Nereden ve neden şehit gelecek?
AKP Hükümetinin ‘açılım’ adı altında yürüttüğü ve BDP-PKK-KCK tarafının ise “yetmez ama evet” diyerek her geçen gün çıtayı yükseltip, vites büyüttüğü sözde ‘barış süreci’, içinde her türlü ihâneti ve küstahlığı alenîleştirir ve meşrûlaştırır bir hâl alıyor.
‘İmralı ile müzâkereler başlamalı’ ve üçüncü bir tarafın ‘müzâkerelere nezâret etmesi’, “yerli ve yabancı basın mensuplarının ve sivil toplum kuruluşları yöneticilerinin de İmralı’yla görüşme yapabilmesi gerekiyor” şeklinde yükselen talepler, Diyarbakır’da ‘tarihî bir gün’ diye lanse edilen maskaralık, bizzat Başbakan’ın ağzından Kürdistan sözcüğünün telâffuz edilmesi, teröristlerin gömüldüğü çukurlarına ‘şehitlik’ adı altında açılışlar düzenlenmesi, terör meselesine etnik bir bağımsızlık kılıfı giydirilmeye çalışılmasından öte bir şey değildir.
“Dersim’de katliam yapıldı” diyerek seçim meydanlarında Başbakan olarak ‘özür dilemesi’ nasıl bir sığlık ise, “Osmanlı’da da Kürdistan deniyordu, Lazistan deniyordu...” şeklindeki savunma argümanı, Başbakan’ın tarihî okumalarının her zamanki sığlığına yeni ve kötü bir örnektir.
Dünyanın zembereğinin Topkapı’da kurulduğu bir Osmanlı ile başına çuval geçirilen askerinin, düşürülen uçağının, basılan gemisinde öldürülen dokuz vatandaşının hesabını soramayan Türkiye’nin, mukâyese edilmesi, en iyimser tespitle cehâlet ile yorumlanabilir.
Akdeniz’i bir Türk gölüne çeviren Osmanlı ile burnunun dibinde düşürülerek Akdeniz’in dibine gömülen askerî uçağının, Fransa’da bir piyesin oynanmasını yasaklayan Osmanlı ile kendi sınırları dâhilindeki terör örgütünün tehditlerine kulak asıp pazarlık masalarına oturan, beş yüz bin kişilik ordusuna rağmen elindeki silahları bırakması için terör örgütünün elebaşısının ayağına gidip defalarca pazarlık yapan bürokrasinin Başbakanı olarak kendisini kıyaslaması yine en iyimser bir yorumla câhilce ateşle oynamaktır.
On yıldır kendisinden sâdır olanlara bakıldığında, mütebahhiresi ve birikimini borçlu olduğu bir kaç kitabın, Millî Görüş Teşkilâtı raflarındaki üç beş hamâset kitabı olduğu defaatle aşikâr olan Başbakan’ın, Diyarbakır’da ‘Güney Kürdistan’ sözcüğünü telâffuz edip, kendisini Osmanlı’ya yaslarken de en basitinden bir tarih ve coğrafya bilgisinden mahrum olduğu mal’umu ilan oluyor.
Osmanlı bir cihan devletiydi, üç kıtada hükümranlığı vardı, elçiler Osmanlı vezir-i âzamıyla görüşebilmek için haftalarca İstanbul’da beklerlerdi, oysa Başbakan; bir eli kanlı bebek katiline barış elçisi, bir ozan kırıntısına onur konuğu muamelesi yapıyor. Odasında bölünmüş Türkiye haritası asılı duran ve bundan birkaç yıl evvel pasaportumuzu lûtuf kabul eden bir peşmergeyi devlet adamı gibi karşılıyor.
Binlerce askerimizin, güvenlik görevlimizin, öğretmenimizin ve binlerce vatandaşımızın katlinden sorumlu bir terör örgütü liderinin posterleri serbestçe asılan bir ülkenin Başbakanı, kendisini Osmanlı ile kıyaslıyor.
Terör örgütü lideri Öcalan’ın doğduğu evin müze yapılacağından bahsedilen ülkenin Başbakanı, kendisini Osmanlı ile kıyaslıyor.
Terör örgütü lideri Öcalan’ın doğduğu evde BDP milletvekili Nursel Aydoğan’ın katılımıyla PKK’nın kuruluş yıldönümü kutlanırken ‘Amed Eyâlet Komutanlığı’ adına ellerinde PKK bayraklarıyla sahneye çıkan teröristler, PKK adına bildiri okurken, Osmanlı’yı mehter takımından ibâret zanneden bir Başbakan kendisini Osmanlı ile mukayese ediyor.
Ve aylardır “şehit gelmiyor...” diyerek bütün bunları tecviz ediyor Başbakan...
Ülkenizin bir bölümünü terör örgütünün hâkimiyetine bıraktıysanız, yok kontrollerini terör örgütüne terk ettiyseniz, dün dağlarda askerinizle-polisinizle çatışırken öldürülen PKK’lılar dağlardaki cesetlerini şehirlere taşıyıp, şehitlik adı altında mezarlıklara devletin gözü önünde törenlerle defnedebiliyorsa, dağlardaki teröristlere hep bir ağızdan methiyeler düzülebiliyorsa, istedikleri ân eylem yapabiliyorlarsa, istedikleri ân devleti tehdit edebiliyorlarsa, vergi toplayıp, mahkemeler kurabiliyorlarsa, BDP’li belediyeler belediyenin araçlarıyla dağdaki PKK’lılara kumanya taşıyorsa, korucularınız tek tek öldürülüyorsa, KCK kendi kaymakamlarını atamışsa, bölgedeki bürokrasiniz etkisiz hâle gelmişse eğer, güvenlik politikalarınızı terk ettiyseniz ve örgütün bebek katili liderine “Sayın” diye hitâb ediyorsanız, nereden ve neden şehit gelecek?!
Dağda yuvalanmış üç-beş bin katile beyaz bayrağı çekmişsiniz, kendinizi savunmuyorsunuz, nereden ve neden şehit gelecek?
Bitmek üzere olan bir PKK’yı Oslo görüşmeleriyle siyâsî olarak palazlandırmış ve terörü siyâsî mecrâda meşrûlaştırmışsınız, nereden ve neden şehit gelecek?
Terörü önlemek, bitirmek ve canına okumak yerine neredeyse protokole dahil etmişsiniz, nereden ve neden şehit gelecek?