Nimet Baş’a açık mektup -3-

Sayın Nimet Baş,
Bugün üçüncüsünü ve sonuncusunu yazdığım, başkanı olduğunuz komisyonun raporu ile ilgili eleştirilerimi kısa notlar ile sonuçlandırmaya çalışacağım.
Raporda s. 74’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın sivil unsurlarının sayısının “yüz binlerle” ifade edildiği kaydedilmiştir. Kim ifade etmiş, kime etmiş belli değil. Muhtemelen raporu yazanlar da bu rakamın Türkçe ifade ile “koca bir atmasyon” olduğunun farkındadırlar. Ancak böyle ciddiyetsiz bir rakamın rapora girebilmesi dahi, rapora hakim olan havayı yansıtmaktadır.
Bir gazetecinin, ’Uğur Gür adlı emniyet müdürünü 12 sene Bolu’da emniyet müdürü olarak tutmalarının nedeni, faili meçhul cinayetlerdir’şeklindeki insan haysiyetine saldıran ve her türlü kanıttan yoksun iddiasının, rapora girmesine izin verilmiştir. (s. 75)
Raporda, JİTEM oluşturulurken Özel Harp Dairesi’nin yapısı örnek alındı denilmektedir. (s. 75) Komisyonun, Özel Harp Dairesi’ne, sahip olmadığı psikolojik savaş ve istikrar harekatı gibi işlevleri de yüklediğine göre, Özel Harp Dairesi’nin en temel yapısını dahi bilmediği açıktır. Onu bilmediğine göre JİTEM ile yapısı arasında bir benzerlik veya farklılık kuramaz. JİTEM’e gelince bu örgüt, terörle mücadelede bir anlayış farkının ürünü olarak oluşmuştur. Normal süreçte istihbaratı yapan ile operasyonu yapan ayrıdır. JİTEM’i kuranlar, “bu ikisini yapan aynı olur ise teröre karşı tepki süreci hızlanır” noktasından hareket etmişlerdir. Burada benim de anlamadığım nokta, JİTEM’in neden Jandarma İstihbarat gibi hukuki bir yapıya sahip kılınmadığıdır. Bunu yapmak çok zor değildir. Bu büyük ve istismara açık bir yanlış olmuştur. Ancak JİTEM’i kuranların “PKK ve Kürt halkını bir tutma politikası” izlediklerine dair iddia doğrusu komik ötesidir. (s.75) Ahmet Cem Ersever’in yazmış olduğu iki kitapta da PKK’nın Kürtleri nasıl istismar etmeye çalıştığı, PKK ile Kürtler arasındaki çatışmalar açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Ancak burada sorun raporun “Kürt halkı” diye bir halktan bahsetmesidir. TBMM’nin bir komisyonu, Türkiye’de iki farklı halkın mı yaşadığını düşünmektedir?..
Raporda Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkücü gençliğe yönelik ağır ithamlar ve 12 Eylül öncesinde Marksist-Leninist odakların yaptığına benzer ağır suçlamalar da yer alıyor. “Aşırı sağ grupların kullanılarak sokağın militarize edilmesinde NATO’nun uzantısı olarak oluşturulan bu kontrgerilla örgütünün etkisi büyük olmuştur. (s.65)... 1970’li yılların başlarından itibaren solculara ve halka yönelik katliamların, aydınlara yönelik suikastların ve hatta darbelerin kimler tarafından ve neden yapıldığı çok net görülmektedir.(s.66)... Katliamlar gerçekleştiriliyor. Sol görüşlü öğrencilerle ırkçılar karşı karşıya getiriliyorlar.” (s.67) “Solu ne pahasına olur ise olsun durdurmak, 1970-1980 arasında yoğun çalışan gizli örgütün temel hedeflerindendi. Yıllardır varlığı bilinen ancak herkesin (hiç kimsenin olması gerek. Ü.Ö.) elle tutamadığı, gözle göremediği bu yapının hedefi ülkücüler ile aynı idi.(s.72)”
Doğrusu Türk milliyetçilerine yönelik bu ağır suçlamaların, ülkücü hareketi, 12 Eylül öncesinde “kontrgerilla-MHP” bağlantısını iddia eden komünist psikolojik savaştan hiçbir farkı yoktur. Üzücü olan husus bunun TBMM raporuna girmiş olmasıdır.
Sayın Baş,
Doktora ve doçentlik tezi TSK, siyaset ve darbeler konularında olan, yüksek lisans düzeyinde ordu-siyaset ilişkileri konusunda ders veren bir akademisyen olarak komisyonunuzun kurulmasını, doğrusu, Türkiye için bir fırsat olarak görmüştüm. Türkiye’de demokrasinin sağlam temeller üzerinde sürdürülebilirliğinin sağlanması için “Geçmişte kim, hangi yanlışları neden yaptı” ve “Bu yanlışları istismar eden ve/veya zemin hazırlayan dış dinamikler nelerdi” sorularının cevabını araması gereken komisyon, bunun yerine güvenilmez kaynaklar, ikincil ve üçüncül kaynaklardan hareket ederek, anlamak değil, Türk Ordusunu infaz etmek amacı ile bu raporu hazırlamış.
Rapor bu hali ile TSK’ya karşı sürdürülen enformasyon savaşının ve psikolojik harbin bir uzantısıdır. Özel Kuvvetler ile ilgili yazdıklarınız “İkinci Süleymaniye Baskını” nitelendirmesini kazanacak kadar tahripkâr, ağır ve haksızdır. Yazık, Türkiye önemli bir fırsatı kaçırmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları