Nereden nereye...
Gül başka konularda da değişti: 1991’de “İncirlik utanç tablosu” diyerek hedef aldığı ABD’yi 2008’de “En önemli müttefiki” ilan etti. 1992’de Cumhuriyeti “Halkına zıt, ona düşman bir sistem” olarak tanımladığı için, 2008’de Anıtkabir özel defterine “Büyük Atatürk, en büyük eseriniz Cumhuriyeti yaşatmaya kararlıyız” yazması güven vermedi. 1995’te “tavizkar” AB politikasını “Zenginler kulübünün köşkünde, bahçedeki barakaya girdik diye sevinerek geldiniz” sözleriyle eleştirip 2008’de AB’yi “Türk Milleti, ara vermeksizin koşar adım gitmelidir” diye savundu.
Bundan 15 yıl önce... 1993 yılında... Demirel Hükümeti’nin Ermenistan politikası konusunda verilen gensoru sırasında Refah Partisi adına Abdullah Gül söz alıyor... Bakınız, zabıtlara göre, neler söylüyor:
“Hükümet, bu politikasıyla, geleceğimizi gerçekten ipotek altına almıştır ve öyle ipotek altına almıştır ki, Ermenistan Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Özal’ın cenaze merasimine katılma cesaretini göstermiştir. Sizin nasıl bir uzlaşmacı olduğunuzu, Türkiye’nin menfaatleri söz konusu olduğunda, sizin şahin gibi davranmayacağınızı bildiği için cesaret bulmuş ve Türkiye‘ye gelmiştir. Siz bana bir ülke gösterin ki, kardeşleriniz savaş halinde olacak, kardeşleriniz katledilecek ve onlar katledilirken, ‘Bunun müsebbibi Türkiye’dir’ diye demeçler verecek; Kars’ın, Ermenistan toprağı olduğunu iddia edecek, bütün bunlardan sonra o adam Türkiye’ye gelecek ve siz de elini sıkacaksınız!”
ABD “Ermenistan kapısı açılacak, aç” komutunu vermeden çok önce Abdullah Gül işte bu düşünceler içindeymiş... Nereden nereye?
* Melih Aşık / Milliyet
Tam komedi
Açılımcıbaşılara yağcılık olsun diye ‘manşetimizle kırk takla atacağız’ derken ne hallere düştüklerinin farkında değil mi bu gazeteler?
Şu başlığa bakın: “Tribün protokolü onayladı!” Tribün’ün “Azerbaycan bayrağı taşımak” gibi ırkçı(!) bir terör eylemi(!)ne imza atabileceği veya Türk Milli takımı lehine tezahürat yapabileceği şüphesiyle stadın dışında bırakıldığını, boş kalan
koltuklara , adeta açılım bürosu gibi çalışan İçişleri Bakanlığı’nın memurları ve aileleri ile, özel olarak seçilen ‘İktidarspor’ fanatiklerinin yerleştirildiğini bilmiyor musunuz sanki!..
++++++
Ümraniye iddianamelerini analiz eden Tempo Dergisi editörleri sorguya alındı
Sindirim sistemi çalışıyor
Tempo Dergisi’nin eylül sayısında “Ergenekon’un Gizli Tanıkları” başlıklı bir haber analiz yayımlandı.
Derginin editörleri Cemal Subaşı ve Eyüp Erdoğan’ın çok ciddi bir çalışma sonucu yazdıkları bir haberdi bu.
Bunu yaparken elbette casusluk yapmadılar. Savcılık ofisine sızıp gizli bilgileri elde etmediler. Bu dava ile ilgili olarak savcılık ve polis bünyesinde oluşturulan “haber ajansından” servis de almadılar.
Yaptıkları açık kaynakları incelemekten ibaretti. Yani davanın 1, 2 ve 3. iddianameleri ve bu iddianameler ile ilgili olarak gazetelerde daha önce yayımlanan haberler.
İddianamede açık tanıklar ile gizli tanıkların ifadelerinde söyledikleri, cümle yapıları ve olayları anlatırken seçtikleri sözcüklerin benzerliğinden yola çıktılar. Yine iddianamede yer alan adres ve telefonlardan tanıklara ulaştılar ve haberlerini yaptılar.
Ve bu “ağır suç” nedeniyle önce Terörle Mücadele Şubesi’ne davet edildiler, ardından savcılığa gönderildiler. İfadeleri alındı, bu çok gizli bilgilere nasıl ulaştıkları soruldu.
Oysa aynı görevliler iddianameleri dikkatle yazmış olsalardı, o haberin yapılabilmesine zaten olanak yoktu. Yazdıktan sonra okumuş olsalar, bu sorguya da gerek yoktu.
Arkadaşlarımıza, Terörle Mücadele Şubesi’nde, çok eski tarihlerde Adil Serdar Saçan ve Turan Çömez’i neden telefonla aradıkları da soruldu, önlerine dinleme kayıtları kondu.
Oysa o görüşmelerin bir gazetecilik faaliyeti çerçevesinde yapıldığı, zaten dinleme kayıtlarından görülüyordu.
Bir demokraside, bir gazetecinin herkese açık kaynaklardan ulaştığı bir haber nedeniyle böyle taciz edilmesi, basın özgürlüğüne açık bir saldırı olarak kabul edilir. Sivil toplum kuruluşlarının ayaklanması, meslek örgütlerinin isyan etmesi, demokrasiyi savunanların seslerini yükseltmeleri gerekir. Bizde hiçbiri olmadı. Öyle görünüyor ki “sindirme ve korkutma” planının meyveleri toplanıyor!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
Allah muhafaza
Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu’nu ilahi emir ve yasakları bildiren kutsal bir metin yerine koyarak hatmettiği anlaşılan Mehmet Altan, “Ben, tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, “gerçek Türkiye” resmini AB’nin “İlerleme Raporu” üzerinden okurum. Çünkü orada gerçek bir Türkiye fotoğrafı var... Aynada gerçek halini görmek, bizim buraların kültüründe maalesef yok. “Aynaya bak gör halini” durumunu sevmiyoruz” diye yazmış.
Görünen köy kılavuz istemez; belli ki “ayna açılımı”na hazırlanıyor.
Bizim için problem yok, kendi yüzümüze bakamayacak halde değiliz çok şükür de...
Siz sakın denemeyin Sayın Altan!
Ben gün aşırı gerek Star’daki köşenizde, gerek muhtelif kanallardaki yorum mesailerinizde bakıyorum yüzünüze.
Tecrübeme güvenin. Es kaza biri ayna tutmaya filan kalkarsa da ‘Allah muhafaza’ diyeyim ben size, gerisini varın tahmin edin...
Nacizane tavsiyem, ayna gördünüz mü kaçın, maske buldunuz mu takın sayın Altan.
Yani...
Özetle...
Durmak yok yola devam!
Hem baksanız ne göreceksiniz ki!..
++++++
Bunların hepsi rastlantı olmalı
Kanaltürk büyük bir parasal açmaza girdi ve satıldı. Başkent TV yayınına binbir güçlükle devam ediyor. Ulusal Kanal da öyle. ART kepenkleri indirecek. Yayınına Kıbrıs’tan devam edecek. Yaklaşık 100 çalışanın işine son verildi.
Rastlantıya bakın ki dört kanalın da gerçek yöneticileri şimdi tutuklu. Ergenekon’dan!
Kanal Biz’deki arkadaşlar, bir olay anlatmışlardı, aktarıyorum: “Bir holding bize Kanaltürk döneminde reklam vermiş ve parasını peşin ödemişti. Kanaltürk kapandı, Kanal Biz’i yayına soktuk ve holding yetkilisine telefon açıp şöyle dedik: Parasını peşin vermiştiniz. Şimdi aynı reklamları Kanal Biz’de parasız yayınlayıp size olan borcumuzu ödeyeceğiz.” Verdikleri yanıt inanılmazdı: “Biz size paramızı helal ettik, sakın yayınlamayın.”
Tayyip’in savcısı olduğu, AB tarafından da desteklenen Ergenekon acaba siyasi bir dava mı? Valla billa değil! Bunların hepsi rastlandı!
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
Ne ‘çılgın’ günlerdi!
Sırf Sargisyan’a “Hoşgeldiniz” demek için Bursa’ya kadar giden, bir dönemin “milliyetçilerin eğitimcisi” Taha Akyol izlenimlerini aktarırken, “Ermenistan’ın talebi üzerine Azerbaycan Bayrağı’nın stada sokulmasının yasaklanmasını” protesto eden ülkücü gençlerin “planörle sahaya inerek bayrak açmak” için planladıkları “çılgın eylem” dışında “hiçbir gerilim, çirkin taşkınlık”la karşılaşmadığını yazmış.
Hafızası tembelliğe epey alışmış olmalı. Ülkücülere “bayraklarına sahip çıkmak” gibi çılgınca! fikirleri aşılayanların başını çektiği günleri yine unutmuş baksanıza...
“MHP’lilerden bir grubun bayrak açmak gibi çirkin taşkınlıklar yapacağı ihtimali” çok germiş Akyol’u, ülkücü gençlerin eylemden vazgeçmeleri için Emniyet’in “ağabey konumundaki isimlerle görüşerek sükûneti sağladıklarını” , duyunca derin bir oh çekmiş. Bütün eski “ağabey”leri kendisi gibi sandı herhalde...
Mehmet Altan’a “sakın ha bakma” dedik ama bir milliyetçi genç olarak, haddim olmasa da Taha Akyol’a acil bir “ayna açılımı” tavsiye ediyorum.
Başarabilecek mi? Başarırsa, baktığında aynada ne görecek? Çok merak ediyorum.
++++++
Siz kimin kalemisiniz?
Onlara dönüp, “Şimdi siz dötünüzü kaşıyan tetikçi gazeteci durumuna düştünüz...” yazmayacağım.
