“Nefretle yaftalananlar” olmayı böyle başardık
Cumhuriyet gazetesi için yaptığı söyleşide Soner Yalçın’la “gıyabında yürütülen nefret” ten konuşan Zeynep Altıok Akatlı, “özgür basın” eylemlerinde Tuncay Özkan’ı, Mustafa Balbay’ı, Yalçın Küçük’ü “fotoğraf”ın dışında bırakmaya çalışan meslektaşlarından yakınıyor. Geçtiğimiz günlerde Nihat Genç’in Odatv’de yayınlanan yazısı üzerinden başlatılan kampanyayı hatırlatıyor ve soruyor:
“Önyargılar öyle bir boyutta ki. Örneğin geçen günlerde Nihat Genç’in bir yazısı yayımlandı Odatv’de. Gerçekliği, temeli hayli tartışılabilecek bir güncel siyasi yorum. Katılmak mümkün değil. Ama şaşkınlıkla izlediğim, insanların bu yazıdan kalkışla ” Soner Yalçın yine(!) nefret suçu işliyor “ diye ortaya çıkmaları oldu. Nefret suçu var mı yok mu ayrı konu, ama yazının ve fikrin sahibini değil de Soner Yalçın’ı konuşmak, hatta hedef almak ve onların tabiri ile hedef göstermek, nasıl oluyor aynı tarz bir nefret olmuyor? Nasıl bir kişiselleştirme var?”
***
Eşekten düşenin halini en iyi eşekten düşen anlar!
Soner Yalçın “İktidarlar değişir; yarın başka siyasi güç seni bizim durumumuza düşürebilir. Bunun önünü almak gerek” diyor.
***
Akatlı, “önyargı ve nefretle yaftalamaktan” yola çıkıp “bu ülke, bu noktaya nasıl geldi” diye sorarken, kısa zaman önce yaşadıklarım geçiyor gözümün önünden:
12 Eylül darbesi arifesinde suikasta uğrayan gazeteci Abdi İpekçi adına verilen ödüle, başka gazetecilerin benzer suikastların kurbanı olmasına yol açacak hedef gösterici yayınlara imza atan birinin layık görülmesini eleştirdiğim için, hem ceza hem de tazminat davası açıldı hakkımda.
Yazdığı haberlerde, katıldığı konferanslarda bizi “Dink cinayetinin azmettiricisi” olarak konumlandıran, her türlü kara propagandaya başvuran, etrafımızda bir nefret sarmalı yaratan şahsa karşı çıktığım için ceza davasını kaybettim. Öyle ya; bugünün muktedirleri diyorsa, suçumu kabullenmeli, Küçük Emrah bakışıyla önünde diz çöküp “Ne olur affet beni ağabey” diye af dilemeliydim! Velhasıl, itirazımız da sonucu değiştirmedi ve dosyayı inceleyen hukukçuların “açılmış olması bile komik” dedikleri davada hüküm giydim!
“Nefret söylemi”nde bulunan kazandı; “nefret suçu” benim üzerimde atılı kaldı!
Bir tek gazeteci bile ne oldu, nasıl oldu sormadı. Yazmadı. Kınamadı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, dalga geçer gibi, iş işten geçtikten, karar kesinleştikten sonra mesaj atma lütfunda bulunarak “konunun takibi için dosya bilgilerini” istedi!
Cevap vermedim; acı acı gülmekle yetindim!
***
Böyle geldik işte bu noktaya; irili ufaklı benzer haksızlıkları, adaletsizlikleri, hukuksuzlukları, zulmü, muhatabı “bizden olmadığı” için yok sayarak geldik!
H H H
Bu noktaya; Nükhet İpekçi babasının saldırıya uğradığı gün giydiği kanlı gömleği eline alıp, “Vicdan Müzesi kurulsun, içinde Hrant Dink’in elbiseleri, Abdi İpekçi’nin kanlı gömleği, Ümit Kaftancıoğlu’nun sarı basın kartı, Doğan Öz’ün kıyafetleri, Turan Dursun’un saati olsun” dediği gün; “Evet hepsi olsun ama onlarla birlikte Yılmaz Güney’in vurduğu Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’nun kanlı gömleği de olsun” diyemediğimiz diyenleri, “faşist” ilan ettiğimiz için geldik.
