Ne var böyle şaşacak
Asıl şaşkınlık yaratan, misyonu Hristiyan değerlerini korumak ve yaymak olan Avrupa ülkelerindeki
“minare referandumu”nu gözlerine inanamayarak, hayretler içinde izleyenler olduğunu görmek
Bütün gazeteler, artık Ramazan aylarında bile göremediğimiz bir hızla “Müslümanlaşırken” ben en çok “Bu mu Avrupa” manşetini sevdim. Ha bir de, bir gazetenin altbaşlığında yer alan “Avrupa’nın temsil ettiği değerler için utanç verici” kınamasını...
Arkadan taş plak çıtırtılarının geldiği, mazlum ve siyah-beyaz bir Yeşilçam filmi tadında sormak istiyorum: Kuzum hangi değerlerden bahsediyorsunuz?
Avrupa’nın temsil ettiği bütün değerler hiç de hoşgörülü olmayan bir din poltikası ekseninde şekillenmiştir.
Avrupa mimarisinin doruğu Pantheon; “Tanrılar tapınağı”dır..
Avrupa resmi; Carravagio, Giovanni, Michelangelo... hepsi “kilise ressamı”dır...
Kısacası sanat; Vaftizci ikonları, “göğe yükseliş” freskleri, kiliseler, şapellerdir...
Avrupa tarihi, İspanya’da, İtalya’da hiç fark etmez; engizisyondur; kiliseye bağlı yargısız infaz mahkemesi.
Avrupa siyaseti; Haçlı’dır...
Hadi geçmişe takılıp kalmayalım AB’dir; kendi ifadeleriyle; “Hristiyan değerlerini korumak üzere” oluşturulmuştur.
Bu “değerler”i bile bile “Avrupa bu mu” diye sormak, hele de bunu gazeteci olarak sormak, kimse kusura bakmasın ama, tam “dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” durumudur.
Bütünlüğünü sadece “hristiyan” hatta daha da dar bir çerçevede “katolik” inancını yücelterek sağalayabileceğine inanan halkların “minare istememesi”ne şaşıp kalmak da hayli ilginç.
Hiçbir şey değilse “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak...” deyiminden haberi olmaz mı gazetecinin.
Ülkem gazetecisinin her konuda “fren” niyetine kullandığı “empati”nin bu olayda devre dışı kalmış olması ayrıca düşündürücü.
Hadi empati kuralım: Aynı oylama Türkiye’de yapılacak olsa sonuç ne olurdu?
Evet?
Ne bekliyordunuz, Avrupalılar’ın “Size şöyle Selimiye’yi kıskandıracak bir cami inşaa edelim de, alem ’medeniyyet’ görsün” demesini mi?
Bir “insan hakkı” olarak Müslümanların “ibadet özgürlüğü”nün engellenmesi, karikatür krizinde olduğu gibi provokasyonlar, hakaret ve aşağılamalara, yabancı düşmanlığına, faşizan müdahalelere tepki göstermek farklı bir şey. Son gelişmedeki, bir ülkede yaşayan insanların “benim” dedikleri ortamı sahiplenme içgüdüsünü farkederek eleştirmek veya anlamak (tercihe göre) başka...
Belki dün Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yer alan bir haber pratik imkanı yaratabilir. Kendi ülkemizde, kendi kültürümüz içinde dahi, “kendinden olmayanı” yok saymaya dayalı “psikolojik şiddet” mekanizmasının nasıl işlediğiyle yüzleşip, işe iğne-çuvaldız ilişkisinden başlanması gerektiğini idrak ettirebilir. Habere göre kamu kurumlarında AKP’li olmayan memurlar “mobbing” mağduruymuşlar. Yok sayma, yıldırma, sindirme, bezdirme... içinde herşeyin olduğu bir çeşit “işyeri terörü”.
Vatandaş olarak hizmet almak için başvurduğunuz hemen her kamu kurumunda bu gözlemi siz de yapabilirsiniz?
Peki “Nasıl böyle birşey yapabilirler?” diyebilir misiniz?
Demeniz gerekir de...
Siz, bundan önceki başka bir iktidar döneminde “mobbing”i uygulayan ile “mobbing” uygulananın rol dağılımı farklıyken o soruyu sormuş muydunuz?
