Nereye...
AKP “Yerel Yönetim” paketini tekrar ısıtarak kamuoyunun önüne getirmiş bulunuyor. Aslında biz bu ısıtılarak önümüze getirilen çorbayı içmemiştik. Çok iyi biliyorduk ki bizden içmemizi istedikleri çorba zehirliydi. Ayrıca o zamanlar bunu önümüze getirenlerin içirmeye de güçleri yetmemişti. Şimdi ise tam da arzuladıkları ortamı bulduklarını sanıyorlar.
Belki de bu girişim son girişim olacaktır. Bu güne kadar yapılanlara bakıldığında başka yemekleri yedirdiğini görenler, son çorbayla bizi zehirleyip bir daha iflah olmayacağımızın hesabını yapıyorlardır. Hâlbuki bize hasta adam diyerek hücum eden yedi düvele rağmen varlığımız bu güne kadar devam etmiştir. Bu gün ise açılım adı altında yürütülenlerle zincirin halkalarını tamamlayarak ayağımıza pranga vuracaklarını sanıyorlar.
Eğer bu pranga vurulursa değil yürümek, hareket edildiğinde bile çekeceğimiz ızdırabın acısından gözyaşlarımıza hâkim olamazken, birileri kahkahalarla yanımızdan koşarak geçerken nanik işaretleri yapmaya devam edecektir.
Bize prangalar vurulurken, koşanların önce ayağa kalkmaları sağlandı. Yürü emriyle hareket ettirilip, şimdi ise koşmaları sağlandı. Bizimse önümüze barikatlar kurulup durdurulduk, yetmedi diz çöktürülüp gözlerimiz bağlanıp, ayağımıza prangalar vurularak seyirci olmamız sağlandı.
Bunlar nerede, nasıl kim için yapıldı derseniz; bin yıllık ana yurdumuz Türkiye’de, Türklerin Ön Asya’dan atılması içindir. Aslında şöylesine çevremize göz attığımızda olaylar daha da net görülmüş olacaktır. Güya özgürlükler dendi, insanlar arasında ayrımcılık yaratıldı. Bu ayrımcılık sonucudur ki bazılarının canlarımızı almasına ve mallarımızın gasp edilmesine seyirci kalındı. Ne oluyor dendiğinde de Kürtler haklarını arıyor dendi. Tepki büyüyünce de uydurma operasyon masallarıyla halk oyalandı.
Geçmiş kurcalanarak seni suçlu ilan edip, senin adına özür dilendi. Başka milletlerin ajanlığına soyunanlar kahraman sayılarak mezarları başında methiyeler dizildi. Birçoğunun heykelleri dikilerek millete yaptıkları övgüyle anlatıldı. Belli antlaşmalar ve çıkarları gereği Türkiye’den ayrılan azınlıklar için zorla gönderildiler diye Türkler suçlandı. Halk tarafından tasvip edilmemelerine rağmen bazı vatandaşların öldürülmesi günlerce gündem oluşturulurken, şehitlerin arkasından yasları bile tutulmadı.
Hakları diye azınlıkların geçmişteki malları iade edilirken, bir de kiliseleri onarılarak ibadete açıldı. O azınlıkların mensubu olduğu ırkın devletlerindeki bizim mallarımız verilmediği gibi ibadethanelerimiz depoya çevrildi. Ayrıca tüm ecdat yadigârı tarihi mirasımız olan eserlerimizin viraneye dönmesine seyirci kalındı. Kaymakamlığa bağlı bir memur sayılan papazın ayağına en tepe noktadaki zevat giderek haklarının gasp edildiğini söylerken, Lozan Antlaşmasına göre seçimi yapılması gereken müftümüz o devletçe atamaya tabi tutuldu.
Sözde Müslümanların hamiliğine soyunanların Filistin ve Suriye’ye ağıtlar yakarken, Irak ve Afganistan’daki Müslümanların katledilmesi alkışlandı. Akdeniz’de gemimizin batırılması ve pilotlarımızın düşürülmesi geçiştirilmeye çalışıldı. Çin’de, Irak’ta, Suriye’de Rusya’da ve Afganistan’da karındaşlarımıza yapılanlara ise kulak tıkandı. Türkiye’de faaliyete geçen Suriye muhaliflerinin başına bir Kürt getirilerek, Kuzey Suriye’de bir Kürt devletini kurulmasının zemini oluşturuldu. Benim ülkemde, benin bayrağımın indirilmesi ve karındaşlarım olan Suriye’de yaşayan Türklerin dövülmesi üç beş ajanın işi diyerek olay kamuoyundan saklamaya çalışıldı.
Irak’tan her gün topraklarımıza girip insanlarımızı şehit edenler, davet edilerek ayağına mahkemeler götürülüp, il il şov yapmaları sağlandı.
Bunları dahi yeterli görmeyen zihniyet, yerel dilde televizyon yayını ve eğitim hakkını da tanıdı. Mele ve Kürtçe öğretmenlerde atayarak ileride oluşumu da kolaylaştırmış oldu. Hakkâri Meslek Yüksek Okulunun adı Çölemerik Yüksekokulu olarak değiştirilerek istenilen yer adlarının da verilebileceği ilan edildi. Botan, Karaköse ve Dersim adlarının gelmesinin yakın olduğu işareti de böylece gündeme getirildi.
Birilerine bu haklar verilirken, geleceğimiz olan çocuklarımızdan 190 bininin sıfır alması umursanmadı. Tüm yolsuzluklara rağmen ÖSYM Başkanına kefil olundu. Tüm bunlara da reform dendi.
Yapılanların perçinleşmesi adına son noktayı koymak üzere “Yerel Yönetim” paketini tartışmaya açtılar. Çıkarılacak bu yasayla Valilerin yetkisi alınıp, Belediye Başkanlarına adeta Devlet Başkanı yetkisi tanınıyor.
Tüm bunların sonucu birinci adımda eyalet sisteminin, ilerisi ise bağımsızlığın habercisidir. BOP’un amacı da sınırların yeniden çizilmesi değil miydi?
Bu yolculuk böyle devam etmeyecektir, Çanakkale’de yazılı olan “Dur Yolcu” şiirini hatırlatmada bir fayda olur mu bilmem ama gelişmeler fırtına öncesi sessizliği hatırlatıyor.