Dün nasıl Abdi İpekçi’nin adının yanına aynı dönemde suikasta uğrayan ve hâlâ faili meçhul olan İlhan Darendelioğlu’nun adını koyamadıysak;
Bugün de Nedim Şener’in, Ahmet Şık’ın yanına Deniz Yıldırım’ın, Ufuk Akkaya’nın, Güler Kömürcü’nün, Hikmet Çiçek’in adını koyamadığımız için geldik!
Onlar gözaltına alınıncaya kadar Tuncay Özkan’ın adını bir kez bile anmadığımız için geldik!
Bu noktaya; Oda TV basılana kadar, yazan, çizen insanların “susturulması”nı, “gazetecilik davası” diye adlandırmadığımız, “terörist”, “darbeci” diye linç edilmelerine itiraz etmediğimiz için geldik!
Bu noktaya; “Kur’an’ın ilk sözü oku; öyleyse oku yahu; ezbere yaşama, satır satır anlayarak oku Kur’an’ı, hayatı, olanı... Bir tek öyle çözersin seni kuşatan yalanı, dolanı!” sözlerini “Kur’an’a dil uzattı” diye çarpıtılan Banu Avar, parçalansın diye bir grup bağnazın önüne atıldığında da “meslek dayanışması” hatırına sokaklara dökülmediğimiz için geldik!
Bu noktaya; KCK operasyonlarında BDP’lilerin “elleri kelepçeli” götürülmesine “ayıptır zulümdür” diyenler; Ümraniye, Balyoz operasyonlarında sabaha karşı evleri, işyerleri basılan, yaka paça yataklarından çıkarılıp emniyete sürüklenen akademisyenlere, askerlere, hukukçulara, yazarlara “oh olsun” dediğimiz için geldik!
Bu noktaya; gazete manşetlerinde, Maraş olaylarını provoke etmek için, ülkücülerin bulunduğu sinemayı solcular atmış gibi bombaladığı söylenen Ökkeş Şendiller’in yanına, “aynı mantıkla” solcuları provoke etmek için faili sol görüşlü bir öğrenci olan Mustafa Kuseyri cinayetini ülkücülerin üzerine atan Cengiz Çandar’ların fotoğrafını koyamadığımız için geldik!
Bu noktaya; İlhan Selçuk’un öldürülüşünü izlediğimiz için geldik!
Bu noktaya; “Dink’in kişiliğini hedef aldığı” gerekçesiyle Hasan Pulur’un kişiliği yerden yere vurulurken duymazdan geldiğimiz için geldik!
Bu noktaya; Dink’i hedef gösterdiği öne sürülen Deniz Som’un hedef gösterilişine kayıtsız kaldığımız için geldik!
Bu noktaya; Ahmet Türk’e atılan yumruktan sonra yazdıkları yüzünden Yılmaz Özdil hakaret sağanağına tutulurken, ona sahip çıkmaya utandığımız için geldik!
Bu noktaya ırkçılığı Murat Belge’ye,
Öldürmeyi Yılmaz Güney’e,
İftirayı Orhan Pamuk’a,
Provokasyonu Hasan Cemal’e,
Delil karartmayı Cengiz Çandar’a,
Darbe şakşakçılığını Çetin Altan’a hak saydığımız için;
İsimleri gerçeklerden daha büyük sandığımız için geldik!
Bu noktaya Necip Hablemitoğlu’nun gömüldüğü karanlık, Kemal Türkler’in gömüldüğü karanlık kadar mesele yapılmadığı için geldik!
Hadi güncel bir örnek olsun:
Bu noktaya; ÇHD’li avukatlar için Çağlayan’ı kuşatırken beş yıldır neden cezaevinde tutulan ve nedenini hâlâ bilmeyen Kemal Kerinçsiz’in de bir avukat olduğunu umursamadığımız; Balyoz’da engellenenin de “savunma hakkı” olduğuyla ilgilenmediğimiz için geldik!
***
“Gazeteci olmayan, gazeteci görünümünde şeytanlar var” diyor Yalçın röportajında;
“Pırlanta küpelerinden, basit mevki yarışlarından, sıradanlıklarından, vicdansızlıklarından...” tanıyoruz; biliyoruz kimleri kastettiğini.
Bu noktaya; “şeytan” olduklarını bile bile “o da melek nihayetinde” deyip kutsadıklarımız yüzünden geldik!
Ve biz bu noktadan ancak “haksız-hukuksuz zulme uğrayanların acısını” eşekten düşmeden de hissedilmeyi öğrendiğimiz de dönebiliriz geri!