Nereden nereye
Cumhuriyet’in yüzüncü yılına doğru, uluslararası kurumların kapısında yargımıza karşı bildiri yayımlayın diye yalvarıyoruz.
Hay boşboğaz adam hay! Bunların ağzında bakla ıslanmıyor. Avrupa Meclisi Parlamenterler Meclisi Başkanı De Puig’in gevezeliğine bakın...
***
Adam diyesiymiş ki, “Sizinkiler bana geldi, AKP’nin kapatılma davası için bildiri yayımlamamızı istediler.”
Kimmiş acaba “Bildiri yayımlayın!” diye kışkırtıcılık yapanlar?
Rivayete göre, AKP’lilermiş...
CHP ve MHP’li milletvekilleri ateş püskürüyorlarmış, hele CHP Milletvekili Onur Öymen “Türkiye müstemleke değildir” demiş...
***
AKP’yi kapatma davası açılır açılmaz, aylardan beri hasır altında bekletilen 301. madde gündeme getirildi.
Vakıflar Kanunu niye çıktı?
Hep Avrupalılar istedi diye değil mi?
Yoksa?
Türk milletinin büyük arzu, isteği ve önlenemez talebiyle mi 301. madde ile Vakıflar Kanunu çıkarıldı?
Öyle mi?
Yerseniz, buyrun, afiyet olsun.
Lozan’dan üç yıl sonra, bir Türk vapuru ile Lotus isimli Fransız vapuru çarpışır. Türk vapuru batar ve sekiz Türk denizcisi kaybolur. Olaya neden olan Lotus vapuru İstanbul’a gelince yargı vapura el koyar ve kaptan tutuklanır. Fransız Büyükelçiliği kaptanın serbest bırakılmasını ister. Fransız basını da sorunu oldukça kızıştırır; Türklerin devletler hukukunu bilmediği öne sürülür.
İçte ve dışta tartışmalar büyüyünce, Atatürk ve İnönü, güçlü bir eğitim almış ve ulusal onurla ilgili konularda duyarlı olan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’u çağırırlar. Bozkurt onlara şu açıklamayı yapar:
”Paşam, La Haye Adalet Divanı’na gidelim, kimin haklı olduğu orada belli olsun, davayı ben savunayım. Kaybedersem bir daha ülkeme dönmem, fakat kazanacağız. Adalet Divanı önüne gidemeden Fransız devletinin dediğini yapacak olursak, Fransızların gözdağı karşısında boyun eğmiş oluruz. Halbuki La Haye Adalet Divanı’na gidersek, davayı kaybetsek bile şeref ve haysiyetimiz zedelenmez.
***
Ve Türkiye Cumhuriyeti devleti davayı kazanır.
Nereden nereye gelmişiz, cumhuriyetin beşinci yılında uluslararası mahkemede dava kazanıyoruz, cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru, uluslararası kurumların kapıların aşındırarak devletin yargısına karşı bildiri yayımlayın, diye yalvarıyoruz.
Oyum matadorun
oyuyla bir mi?
TBMM’de göbekli göbekli adamların “Konuşma lan aşşağılık şerefsiz hıyar” diye birbirlerine tekme tokat girmesiyle, İspanya’da 9 zarif kadının bakan olması, aynı günlere denk geldi.
**
Sosyal Güvenlik Yasası’nın en büyük darbeyi kadınlarımızın sosyal haklarına vurmasıyla, İspanya’da Sosyal Haklar Bakanlığı’nın bir kadına verilmesi de... Aynı gün.
**
Onlar, Savunma Bakanlığı’nı 7 aylık hamile kadına verdi... Biz, kadınlarımızın “emzirme yardımı” nı kestik.
**
Onlar, dul kadını Kamu Yönetimi Bakanı yaparken... Biz, kadınların bırakın çalışmasını, yeniden evlenmesine bile gıcık olduğumuz için “dullara çeyiz yardımını” iptal ettik.
**
Mesela, Eşitlik Bakanı var; kadın...
Farz edelim çıkıp gelse Türkiye’ye, “eşit” muhatabı kim olacak?
**
Bizde “Yuvayı dişi kuş yapar” diye atasözü var ama, “dişi” Konut Bakanı onlarda... Vazgeçtik kadın bakandan, konut tapuları bile erkeklerin üzerine.
**
Bilim Bakanı var; kadın... Bizde zaten öyle bir bakanlık yok! Gerek de yok...
Bilim işine ulemalar bakıyor.
**
Zil, şal ve...
Gülümüz bile bıyıklı.
**
Medeniyetler İttifakı’nın eşbaşkanı iki ülke... Bir tarafta, kız çocuklarını evlat edinip, pilot yapan, sanatçı yapan, öğretmen yapan, taaa 1934’te seçme ve seçilme hakkı veren vizyoner liderin “demokratik cumhuriyet” ini getirdikleri yer... Öbür tarafta, “yarı monarşi” yönetimin geldiği yer.
+++++
Sen üretme, biz verelim...
’Her yıl yüzde 6-7 büyüdük.’ diyenler; tarım ve hayvancılık sektörünün geriye gidişini gizliyorlardı.
Pirinç, bulgur, nohut patlayarak yalanı ortaya çıkardı. Avrupa Birliği ve Amerika’nın isteğiyle bu zihniyet tarımı çökertti; milleti açlığa mahkum etti. Vatandaş da cep telefonu alınca hayatının kurtulduğunu sandı ve ekmeğin sofrasına nasıl geldiğini hiç düşünmedi.
