Nehirde boğulan "Yağmur!.."
Bundan 25 yıl önce yalnızca kuraklığın, sefaletin ve yokluğun değil, aynı zamanda çaresizliğin de manzarası Harran Ovası'nda hiç değişmiyordu;
Uçsuz bucaksız topraklarda yükselen toz bulutu ve susuzluktan dev çatlaklar oluşmuş ovanın viraneleri...
Tarihin çok eskilerinden kalan su kaynakları da kuruduğu için artık sulu tarım yapma olanağı kalmayan Harran Ovası ve çevresinin makus talihini yenmek için Türkiye Cumhuriyeti büyük mücadele verdi...
1960'larda düşünülen Aşağı Fırat Projesi'nin amacı, işte çatlamış toprakların en çarpıcı manzaralarının yansıdığı Harran'ın kaderini değiştirmekti...
Harran Ovası'ndan 50 kilometre uzaklıktaki Fırat Nehri yüzyıllardır boşa akarken, Dicle ile buluşarak Şatt-ül Arap adıyla Basra Körfezi'ne dökülürken çıkardığı ses, yalnızca Harran'ın gözyaşları değil, o coğrafyada yüzlerce yıldır suya hasret yüzbinlerce insanın hıçkırığıydı aynı zamanda...
Sonunda, 1970'li yıllarda Süleyman Demirel, Harran Ovası'nı Fırat'ın sularıyla şenlendirecek olan Urfa Tünelleri'nin temelini attığında, konuştuğu kürsünün hemen arkasındaki bez pankartta şunlar yazıyordu;
"Dağları değil, çağları deliyoruz..."
Fırat Nehri'nin bulunduğu Bozova yakınlarından Harran Ovası'na uzanan topraklarda bazen dağları, bazen ovaları delerek yerin altından açılan tüneller 20 yılı aşkın sürede tamamlanırken, 1994 yılının 11 Nisan'ı açılış için müthiş bir tarihe de vurgu yapıyordu...
Urfa, 11 Nisan 1920'de düşman işgalinden kurtulduğu için, bölgenin makus talihini yenerek, Urfa'yı yoksulluğun, sefaletin ve kuraklığın da işgalinden kurtaracak Fırat'ın Harran'a akışı için de 11 Nisan tarihi seçilmişti...
AKP'nin unuttuğu GAP...
O gün davullarla zurnalarla, halaylarla zılgıtlarla akıtıldı Fırat'ın ilk suyu Harran Ovası'nın bağrına...
Ve yüzlerce yıldır suya hasret topraktan bir buhar yükselmişti Urfalı sanatçıların acıklı gazelleri gibi gökyüzüne...
O gazellerde yoksulluğu, sefaleti anlatan o kadar nağme vardı ki, Fırat tüm bunların içerisindeki acıyı buz gibi suyuyla söndürmüş ve insanlar artık bölgenin kara talihinin Fırat'la birlikte aşılabileceğine inanmıştı...
Çünkü Fırat, Harran'a kavuşmadan önce, sadece işsizler, topraksızlar, yoksullar değil, toprağı olduğu halde susuzluk yüzünden işleyemeyen ve bu yüzden marabalığa mahkum olan on binlerce Güneydoğulu yurttaş, kamyonlar üzerinde Çukurova'ya pamuk, Karadeniz'e fındık toplamaya gidiyordu...
Ve o yoksul marabaların yüzlercesi kamyonların karıştığı kazalarda yaşamlarını yitirirken, gurbet ovalarına kurulan çadırlardan çaresizliğin çığlıkları eksilmiyor, yoksulluk Urfa, Mardin, Diyarbakır gibi kentlerin umutsuzluğunu, ekmeğe muhtaç hallerini isyan gibi dışa vuruyordu...
AKP öncesindeki iktidarlar GAP'ın tamamlanması için çok mücadele verdi...
32 milyar dolar proje bedeli olan GAP'ın bitirilmesi için devletin kaynakları seferber edildi, Urfa-Mardin- Ceylanpınar ovalarına kanallar açıldı ve "bir yılda dört ürün" alma düşünün yaşama geçirilmesi için mücadele edildi...
Doğrudur; GAP başta Urfa olmak üzere Güneydoğu kentlerinin çehresini değiştirmeye başladı ki, temeli 1970'lerde atılan Urfa tünelleri ve temeli 1983 yılında atılan Atatürk Barajı'na rağmen proje planlandığı gibi bitirilemedi ve bölgeyi tarımla kalkındırma hedefine tamamen ulaşılamadı... Neden mi peki?..
Bozova'nın kahreden kaderi...
AKP ile başlayan dışa bağımlılık ve tarımın küçültülmesi skandalı, GAP'ı da ne yazık ki geri plana itti...
Sadece Urfa çevresindeki 1.3 milyon hektarlık müthiş arazi 40 yıldır sulanamadığı için ve projenin çevre illerdeki üniteleri tamamlanamadığı için Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde sulu tarıma tamamen geçilemedi, birçoğu işlenemeyen topraklar yüzünden de işsizlik sıkıntısı çeken yüzbinlerce insan ırgatlık uğruna Çukurova'ya, Ege'ye, Karadeniz'e gitmeye devam etti...
Fırat Nehri, 1994 yılında dünyanın en verimli ovalarından Harran'a akıtılmasına rağmen, bölge tamamen sulanamadığı için on binlerce Urfalı da 25 yıldır ırgatlıktan kurtulamıyor ve hasat mevsimi geldiğinde, Türkiye'nin dört bir yanına savruluyor...
GAP'ın çaresiz çocukları ya kamyonlarda yolculuk ederken trafik kazalarında, ya çadırlardaki tüp gazdan çıkan yangınlarda ya da ilkel-sağlıksız yaşam koşulları nedeniyle hastalıktan ölüyor... Ve bazen de suda boğularak!!!
İşte önceki gün aşağıdaki haber yansıdı gazetelere;
"Mevsimlik işçi olarak Sivas'a giden Yağmur ailesinin çocukları Kadir ve Mahmut serinlemek için girdikleri Kızılırmak Nehri'nde boğuldu. 2 kardeşin cenazeleri, memleketleri Şanlıurfa'nın Bozova ilçesine getirilerek gözyaşları içinde toprağa verildi. Amca İbrahim Yağmur, cenaze arabasına kollarını açıp karşıladı, diz çöküp Kürtçe ağıtlar yaktı."
Peki; kaderin kahreden bir cilvesi midir bu?..
25 yıl önce Bozova'dan kanallarla taşınan Fırat sularının Harran'a can vermesi planlanırken, o nehrin kıyısında büyüyen Bozova'nın çocukları, ırgatlık uğruna gittikleri bir başka şehirde suda boğularak can veriyorlar!..
Söyler misiniz; GAP'ın çocukları aslında niçin ölüyor?..