Neden istikrarsız büyüme?
Ekonomik krizin, kısa sürede ortaya çıkan iki temel sonucu milli gelirde büyüme ve istihdamdır. Gelir dağılımındaki bozulma daha geç anlaşılır. 2008 son çeyreği ve 2009 ilk üç çeyreğinde, olmak üzere milli gelirimiz dört çeyrek üst üste küçüldü Başka bir ifade ile bir yıl süren bir resesyon yaşandı.
Resesyon ekonomik krizin en ağır şeklidir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, 2009’da ortalama yüzde 2.10 büyürken, Türkiye yüzde 5.5 küçüldü. Milli gelirde büyüme genel olarak, gelirin artmasını ve işsizliğin azalmasını sağlar.
AKP iktidarında büyümenin iki karakteri var...
Zig-zaglı büyüme, istikrarsız büyüme yaşanmıştır,
2004 yılından itibaren büyüme oranı sürekli düşmüştür.
1) AKP İktidarında istikrarsız büyümenin temel nedenlerinden birisi, ortalama tasarruf oranının ve ortalama yatırım oranının düşmesidir. DPT verilerine göre, 2002 yılında, özel tasarrufların milli gelire oranı yüzde 25.30 iken AKP iktidarında bu oran en son 2009’da 16.80’e geriledi.
İstikrarlı büyüme için tasarrufların da yatırıma dönüşmesi gerekir. Özel tasarrufların düşmesinin ve tasarrufların yatırıma dönüşmesinin önündeki engeller, ekonomide kırılganlığın artması, piyasanın spekülatif yapı kazanması, kamuda şeffaflığın azalmasıdır.
2) Dışarıya kaynak transferi (yurt dışına çıkışı), yatırımların finansmanını da zorlaştırdı. Yatırım, sermaye mallarına ve teçhizat stokuna yapılan ilavedir. Oysa ki Türkiye bu tarifte yer alan yatırımları unutmuştur. Spekülatif sermaye ve plasmanlar, gündemi tayin etmeye başlamıştır.
Borsaya plasman yapmak, yatırıma dönüşmüyor. Zira borsada yabancı sermaye oranı yüzde 70 olduğu için kârlar dışarıya gidiyor. Mamafih 2003 ile 2009 arasında, doğrudan yatırım ve çoğu da borsadan olmak üzere, yurt dışına 33 milyar 972 milyon dolar çıkmıştır.
3) Kamu borçlanma ihtiyacı da, özel yatırımları engellemiştir.
2002 yılında 150 milyar lira olan iç borç stoku, 2009 sonunda 320 milyar liraya yükseldi. Kamu kesimi iç borçlanmasının yüzde 113 oranında artması, özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde finansal bir dışlama etkisi (crowding out) yarattı. Kamu iç borçlanması bütçe açığını finanse etmek amacıyla yapılmış olmakla beraber, bütçe ödenekleri kamu alt yapı yatırımlarına tahsis edilebilir. Böyle bir durum, özel sektör yatırımlarını uyaracak ve onların verimliliğini artırabilecektir. Ne var ki, bütçede tasarruf söz konusu olunca tersine yalnızca kamu altyapı yatırımları ödenekleri kısılıyor.
4) Sıcak para ve düşük kur, yatırımı engelledi.
2002 Ağustos ayını baz alırsak, MB reel kur endeksinin bu günkü değeri 155.2 ’dir. Yani Merkez Bankası reel kur endeksine göre bugün bir doların 2.40 lira olması gerekiyor. Döviz kurlarının düşük kalması da, özel sektörün, yatırım yerine ithalatı tercih etmesine neden oldu.
5) Yabancıya satılan kamu altyapı yatırımları fakirleşme yaratıyor.
İki örnek olayı açıklamaya yetiyor:
Türk Telekom 2005 yılı kasım ayında, 6 milyar 550 milyon dolara blok satış yoluyla, yabancı sermayeye satıldı.
Türk Telekom satıldığında kurumlar vergisi oranı yüzde 30 idi. Türk Telekom kurumlar vergisi oranı yüzde 20’ye indikten sonra satılsaydı, vergi sonrası kârlılık oranı artacağı için daha pahalı satılırdı. Kâr- sermaye hesabına göre, 8,4 milyar dolara satılması gerekirdi.
Öte yandan 4 yılda Telekomun kârından yabancının hissesine düşen kâr, 4.5 milyar dolardır. Yabancı sermaye 2010 yılında getirdiği 6.550 milyon doları tamamıyla geri götürmüş olacaktır. Kalan 15 yıl, Türkiye yabancı sermayeye çalışacaktır.
Hükümet, 3. köprü için köprü ve paralı yolları satıyor.
Ancak 20 yıllık kârı satın alacak olan elbette ki bu gün için vereceği paranın faizini hesap edecek... Üstüne de kâr koyacaktır... Yani işletmeci, faiz yüzde 10 ise yüzde 10 da kâr koyarak, ödeyeceği peşini bulmak için iskonto oranını yüzde 20 olarak hesap edecektir.
Hükümet bu parayı piyasadan borç alsaydı yüzde 10 faizle alacaktı. Üçüncü köprünün topluma maliyeti daha düşük olacaktı. Borçlanma yerine köprü ve paralı yolların gelirini satmakla hükümet devlet gelirlerinin bir kısmını birilerinin cebine koymuş olmaktadır.