Nedir bu kendini bilmezlik Allah aşkına!
Her bir şeyden, dünyanın bir ucunda, okyanusun ortasındaki bahriyelimizin, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın başında, -40 derecede terörist peşinde koşan bir bordo berelimizin, denizin dibindeki bir SAT komandosunun aldığı nefesten haberleri var, Yılmaz Özdil’in deyişiyle “kimin gecede kaç kere yellendiğini” bile biliyorlar... Bu kadarla kalsa iyi; askerlerin, gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, milletvekillerinin, avukatların, yargıçların, öğrencilerin “akıllarından geçeni” görüyorlar; umutlarını, hayallerini... O kadarki Ümraniye’ydi, Balyoz’du, Odatv’ydi, Gezi’ydi derken toplama vurursak binlerce kişiyi yaptıkları değil yapmayı düşündüklerini zannettikleri(!) -niyet okuyucu mübarekler- eylemler yüzünden linç ediyorlar velakin kendilerini bilmiyorlar.
Başka bir izahı olamaz; “ayna” denen ve “neye benzediğimizi” gösteren, bizi “yansıtan” mucize keşifle tanışmamışlar!
Yoksa kendi “yansımaları”nı “şımarıklık”la, “hoyratlık”la, “taşkınlık”la ithama kalkışırlar mı?
Aksi halde, yani ortada bir “kendini bilmezlik” problemi olmasa, Ekrem Dumanlı neden “önemli olan öz, usüldeki sahteliklere takılmayın” mantığıyla bizzat meşruiyet kazandırmaya çalıştığı “kara propaganda”metodu kendilerine karşı uygulanınca ciyak ciyak bağırmaya başlasın ki!
Diyelim siz haklısınız, size “siyonist” diyen, “Tel Aviv ilişkileriniz” den bahsedenler “uyduruyorlar” ; tıpkı Balyoz davasının temelini oluşturan CD’lerdeki sizin “belge” dediğiniz kağıtlarda yazılanlar gibi yani; birileri oturdukları yerden, sizi zor durumda bırakabilecek ne varsa sıralıyor ve bunları “gerçek”miş gibi, “suç”muş gibi sunuyor;
Peki onlar da “öz”e ulaşmak için başvuruyor olamazlar mı bu “kirli tezgah”a; niye kızıyorsunuz ki!
Siz şimdi “Eyvah ki eyvah” diyerek;
- “Önde görünen kişileri itibarsızlaştırmaya dayanan bu eski menhus Roma geleneği”ni,
- “Yalanın tartışılmaz bir gerçek sanılmasını için uyduruk ayrıntılar üzerine dedikodu üretme” mekanizmasını,
- “Kara listeler” hazırlayıp, “toplu gıybet” yapanları kınıyorsunuz ya...
- “Büyük bir vebaldir” deyip “hesabının hem burada hem mahşerde ağır” olduğunu hatırlatıyorsunuz ya hani...
Ya insanların ölümüne sebebiyet vermenin vebali? Zindanlarda çürütmelerine, ölümcük hastalıklara yakalanmalarına sebebiyet vermenin vebali?
2007’den bu yana binlerce insan sizin için kullandı aynı ifadeleri. Binlerce insan;
Hüseyin Gülerce, sizin yönettiğiniz gazetede, daha 2010 yılında (yani davanın bitmesine 2 yıl varken) “Camiye bomba koyacakların isimleri, sicil numaraları ve rütbeleri açıklandığına göre bence yalan değil. Balyoz, buz gibi darbe planıdır” diye “hüküm” verirken...
Etyen Mahçupyan, sizin yönettiğiniz gazetede sırf yazdığı kitabın adından (İmamın Ordusu) dolayı Ahmet Şık’ı “provakatör”, “saldırgan” diye hedef gösterirken...
Ve bizzat siz, kendiniz, gerçekliği kanıtlanamamış CD’lere dayanarak, sanki gözünüzle görmüş gibi emin bir şekilde “Fatih Camii’nin bombalanmasından, Yunan uçakları tarafından düşürülmüş şayiası eşliğinde kendi uçaklarımızı düşürmeye kadar pek çok eylem planlanmıştı” diye yazarken,
Engin Alan’ın MHP’den aday olacağını duyar duymaz, henüz ne tutuklanmış, ne hakkındaki yargılama başlamış olmadığı halde Alan üzerinden “Medrese-i Yusufiye’de ömür tüketmiş darbe mağduru ülkücüleri” MHP’ye karşı kışkırtırken,
CD’lerde sanıklarının hiçbirinin parmak izi tespit edilemediği halde “CD’ler üzerindeki el yazıları ve parmak izleri”nden bahsederken,
2003’ten kalma orijinal CD’lerde 2009’a kadar bilinmesi mümkün olmayan bilgiler çıkmasını sorgulamadan bu içerikleri “yargısız infaz” da kullanırken,
Davanın “özü”nde silah olmadığı halde, şiddet olmadığı halde, ve hatta hukukçulara göre “suç” olmadığı halde; Danıştay iliştirmesine dayanarak yüzlerce alakasız insanı “örgüt üyesi” yaparken, şimdi sizin dediğinizi diyordu:
“Bunun vebali var!”
Feryatlarına kulağınızı tıkadınız...
Özel Yetkili Savcılık iddianamelerini “mutlak doğru” kabul edip attığınız manşetlerle, yazdığınız haberlerle, yorumlarınızla onca insanın ve ailelerinin hayatını kararttınız.
Yuvalarından, mesleklerinden oldular... Doğumlar, düğünler en güzel anılarını paylaşamadılar; zehir oldu... Ve ölümler; bir babanın evladına, bir evladın annesine son görevini çok gördünüz; “kaçma şüphesi” uyandıran senaryolar ürettiniz.
Herkesi geçtim; kendimden biliyorum:
Ümraniye Davasına bakan mahkemeye sunulan raporu çarpıtıp Yeniçağ’ın da dahil olduğu “bazı” gazeteleri Genelkurmay ağzıyla yazan “darbeseverler” ilan ettiniz. Ve fakat aynı raporda yer alan ve şimdi sizinle aynı “taraf”ta yer alan “başka bazı” gazetelerin isimlerini gizlediniz.
Cımbızlayarak, çarpıtarak raporda yer almayan ifadeler kullanarak “Ergenekon medyası” ilan ettiniz. Ve doğru yazmadığınızı “belgelediğimiz” halde iftiranızı düzeltmediniz. Doğru olmadığını bildiğiniz halde, okurlarınızın “yalan”a inanmasını istediniz!
Şimdi kara propagandadan şikayet etmesi gereken son kişi sizsiniz.
Size, sizi, sizin yöntemlerinizle bertarafa çalışanları ancak alkışlamak düşer... Eh malum;
“boynuz”, “kulağı” geçer!