaran bir şirket, o madenin bulunduğu araziyi, çok önemli bir holdingimizden kiraladı... Araziyi kiralayan holding, kendi arazisinde çok önemli maden bulunduğunu, kiraladıktan, maden açıldıktan sonra fark etti!

*
Yabancı profesörler cirit atıyor ülkemizde... Karadeniz’i çaktırmadan delik deşik ediyorlar. Kimse sormuyor, sen kimsin, ne arıyorsun birader, bi de biz bakalım şuraya, demiyor.

*
Hep en son biz mi öğreneceğiz? Maden bulunan yerler, anca maden açıldıktan sonra mı girecek okul kitaplarımıza? Bu durum, deprem olduktan sonra “orada fay varmış meğer” demeye benzemiyor mu? “Aslında petrol var, kasten çıkarmıyorlar” iddiaları, dayanak kazanmış olmuyor mu?
Gabar da bizim... Kaz Dağı da.
Vatan dediğin, sadece “çakıl taşı” edebiyatı mıdır? Ne zaman vazgeçeceğiz, kaz gibi yolunmaktan?
*Yılmaz Özdil/Hürriyet

Altın dağları...
Bir La Fontaine hikâyesidir...Yaşlı çiftçi, ölüm döşeğinde oğullarını yanına çağırır... Çocuklar tembel cinsinden olsa gerek.. Onlara der ki, “Tarlamızın bir yerine altın sakladım...
Ben öldükten sonra kazın tarlayı, bulun altınları... Baba ölür.. Çocuklar kazma kürek tarlaya saldırır.. Baştan başa kazarlar... Ne altın var ne bir şey... Hazır kazmışken bir şeyler ekelim derler.. Ekerler.. Mevsim sonunda iyi ürün elde ederler... Satarlar, para kazanırlar... Sonunda anlarlar ki altın tarlanın kendisidir...
Bu hikâyeyi Kaz Dağı’nı talan eden harami şirketlere anlatmalı... Altın o dağların kendisidir. Birkaç kilo altın için talan ettiğiniz doğa, altından çak daha değerlidir...
Anlarlar mı?
*Melih Aşık / Milliyet

Radikal cevabını Milliyet’ten aldı
Avni Özgürel’in tarihteki Türk- Amerikan ilişkilerini ele aldığı yorumu Radikal’de, “Geçmiş ABD’yi ikna çabasıyla dolu” başlığıyla yayınlandı. Yazının altbaşlığında yer alan, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten başlayarak, Amerikan yönetimini hoş tutmaya çalışmayan Türk siyasetçisi olmadı. Ama Amerika’ya yaranmayı başarmış olanı da çıkmadı...” ifadesiyle Atatürk neredeyse Amerikancı gibi ilan edildi. Aynı gün Milliyet’teki köşesinde, “ Amerikan mandası” başlığıyla yazan Melih Aşık, kazın ayağının hiç de öyle olmadığını Radikalcilere gösterdi. İşte Aşık’ın konuyla ilgili yazısı ve yorumu:
Mustafa Kemal Samsun’a çıkıp Kurtuluş Savaşı hazırlıklarına başladığında İstanbullu aydınlar bağımsızlık savaşına inanmamaktadır. Ahmet Emin Yalman, Halide Edip gibi Amerikan okullarından mezun aydınlar bir üçüncü yol olarak Amerikan mandasını görmekte, onlarla birlikte Bekir Sami, Albay Kara Vasıf, Refet Bele, İsmet İnönü gibi askerler de Amerikan mandasını İngiliz sömürgesi olmaya ya da bağımsızlığa yeğ tutmaktadır.
Erzurum ve Sivas kongrelerine bu baskılar altında gidilir... Manda isteklerine Mustafa Kemal’in koyduğu nokta şu sözlerde ifadesini bulur:
- Şu size okuttuğum telgraflara, mektuplara, tavsiyelere bakınız... Öyle bir manda istenecek ve verilecekmiş ki, hukuku hükümraniyeye, hariçte temsil hakkımıza, kültür istiklalimize, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeyen böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi âşık olacaklar? Bu ne hayal ve gaflettir?
Ne var ki Atatürk’ün bu soruları ölümünden sonra çabuk unutulur... Ülkenin yönetimi adım adım ABD’ye bırakılır. İktidara ABD’nin seçtikleri gelir. Günün birinde ABD’nin “Bu topraklarda Türklerin yaşaması benim stratejik çıkarlarıma uymuyor” diyeceği, yeni haritalar çizeceği düşünülmez. Amerika ülkemiz üzerinde oyunlar oynarken hâlâ ABD’den medet umulur. Gaflet artarak sürmektedir...

Dağlar...
ANLADIĞIM kadarıyla; Güneydoğu’da askerlerimiz kayalık dağlar için can verirken, batıda kimi işadamları Kaz Dağları’nı yok ediyorlar.
Öyle mi?..
Fidan gibi gençler yurdun bir ucunda bir evleklik kayalık için vuruşuyorlar ve ölüyorlar.
Ama öbür ucunda bir saygısız...
Para için yurdun en güzel dağını deliyor, oyuyor, ormanını kesiyor, kayalarını uçuruyor, altını üstüne getiriyor.

*
Bu yurdun en güzel ve görkemli yanıdır dağları.
Bu ulus dağlara ” Selam verdim aldın mı Erciyes! “ türküsünü söyleye söyleye, dağlarla selamlaşa selamlaşa geldi buralara.
“Çadırımı kurdum dağ eteğine” diye diye yerleşti, bebeklerini büyüttü dağ eteklerinde.
Başı derde girdiğinde dağlara sığındı.
Ovaya indiğinde asla unutmadı dağı:
“Dağlar dağımdır benim...
Yüreği her yandığında bir dağı dert ortağı edindi analar:
“Yüce dağa sordum yavrumu...”
O dağlar parçamızdır.
Karları saklayıp koca yurdu susuz bırakmadığı için, insanlar derelerin başından türkülerle teşekkür yolladılar dağlara.
Ve dağlara özlem her zaman vardı:
“Ağrı Dağı’nın eteğinde uçan güvercin olsam...”

*
O dağlar bizimdir.
Ama aç gözlü saygısız durmuyor.
Bir yanda kuru dağlar için çocuklar gidip gelmezken, öte yanda o saygısız, bu ülkenin evrensel üne sahip en değerli dağlarının, Kaz Dağları’nın ağaçlarını kesiyor, ormanını açıyor, kayalarını patlatıyor, içini oyuyor, altını üstüne getiriyor.
Ne yazık ki görevi o dağları korumak olan, ama tüm yağmaların ve yok oluşların altında imzası bulunan bakanların, bürokratların, valilerin, profesörlerin yine bir gizemli(!) desteği ile.
Dağlar yurttur.
Yurt...
Ağaçları, suyu, dereleri, karı, kayaları, kuşları, sincaplarıyla bizimdir o dağlar.
Şimdi kepçelerle, dozerlerle, borularla, testerelerle, dinamitlerle saldırıp elimizden alıyorlar dağları...
Öyle mi?..
*Bekir Coşkun/ Hürriyet

GÜNÜN TESPİTİ
ABD’nin yılan taktiği
ABD, PKK’ya dokunmayacakmış.
“Bana dokunmayan Karayılan bin yaşasın” taktiği bu...
*Haldun Ertem / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları