Nemrut Mustafa Divanı (13 Şubat 2009)

Bir tek tahliye deyip geçmeyin. Köşelerdeki fırtına bir bardak suda değil, bu toplumun son bir asrında kopuyor. Hukuk ile yargısız infazın yüz yıllık hesaplaşmasında tarihin ezberi bozulmaya çalışılıyor


Hasan Pulur, “Ulusalcılık, bağımsızlık denince, kendilerini kırmızı şal görmüş boğa sananlar... Bazılarının ağzının suyunu şimdiden akıtan, tasarladıkları dava için nasıl olsa bir “Nemrut Mustafa” bulurlar. “ diye bitirmiş dünkü yazısını.
Nemrut Mustafa kim? İttihat ve Terakki, Boğazlıyan, Trabzon, Büyükdere, Elazığ tehcir yargılamalarını yapan, Atatürk hakkında idam kararı veren, Kaymakam Kemal Bey’i idam ettiren, Damat Ferit’in atadığı mahkeme reisi! Mustafa Paşa’yı ”nemrut“a dönüştüren hukuk tanımazlığı ve şehitleri ” köpek ölüsünden farksız“ saydıran nefreti. İki gün gazeteleri yığın önünüze, sayfaların arasından, köşesinde divan kurup, asan, kesen kaç Nemrut Mustafa çıkacak, şaşarsınız.

Ezberi bozmak
Pulur’dan sonra Hüseyin Gülerce’yi okudum. ”Ergenekon asırlık ezberleri bozduğu için önemli“ diyordu. Anlamak için, tam 100 yıl öncesine, yani bugün ’hesaplaşılan ezberin miladı’na dönmek gerekti.
2009 -100 = 1909. O da eşittir, Meşrutiyet’in hemen ertesi; 31 Mart Ayaklanması, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi. Bu olaylar, üç aşağı beş yukarı ”Tanzimatçıların ‘Sen, yalnız Osmanlısın. Sakın, başka milletlere bakarak, sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin anda, İmparatorluğun yıkılmasına neden olursun!’ dediği, “Zavallı Türk’ün de ‘vatanımı kaybederim’ korkusuyla ‘Vallahi Türk değilim’ demek zorunda kaldığı” zamanlardan, milletin Kurtuluş Savaşı verecek kadar Türklüğü’nün şuuruna ermeye başladığı zamanlara denk geliyor. 31 Mart ayaklanması bu geçişin sancılarından, Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ise “bir gün hesabı sorulacak” bedeller dizisinin ilk somut işareti..

Tarihi hesaplaşma
Bir kesim ‘o an’dan sonra, ‘kendilerini büyütmeyen zamanları’ bazen şiddetle, bazen karanlıkla reddettiler. ‘On yılda yeni baştan yaratılan onbeş milyon’dan nefret ettiler, devletten, bayraktan, ilimden... Devşirme, işbirlikçi şeyhlerini özlediler.
Defalarca yazdık, ezberlerini bozmaya çalıştıkları kişiler aslında hiç Vedat, Sevgi, Hurşit, Şener... olmadı. Enver, Talat, Cemal, Hüseyin Cahit, Mustafa Kemal’le hesaplaştılar satır satır... Ya sürgün, ya yağlı urgan... Başka çıkışı olmayan Bekirağa Bölüğü kurulacak sandılar Silivri’de...
Şimdi bir tek tahliye bile, panikletiyor hepsini. Bir tek tahliye deyip geçmeyin... Bu yeniden yazmaya çalıştıkları tarihin akışının bozulması demek..
Pulur’un “nasılsa bulurlar”, dediği Nemrut Mustafa’ların ’hukuk’un üstüne çıkamayacakları ile yüzleşmek demek...


++++++


Cadı kazanına döndürdüler
Ergenekon tertibi, hukuk ve yasadışı bir büyük siyasal operasyonun hayata geçirilmesidir...
İlk iddianamede strateji açıkça ortaya çıkıyor... TSK.. PKK.. ETÖ.. Hedef (Türk Silahlı Kuvvetleri) TSK’dir...
PKK terör örgütü mü? Bunun karşısına çıkan TSK’nin de ETÖ ile (Ergenekon Terör Örgütü) özdeşleştirilmesi için, ilk iddianamenin yanı sıra, bir buçuk yıldan beri sürdürülen soruşturma, yandaş medyanın da desteğiyle, sürekli fokurdayan bir cadı kazanına dönüştürülmüştür...
Tertibin stratejisi şudur:
ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) adıyla belirli güçler tasfiye edilirse, PKK terör örgütünü kapsamına alacak bir uzlaşmayla köşe dönülür; Amerikan BOP’una göre bölgede ’ılımlı İslam devleti’ modeline yol açılır...
Bu tasarımın yürümesi için laik Cumhuriyetin TSK’sini ETÖ ile özdeşleştirip Ordu’nun gücünü kırmak, askeri sindirmek gerekiyor.
Ergenekon tertibi bu amaca ulaşmak için hukukun temel kurallarını, anayasayı ve yasaları çiğneyerek yürüyor...
Türkiye hukuksuz bir ülke midir?..
Ergenekon tertibi bir sivil darbedir... Yargı bu darbeye alet edilmek isteniyor... Ancak yine yargı bu darbeye ’dur’diyecektir... Hukuksuzluğun ilacı, hukuk devletinin ta kendisidir...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

++++++

Tolon’un suç aleti bulunmuş:
Sevr’e giden yol!
Birinci Cihan Savaşı sürerken, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Anadolu’yu aralarında paylaşmışlardı, bu paylaşım esas alınarak Sevr’e gidilmiştir. Sevr, bu paylaşımın onayıdır. Ama hiç ummadıkları bir şey olmuş, bu paylaşıma direnenlerle Anadolu İhtilali başlamıştır; arkadan Mustafa Kemal Paşa önderliğinde de Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı ve Lozan...
Hurşit Tolon 2004 yılında yazdığı bu kitabı “Atamızın cumhuriyetinin güvencesi yurtsever insanımıza” adar. Kitabının önsözünde şöyle der: “Bu kitapla, günümüzde, ülkemizin bütünlüğüne, ulusal birlik ve beraberliğine yönelik oluşumların tarihi geçmişinin anımsanmasına bir ölçüde yardımcı olmak amaçlanmıştır.”
İşte delil! Ah, ellerine bir fırsat geçse, güçleri yetse...
Paris, Londra, San Remo ve Sevr Konferansı... Ve Lozan... Hurşit Tolon şöyle der: “Avrupa’nın emperyalist devletleri, Milli Mücadele’de uğradıkları yenilginin sonucunda Anadolumuzu hâkimiyetleri altına alarak sömürgeyi hedef alan Sevr Barış Antlaşması’nı geçici bir süre için rafa kaldırmak zorunda kalmışlardır.”
Geçici süre, ne kadar?
Falcıların tekerlemesi gibi, üç gün mü, üç ay mı, üç yıl mı?
Tolon onu da söyler: “Türkiyemizin jeopolitik konumu dolayısı ile tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de gelecekte de birçok düşmanları olacaktır. Bu düşmanlar Kurtuluş zaferimizden sonra rafa kaldırdıkları, Sevr Barış Antlaşması’nı tekrar gündeme getireceklerdir. Zira bugün bölücü unsurların vatanımızı parçalama ve akabinde de ele geçirme faaliyetleri Sevr Antlaşması’nın günümüze uygulanması çalışmalarından başka bir şey değildir.”
Delil yokmuş!İşte delil!
* Hasan Pulur / Milliyet


++++++


Tarihle yüzleşmek değil Yüzsüzleşmek!
Bir aşk öyküsü eşliğinde 6 - 7 Eylül olaylarını anlatan “Güz Sancısı” adlı filmde evlerin kapılarının önceden kırmızı haçlarla işaretlenmesinin maksatlı bir abartı olduğunu, olaylar tarihimizde utanç vesilesi olsa da bu tür sahnelerin yaşanmadığını yazmıştık. Bir başka okurumuz bir başka sahneyi anımsatıyor:
“Babasının arkadaşını öldürttüğünü anlayan kız onunla hesaplaşırken baba şöyle diyor: Vatan söz konusu ise gerisi teferruattır...
Anlaşılan ’tarihle yüzleşiyoruz’kampanyası ’tarihe karşı yüzsüzleşme’ girişimini de içeriyor...”
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

Fehmi Amca İngiliz muhibi mi?
Koru’nun, 6-7 Eylül olaylarının İngiliz Gladio’suna bağlanmasına itirazı, “İstihbaratın ana ocağı” Exeter Üniversitesi’nde aldığı eğitim ile mi ilgili?

Odatv’den Barış Pehlivan’ın analizi, Fehmi Amca’nın her an içinden fırlamaya hazır bekleyen OO7 eğilimini özetlemiş.
Soru şu: “Koru, İngilizlerin 6-7 Eylül’deki rolünü gölgelemek mi istemektedir?”
Pehlivan’ın cevabının özeti:
“MI6 ajanları denince akla gelen kurumlardan biri Exeter Üniversitesi. İngiliz istihbarat servisi mensuplarının ana ocağı gibidir burası.
Buradan mezun olanların özellikle İslam ülkelerinde önemli mevkilerde yönetici olarak görev yaptığı biliniyor. Örneğin Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü’nde bölgenin tarihi, kültürü ve dilleri öğretildiği için, bölge konusunda uzman olmak isteyen ajanları mutlaka buradan geçiriliyor. Enstitü’nün başında; Prof. Dr. Tim Niblock bulunuyor. Dönemin (2005) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e fahri doktora unvanını veren kişi. Sabahaddin Zaim, Nevzat Yalçıntaş ve Milli Kültür Vakfı’nın bursu ile İngiltere’ye giden Gül’ün 1976-1978 yılları arasında Exeter Üniversitesi’ndeki öğrenci arkadaşı Fehmi Koru. Koru ve Gül, Müslüman Öğrenciler Birliği yurdunda kalıyordu.
Türk öğrencilerin bu üniversiteye gitmesi için destek veren Yalçıntaş; TBMM Genel Kurulu’nda bir anısını anlatıyordu: “Seneler önce, İngiliz Dışişleri, her ülkeden birkaç kişiyi -herhalde bizi de alakalı gördü- Exeter Şatosuna davet etti, beyin fırtınasına. İşçi Partisi üyelerinden Crossman geldi, dedi ki: “Karşımızdaki problem, medyanın demokrasiyi tahrip edecek çapta girişimlerde bulunması; bunu halletmeye çalışıyoruz.”
Koru’nun anlamsız polemiği “İngiliz sempatisiyle”açıklanabilir mi?


++++++

Exeter Üniversitesi’nin ünlü Türk öğrencileri
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yenişafak Yazarı Fehmi Koru, Eski Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu

++++++

Erbil’de kutlarsın artık
Ümraniye Davası ile “Bayrak mitingleri düzenleyerek Türk’ü Kürt’e düşman edecek kimsenin kalmadığını” iddia eden Mümtaz’er Türköne soruyor: Ergenekon’un operasyon yeteneği olsaydı TRT Şeş yayına başlayabilir miydi? Eve dönüş veya genel af yasasını artık kim engelleyebilir?
Sahi genel affı engelleyen neydi bugüne kadar?
Milli direnç gösterecek kişi ve kurumların varlığının yarattığı temkinlilik olabilir mi?
Artık Türköne, “karamsar olmaya gerek yok, önümüzde engel kalmadı” rahatlığıyla yazabildiğine göre, 15-16 Şubat’ta Erbil’de yapılacak Abant Platformu toplantısında, Barzani ile bir kutlama partisi de düzenlerler...

++++++

Din, Allah, kitap diyorlar ama maaş vermiyorlar
4 aydır maaş alamayan TVNET çalışanları, Post Medya’ya gönderdikleri açıklamada “Din Allah, Kitap, Kur-an diyorlar, kanal bu değerlere inanmış saf Müslümanların paralarıyla kurulmus, ama maaş ödemiyorlar” diyerek kanalın sahibi olan Albayraklar’ı suçladılar.
‘İktidarın desteğini alıyor’ dedikleri Albayraklar’ın duruma itiraz eden personeli gözünün yaşına bakmadan kapının önüne koyduğunun söylendiği açıklamada, “Alnının akıyla çalışıp, helal kazanç saglamak niyetinde olan kanal çalışanları kiralarını ödeyemezken, son model arabalarına benzin parası bulan Albayraklar’ı kınıyoruz” denildi.


++++++


MİNİ YORUM
Haklısın, ayıp oluyor

Fehmi Amca ‘savcılara “bizim-sizin” ayrımı yapmanın’ ayıp olduğunu yazmış.
Çok değil, daha on gün önce, aynı gazetenin, aynı sütununda, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun üç yeni savcı atamasıyla ilgili olarak, “Yeni savcı atamasının ne anlama geldiğini anlamakta zorlanıyoruz. Sayıları artırılarak davayı bugüne kadar izleyen savcıların elleri mi bağlanmak isteniyor acaba? Yoksa siyasi irade süreçten desteğini mi çekiyor?” diye yazan kimdi? Mevcut savcının, ‘siyasi iradenin temsilcisi’ olduğunu ima etmek ayıp değil miydi?

Yazarın Diğer Yazıları