İşte böyle... İtirazımız “rollerin
dağılımına” mı, yoksa hakikaten temel hak ve özgürlüklerin engellenmesi veya yasaların çiğnenmesine mi, önce ona
karar verelim ki, kimsenin itiraz edemeyeceği, akıl ve mantık dışı olmayan tepkiler geliştirebilelim...
++++++
Bu yazının bedeli kaç altın!
Cengiz Çandar, Amerika yolcusu Erdoğan’a öyle bir methiye yazmış ki, “Acaba Hulki Cevizoğlu’nun Pazar günü yayımladığı “Dalkavukluk Tarifesi”nden mi etkilendi” diye düşünmeden edemiyor insan.
“Dalkavuğun burnuna fiske vurma..... 20 para, Başına kabak vurma..... 30 para, Yüzünü tokatlama (tokat başına)..... 30 para, Merdivenden aşağı yuvarlama..... 180 para, Ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama..... 40 para, Kuyruğu dışarda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma..... 400 para, Bir salkım üzümün sapı ile
beraber yedirilmesi..... 40 para”
Bu kriz ortamında insanın aklını çelmeyecek gibi de değil hani. Çeyrek altın bile 100 liraya yelken açmış; varın “dalkavukluk tarifesi”nin TL cinsinden hesabını siz yapın.
İş bu sebepten kuşku uyandıran yazısında, Çandar, “Kendi payına” Irak işgalinin bugünkü gibi sonuçlanmasından memnun olduğunu ve “hiçbir pişmanlık duymadığını” vurgulama ihtiyacı hissetmiş.
1.5 milyondan fazla sivilin öldüğü, her türlü insan hakkının ihlal edildiği, bir çeşit “tecavüz, işkence ve zulüm coğrafyası”na dönen bir yerden, payına düşene bakıp “iyi ki olmuş” diyebilmek herkesin harcı değil. Böyle büyük lafların, büyük bedelleri vardır. Kimi bu bedelleri ödeyen olur, kimi “neyse
bedeli cebine tıkır tıkır sayılan”.
Çandar hangisi dersiniz?
Yazıda Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından beri elde edemediği ölçüde saygınlık kazandığını,önemli olanın, bu “yeni profili” Barack Obama’ya da kavratmak, Obama’nın da bu konuda işbirliğini elde etmek olduğunun altını çizen Çandar, “Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki hafta en can alıcı “misyonu” bu olacak” diyor. Yani Erdoğan anlatacak, Obama da “Peki madem öyle diyorsun, vardır bir bildiğin kanka!” diyecek. Zaten ABD nireee, Ortadoğu nireeee! Erdoğan anlatmasa onlar ne bilir Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da nasıl kullanacaklarını güzide jeopolitiğimizi, dini kimliğimizi, askeri gücümüzü vs... Erdoğan’ı Obama’ya rehber kılarak, alanında “tek taş” gibi parıldayan Cengiz Çandar Tanzimat öncesi Osmanlı’da yaşamadığına bin pişman mıdır acaba? Malum, Cevizoğlu’nun da aktardığı gibi “Bugün bir ruh ve tıynet meselesi” olan dalkavukluk o zamanlar “kâhyaları, nizamnameleri ve narhları olan bir “esnaf zümresi” idi.” “Türk tarihinin hakkından gelmeyi” planlayan Karen Fogg için makbuz karşılığı yazan Çandar’ın, “Türklük tanımını kaldırmak” niyetinde oldukları aşikar AKP’liler için yazdıkları kaç altın ederdi?
++++++
Arınç ne dediğinin farkında mı?
Acaba Bülent Arınç ne demek istedi?
Ne demek şimdi şu:
“Bayramdan sonra ne Danıştay kalacak ne de Arınç. Sert, yumuşak bir şeyler söyleyeceğim!”
Hazret anlamlı anlamsız... Sürekli konuşuyor... Ne hukuk kaygısı gözleniyor kendilerinde, ne demokrasi saygısı...
Örneğin kafes operasyonu ile ilgili deniz subaylarının ifadesi alınıyordu. Savcı kimi subayların tutuklanmasını istemiş ama mahkeme reddetmişti. Sorumluluk sahibi medya süren bir soruşturmayı etkilememek için konuya girmiyordu...
