Nereden baksan tutarsızlık
Ekranları, gazete sayfalarını, üniversite amfilerini parselleyen ünvan rekortmenleri, dertlerini anlatmaktan acizler. Son örnek Sedat Laçiner: O bir doçent, o bir stratejist, o her konunun uzmanı... Ama bir dediği, diğerini tutmuyor
VARAN... 1
Laçiner’e göre; ABD PKK’yı tasfiye ediyor.
VARAN... 2
Laçiner’e göre; ABD PKK’yı silahlandırıyor.
VARAN... 3
Laçiner’e göre; ABD PKK’yı siyasallaştırıyor.
Neşe Düzel Taraf’ta yayımlanan son “Pazartesi Röportajı”nı Sedat Laçiner ile yaptı.
Laçiner’in sadece ünvanları bile sütunlar aşırı olduğu için mi bilinmez ‘pazartesi’ röportajı ‘salı’ya da sarktı.
Kolay değil. Aynı anda; Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucusu, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Başkanı, ASAM Ortadoğu Masası Başkanı, Onsekiz Mart Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi müdürü, Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi, Bilkent Üniversitesi Türk Dış Politikası dersleri ve Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Suçlar ve Terörizm dersleri hocası, Davos’ta entellektüellere verilen ödüle layık görülen ilk Türk(!); “2006’nın Genç Küresel Lideri” ünvanlarını cebinde taşıyınca...
Üzerine, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı sıfatıyla günaşırı fikir beyan etme sorumluluğu olunca... Bütün bunlara ‘doçentlik’ seviyesinde bir akademik ağırlık da eklenince... Kişide aşırı bilgi yüklemesinden kaynaklanan bazı arazlar oluşabilir mi dersiniz?
Herşeyi onlar biliyor
İnsan aynı anda “Uluslararası İlişkiler, Entegrasyon, Uluslararası Güvenlik ve Terörizm, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Irak ve Irak Savaşları, Kafkasya ve Ermeni Sorunu, Anglo-Amerikan Dünyası, Türk Dış Politikası” uzmanı olarak konuşunca, kendisini donatan bütün merkezlerin hesabına birkaç kelam etme gereği hissedip, bizim gibi sıradan eğitimli, özgeçmişi zorlasan iki paragrafı geçmeyecek insanların algılayamayacağı bir çözünürlük seviyesinde mi oluyor ifade gücü?
Kör-cahil sayılmam ama iki gündür, sürmanşet destekli iki tam sayfa yayınlanan uzman görüşlerinden birşey anlamadım. Uzmanımıza göre: Petrol ve doğalgazı doğudan batıya akıtmaya çalışan, Gine Körfezi’nin ortasındaki küçük adaya donanma kuran ABD petrol için kan akıtmaya hazır. Aynı ABD bunun için ilgilendiği ülkelerde ‘kendine yakın hissettiği çeteleşmeler ve gruplarla’ ilişki kuruyor. Mesela Ergenekoncular Amerikan neo-conlarıyla sıkı-fıkı... Yani Türkiye ABD’nin ilgi alanında... Ama Türkiye’de hangi taşın altını kaldırırsanız, bilin bakalım kim çıkıyor?
Rusya! Zaten “Ergenekon’un en önemli isimlerinden birinin Moskova’ya kaçması tesadüf müdür?”
Eeee ABD’ye ne oldu?
Dağa kaçtı!
Dağa ne oldu?
Nerden bileyim, onu da Hasan Cemal’e sorun!
Laçiner’in çektiği fotoğrafa göre, Amerika Türkiye’nin bir yandan bölgede ‘lider’ haline gelmesini, bir yandan da enerji kaynaklarının doğudan batıya taşınmasında ABD’nin köprüsü/maşası olmasını istiyor. ABD “kürtlerin hamiliğini” de Türkiye’ye bırakacak. Bu stratejiye bakarsak güçlendirilmesi gereken ülke Türkiye olmalı. Peki ABD nereyi finanse ediyormuş?
Kuzey Irak!
Laçiner’in ABD-Türkiye-Irak üçgenine dair tespitleri beyninizi dumura uğratacak cinsten...
Hangisi doğru?
Laçiner diyor ki; “PKK’yı şu anda destekleyen ülke yok. PKK kimsenin istemediği bir örgüt. Ne Suriye, ne İran, ne Bağdat, ne Türkiye, ne Amerika istiyor. Aslında Amerika 1999’da PKK’yı tasfiye kararı almıştı...”
Peki sonra ne diyor dersiniz?
“Amerikan ordusunun 170 bin silahı kayboldu Irak’ta. Bir ordunun silahı kaybolmaz. O silahlar PKK’ya geçti.”
Ve uzmanımızın final teşhisi: “PKK çağa aykırı bir örgütlenme oldu. Amerika PKK’nın silahlı bir örgüt olmaktan çıkmasını ve siyasete girmesini istiyor.”
Amerika madem PKK’yı tasfiye ediyordu o zaman niye silahlarını teröristlerin eline verdi?
Madem silahlandırdı o zaman niçin silahlı örgüt olmasından yana değil?
Madem siyasete girmesini istiyor, o zaman neden silahlandırdı?
Bu soruları sadece şimdi soruyor değilim... Ne zaman televizyonun karşısında bir kaç saat geçirsem (yani her gece)... Ne zaman bütün gazeteleri kucağıma alıp, tek tek köşeleri okuma gafletine düşsem (yani her sabah)... Ne zaman bir davete icabet edip ülke meselelerine kafa yoran aydınlarımıza kulak kabartsam (yani periyodik olarak iki üç haftada bir)...
Benzer çelişkilere takılıp, benzer soruların peşinde bir labirente salıyorum aklımı. Tuzağa düşüyorum. Sizin gibi, herkes gibi...
Bize dayatılan ve bütün acil durum çıkışlarımızı kapatıp dinlemeye, izlemeye, okumaya mahkum edildiğimiz aydın profili bu çünkü... Çelişkili, tutarsız, öngörüsüz... Anlayacağınız keşke bir tek Sedat Laçiner’le bitse iş. Ama “onlardan çok var”...
Kulağımıza pamuk tıkayıp,
adamı kıvırtan o şarkının sözlerini ithaftan başkası gelmiyor şimdilik elimizden: “Biiir çok sıkıldım / İkii yerim çok dar/ OoOoO senden çok var / Benimi buldun şimdi / Çok işim var”
İnsanlık adına, kanal kanal gezip beynimizi dumura uğratan entellektüel kafileden ve onları aklımıza musallat eden medya, üniversite, sivil toplum sermayedarlarından minik bir ricam var: Madem lafı eveleyip geveledikçe çarşafa dolanıyorsunuz, kısa kesin de “aydın havası” olsun...
++++++
Bülbülü 105 bin yeşillikle beslemişler yine de ah Bilderberg demiş...
Bilderberg bülbülünün züğürt tesellisi
Bir aralar bütün mesaisini Bilderberg’in esrar perdesini aralamaya vakfeden Fehmi Koru, söz konusu toplantıya davet edildiği vakit şöyle yazmıştı: “Acaba gitmeyeyim mi?” hissi bir an bile içimden geçmedi. Ne tereddüdü, çok heyecanlandım bile... Son ana kadar “Ya cayarlarsa” diye içim içimi yedi.”
Neyse ki Bilderbergciler, medyanın dolduruşuna gelip de caymamış, Koru da ‘Bilderbergçiler’le üç gün ve üç gece geçirerek’, yine kendi ifadesiyle “daha yetkin” hale gelmişti.
2006’da katıldığı Ottowa toplantısından sonra 6 bölümlük dizi yazı yazıp adeta Bilderberg bülbülü kesilen Koru, o günlerde dahil olduğu bu ‘çok üst düzey grubun’ önemini şöyle vurgulamıştı: “Bilderberg’in en çarpıcı ürünü, dünyayı hâlâ etkisi altında tutan ‘küreselleşme’ dalgalanması... Dünya liderlerinin söz alacağı bir toplantı düzenleseniz orada hangi ‘global’ konuların konuşulmasını istersiniz: Irak... İran... İsrail-Filistin ihtilâfı... Afganistan... AB... NATO... Petrol fiyatları... Fikri tâkip duygusu hayli yüksek bir örgüt Bilderberg...”
Kıymet bilmediler
Sonra 2007: ses yok... 2008: maalesef... 2009: Yine Fehmi Koru’suz toplandı Bilderbergçiler...
Koru’ya da, katılamadığı toplantının analizini yapmak düştü. Ama bir sitem.. Altan alta bir gönderme...
“Zaten ilk gittiğimde de hayal kırıklığına uğramıştım” türünden bir oto-rehabilite...
Artık neyi hayal etmişse!..
“Onlar çağırırdı da ben kendimi geri çektim” edaları...
Ve “ben katılamadığım Bilderber’e Bilderberg mi derim” darbesi: “Bilderberg için ‘güçtü’ dememiz gerekiyor...”
Müstahak böyle kadir-kıymet bilmezlere. Oh olsun. Sizden ve eşine zor rastlanır kehanetlerinizden mahrum kaldılar ya bakın nasıl kaybetmişler etki güçlerini...
Hem zaten bakın “Bugün Beyaz Saray’da Bilderberg’e hiç katılmamış Barack Obama oturuyor” değil mi?...
++++++
Üç tehdit, üç anlamlı cevap
29 Mart öncesi Başbakanı’yla, bakanlarıyla vatandaşı tehdit ettiler. Bize oy vermezseniz hizmet alamazsınız, hesabınızı ona göre yapın, dediler. Vatandaş cevabını verdi. “Haydi başka kapıya.”
Hüsamettin Cindoruk, DP Genel Başkanlığı’na aday olacağını açıklar açıklamaz AKP’lisi, 2. Cumhuriyetçi’si, dincisi, liberali, düğmelerine aynı anda basılmışçasına saldırıya geçti. Salvolar “yaşlı” diye başladı. Doz giderek artırıldı; darbeci, Ergenekoncu iftiraları havada uçuşmaya başladı. Ama hesap tutmadı.
Ve Tandoğan’daki cumhuriyet mitingi... Miting Ergenekoncuların mitingiydi! Katılanlar Ceza Yasası’na göre suç işlemiş olacaklardı! Yasadan kaçabilseler de kameralardan kaçamayacaklar, soluğu Silivri’de alacaklardı. Onun için yapılacak şey pazar günü Tandoğan Meydanı’ndan uzak durmaktı.
Sonuç mu? Ellerde bayraklarla kırmızıya kesmiş Tandoğan Meydanı... “Bizi de çekin” diye kameralara el sallayan gençler - yaşlılar...
Cumhuriyetin, hukukun, çağdaşlığın, aydınlığın onurunu savunmak için yurdun dört bir yanından gelip Ata’nın huzuruna çıkan on binler...
Üç olay... Üç tehdit... Üç cevap. Yandaş kuvvetler yalanlarının artık sökmediğini görebiliyor mu?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Korkmakta haksız değiller
Hüsamettin Cindoruk siyasi bir ikbal beklentisi ve hırsı içinde değil, artık büyük ihtiyaç haline gelen merkez sağı toparlamak adına DP’nin başına geçtiğini gösterdi.
Cindoruk’un kazandığı listedeki bazı eski isimler merkez sağın dinamiklerini harekete geçirebilir.
AKP’nin ve yandaş medyanın Cindoruk konusunda gösterdiği endişe de zaten bu hislerimi güçlendiriyor. Özellikle AKP’ye payanda olan bazı çevrelerin çıkar ilişkileri içnde olduğunu söyleyebiliriz ama bu onların akılsız ve mantıksız olduğunu göstermez. Bu kadar telaş içinde olmaları tehlikenin de işaretidir ki, demek ki önümüzdeki günlerde merkez sağdaki birleşmelere karşı çok aktif bir mücadele de başlayacaktır.
Şimdilik “darbecilik” suçlamasıyla sürdürülen kampanya önümüzdeki günlerde çok daha çetin hale gelecektir. Buna “küçük olsun benim olsun” zihniyetiyle DP içinde garip bir mücadele bayrağı açanların da katkısı olabilir. Özellikle kongre öncesi 367’den, Ergenekon’a, 28 Şubat’tan Anayasa değişikliklerine kadar pek çok konuda AKP ile bire bir örtüşen konuşmalar yapması pek hoş olmadı.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Eskiden dağa taşa “Önce Vatan” yazardık, şimdi ellerinden gelse “Önce Satan” yazacaklar...
* Can Kerem Kaya
++++++
MİNİ YORUM
Selam verip borçlu çıkanlar
Danıştay’ın telefon dinlemeleri ve teknik takipleri düzenleyen yönetmeliği iptal kararından sonra, gözler iddianamesinin önemli bölümü buna dayanarak oluşturulan “asrın davası”nda... Tutukluların mağduriyeti düşünülünce öncelik elbette kayıtların “delil” niteliğini yitirip yitirmediği olacak. Yine de dava konusu suçlar ile alakası olmadığı halde, sanıklardan herhangi birine hasbel kader selam verip borçlu çıkanlara da dikkat çekmek gerek. Bu kişilerin özel görüşmeleri, telefon numaraları, ev adreslerine varana kadar fişleyenler, bu mağduriyeti nasıl tazmin edecek?