Gazeteci, bu mesleği hakkıyla, namusuyla yapmaya karar vermişse, sadece gerçeklerin, adaletin, vicdanın kalemi olur. Sizin her yazınızda yandaş çıktığınız, övüp göklere çıkarttığınız AKP iktidarının İçişleri Bakanlığı’na getirdiği Prof. Dr. Beşir Atalay, sivil kurumlara “üç koldan” çok detaylı araştırma yaptırdı ve “Ceylan’ın ölümüne neden olan bombanın havan mermisi olmadığını, askeri birlikten ya da karakoldan sıkılmadığını, tüfekle atılmış ve patlamadan orada kalmış bir bomba olduğunu” açıkladı. Yalan yazmış oldunuz. Ceylan’ın cesedi üzerinden “orduyu vurmak pis tuzağına” düşerek “Türkler ile Kürtlerin arasına döşenmeye çalışılan nefret havuzuna irinli kinlenmeler taşıyan tetikçiler” durumuna düştünüz. Ordu güçlü olmazsa! PKK silahı bırakmaz. Demokratik açılım gelmez. Ordu güçlü olmazsa. Ermeniler Ağrı’yı ister. Muş’u, Erzurum’u alır. Ordu güçlü olmazsa. Kıbrıs gider. Kıbrıslı Türkleri keserler.
Bizim ülkemizin ordusu da ABD, İngiliz, Fransız orduları gibi hatalar yapıyor. Türkiye ordusunda da “defolu subaylar, askerlik onuruna yakışmayacak davranışlarda bulunanlar” var. Bunu eleştirebiliriz. Eleştirmeliyiz. Fakat Ceylan’ı ordu öldürmemişse; sırf PKK yandaşlarının duymaktan ve duyurmaktan mutlu olacakları “TSK öldürdü” hükmünü nasıl gerçekmiş gibi yazabilirsiniz?
Siz kimin kalemisiniz?
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Alın tam üyeliğinizi kulak deliğinize sokun
“Kendi yasaklarına sıkı sıkı sarılırken, Atatürk’e hakaret ve küfürü önleyen yasanın kaldırılmasını dayatan Avrupalılarının riyakarlığını midem almıyor..”
İsviçre’de, “Türkler Ermeni soykırımı falan yapmamıştır. Bu iddiaların hepsi kocaman bir yalandır” diyebilir misiniz? “Soykırımı inkâr etmek” suçundan sizi cezaevine tıkmazlar mı?
Almanya’da “düşünce ve ifade özgürlüğüne” sığınarak, “Hitler kahramandır” diye bağıranlar, ırkçılık suçundan yargılanmıyor mu?
Avusturya’da “kilise ve dini gruplara mensup olanlara karşı insanları tahrik edenler” 2 yıla kadar hapis cezası almıyor mu?
Fransız Ceza Kanunu, “Kamuya açık yerlerde veya bölgelerde her türlü ayaklandırıcı söz ve şarkıları bağırarak söyleyenlerin, 10 günden 1 aya kadar hapisle cezalandırılmasını” öngörmüyor mu?
Polonya’da faşizmi, komünizmi savunanlar, bir dine ya da mezhebe inanmadığını açıkça söyleyenler insan değil mi? Analarından emdikleri süt burunlarından getirilmiyor mu?
Yunanistan’da “Burası demokrasinin beşiği” diyerek, halkı Elefterios Venizelos’un heykellerini kırmaya tahrik edin isterseniz... Cezası iki yıl kodes!
Bize, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ifade özgürlüğüne aykırıdır” deme cüretini gösteren AB ülkelerinin tamamı, düşünce ve ifade özgürlüğünü bir şekilde kısıtlıyor...Ama kendi yasaklarına sıkı sıkı sarılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna hakaret ve küfür edilmesini (eleştirilmesini değil), heykellerinin kırılmasını önleyen yasanın kaldırılmasını, yoksa bizi AB’ye almalarının mümkün olamayacağını söylüyorlar...
İşin ilginci; ne iktidardan, ne de muhalefetten bir kişi de çıkıp, “Alın tam üyeliğinizi kulak deliğinize sokun. Biz Atamıza küfrettirmeyiz” demiyor!
Ama benim midem, bu çok kutsal özgürlükleri Türkiye’ye “Hayır” demek için kılıf olarak kullanan Avrupalı riyakârlığını kabul etmiyor!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Hrant’ın memleketi(!)
Bir bez parçasının üzerine “Hoş geldiniz” diye yazıp, üç beş “misafir oyuncu”nun eline tutuşturunca demokrat olunuyor demek ki. İyi de sormazlar mı adama “Bu nasıl bir memlekettir ki, Dink suikastinin çözümüne çıkan bütün yollar, bizzat açılımcı yöneticileri tarafından kapatılmıştır?” Bu sorunun cevabını vermemek uğruna, kişi ve kurumlara aba altından göstermediği sopa kalmayanların demokrasisi, bayrak kapıya dayanıncaya kadar sürer elbette.