Türkiye, 1980 yılına kadar, kendi ürettiği ile kendisini besleyen dünyadaki 7 ülkeden birisiydi. Bugün ise buğdaydan fındığa kadar aklınıza gelebilecek ne kadar sebze, meyve, tahıl türü varsa dışarıdan alıyoruz.
Çünkü; çiftçi artık ektiğinin karşılığını alamaz hale getirildi.
Bir litre mazot 2 doları aştı. Gübre ise 1 yılda yüzde 100 zamlanmış. Tohumluk fiyatları altın fiyatları gibi... Buna karşın geçen sene ürünler 6 yıl öncesinin fiyatlarından gitti.
Nasıl oluyor?
Amerika diyor ki: Kardeş, sen buğday, mısır üretme... Ben sana senin çiftçiye verdiğin paranın yarısına mısır veririm. Paran mı yok? Üzülme... Söylerim IMF’ye verir parayı... Mal da yolluyorum. Benim verdiğim parayla benim yolladığım o çeşit çeşit mallardan al, tüket...
Amerikan yönetimi, çiftçisinden 1 liraya aldığı mısırı bize 50 kuruşa veriyor.
Aptal mı? Hayır; çiftçisini koruyor...
Avrupa Birliği bütçesinin yüzde 40’ını tarımsal desteklere ayırırken bizim çok bilmiş hükümet bu oranı yüzde iki buçuka düşürdü.
AKP’nin çok bilmiş tarımcıları desteği kaldırmakla kalmadı; çiftçinin ürettiği ürünlere sınırlama bile getirdi.
Çiftçi ekemiyor; köylü karnını doyuramıyor...
O zaman insanlar şehirlere akın ediyorlar.
Şehirlerin kıyılarında yeni şehirler ortaya çıkıyor.
Suç patlıyor...
Su yetmez oluyor.
Çevre kirleniyor.
Ahlak kirleniyor.
Çaresiz kalan halk da bir torba yiyecek uğruna oyunu hükümete veriyor.
İşte size liberal ekonomi dedikleri sistemin bir yüzü...
Anayasa yıllardır ayaklar altında... Çünkü Cumhuriyetin temel ilkesinden birisi olan ’sosyal devlet’yıkıldı gitti.
Sonucu ortada: Pirinç 1 liradan 5 liraya çıktı.
Canım niye itiraz ediyorsunuz: Geliriniz de 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkmış.
Koskoca başbakan yalan söylemiyor ya...
* Rıza Zelyut / Güneş
+++++
Durmak yok, devam
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) krize neden olan çeltik satışında en büyük payı, şaibeli mısır ithalatında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan ile birlikte hareket eden Akel Şirketler Grubu’na vermiş.
Cumhuriyet’in haberine göre , tüm malın yüzde 18’ini, yani 31.500 bin tonun 5.600 tonunu Akel Şirketler Grubu almış. Malumunuz, satıştan sonra da fiyatlar yüzde 50 ile yüzde 100 arasında artış gösterdi. Tarım Bakanı Mehdi Eker de pirinçteki sorunun “ellerinde pirinç veya çeltik bulunan firmalardan kaynaklandığını” açıkça söyledi. Sayın Maliye Bakanı bir açıklamayla bu kuşkuları dağıtmalı...
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
Hürriyet
Bekir Coşkun
Adam dövücü...
Yıllarca parlamento muhabirliği yapmış birisi olarak adam dövücüleri yakından tanımışımdır.
Meclis’in adam dövücülerinin en büyük özellikleri, hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve konuşmamış olmalarıdır, bu nedenle adam döverler.
Bu, düğünlerde şarkı ya da şiir patlatamayan Türk erkeklerinin tabanca patlatması gibi bir şeydir.
Gerektiğinde konuşmaları gerektiğini bilirler, ağızları ile konuşamadıkları için yumruklarını konuştururlar adam dövücüler.
Ben onları tanırım.
**
Dönüyorum adam dövücülere:
Adam dövücülerin adam dövme işleri, memleketin durumuyla ters orantılıdır. Memleketin durumu bozuldukça adam dövücülerin durumu düzelir.
Çünkü laf bitmiştir.
Başbakanlar, bakanlar, iktidardakiler laf bulamadıklarında, işte o zaman adam dövücü yerinden kalkar.
İki elini yumruk yapıp, sancak ipi çekme pozisyonunda hızlandırarak ilerler.
Önünde oluşan barikatı aşmak için ise, sağ ayağını kaldırıp en yakın üyenin boynuna koyduktan sonra, sol ayağını da diğer en yakın üyenin boynuna yerleştirir. Ki bu parti grubu nereye giderse sırtlarında oraya gitme olanağı sağlar onlara.
Bir diğer pozisyon:
Adam dövücü ters dönerek domalır.
Sağ-sol kalça darbeleri ile barikatı aşıp dövülecek kişinin önüne kadar ilerler.
Burada yanlış yön tayini ile divan kátibinin önüne gidip durma yanlış anlaşılacağından, alttan bakarak hedef kontrolü önemli bir noktadır.
(.......)
Ne bileyim ben?..
Son tespit; bir iktidarın milletvekilleri Meclis’te adam dövmeye başladıklarında...
O iktidar bitmiştir.
Bu kadar...