Arınç bir demeç patlattı... Sorumlu medyanın süren davaya müdahale etmeme titizliğini eleştiri konusu yaptı. O arada Başbakan Erdoğan da kafesli mesajlar verdi. Bir yandan da yandaş medya bastırınca iki albayla bir yarbay tutuklandı.
Yargı istedikleri kararı vermezse insafsızca bastırıyorlar... Yargıya saygıları ancak karar istedikleri gibi çıkarsa söz konusu oluyor.
Demokrasi ve hukuk bu kadar hoyrat saldırı altına hiç girmemişti...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Vallahi merak ettik, neymiş acaba şu hain plan
Bu “tarihi” açıklama (!), “bayram rehaveti”ne kurban gitti ve üzerinde yeterince durulmadı...
Demokrasimizde “Danıştay” yargıyı, Bülent Arınç da “yürütme” yi temsil eden figürler... Bunların ikisini birden ortadan kaldırma fikri; olsa olsa “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ne yönelik bir tepkiden kaynaklanıyor olabilir... Bayram bitti; artık “zaman”ı... “En Büyük Devlet Büyüğü Yardımcısı” şu “hain” planını bir an önce açıklasa da öğrensek!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
DTP’li Hasip Kaplan Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde konuşurken, “Mikroplar Ankara’da kaldı” demiş.Ne malum? Bazıları bayram vesilesiyle Doğu’ya gitmiş olamaz mı?
* Fahrettin Fidan
++++++
Korkutarak iktidarda kalıyorlar
Başbakan Erdoğan; Kürt açılımı konusunda tepki gösterenlerin korku yaydığını söylerken; asıl korkuyu hükümetin ve ona bağlı yandaş basının yaratıp pazarladığını görmezden geliyor. Kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki halkın çoğunluğu telefonla konuşurken korkuyor. ’Hükümet aleyhinde bir söz edersem; beni yakalayıp Ergenekoncu diye içeri tıkarlar.’ korkusu bu. Hem de bu korkuyu artık sıradan insanlar taşımaya başladılar. Demekki asıl korkuyu iktidar ve Ergenekon mahkemesi yayıyor.
Halkı; telefonla konuşurken bile korkuya iten bu iktidarın başında da Sayın Erdoğan bulunuyor. Öyleyse; önce kendisi; şu ülkede; AKP’ye muhalif olanları yok etmek için korku üzerinden siyaset üretmeyi ve uygulamayı bırakmalıdır. Mahkemelerin; Adalet Bakanlığı eliyle ne hale getirildiğini bilmeyen mi var? İktidarın istediği gibi davranmayan yargı mensuplarının şu veya bu biçimde meslekten atılma süreci ile karşı karşıya bırakıldığını herkes görüyor... Yüksek yargının nasıl kıstırılmak istendiğini de izliyoruz. Yani; AKP iktidarı, oldu Korku İktidarı...
Darbe yapacaklar korkusu
İktidar partisinin ve Başbakan Erdoğan’ın kullandığı ikinci korku silahı da ’Asker darbe yapacak!’ iddiasıdır.
Böylece iktidar; mazlum rolünde oyları kontrol ediyor.
AKP bugün hala birinci parti gibi gözüküyorsa; bu iktidarın darbe korkusunu köküne kadar istismar etmesindendir.
Gerçek ortadadır ki Sayın Erdoğan, korkuyu, en çok kullanan siyasetçidir.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Görün AKP ülkeyi ne günlere getirmiş
Vay vay vay, ne günlere gelmişiz. Adam kendini “Türkiye milletvekili” ilan ediyor, Genelkurmay Başkanı’na kendince posta koyuyor, Kürtçü mikroplardan değil de, faşist mikroplardan söz ediyor! Kim onlar? Türk ordusu ve milyonlarca yurtsever insanımız.
Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesi kaymakamı Soner Karataşoğlu, hastanede doğan bir çocuğun annesini ziyaert edip altın armağan etmiş, çocuğa da Kürtçe isim vermiş. Belli ki bu konuda üstlerinden emir almış. Geleceğin valisidir!
AKP Grupbaşkanvekili Ayşenur Bahçekapılı bir gazetenin manşetinden verilen sözlerinde şöyle demiş: “Her şey Anayasa’daki Türklük kavramının kaldırılmasına bağlı. Yoksa demokratikleşme olmaz.”
“Türklük kavramını kaldırmak!”
Bunu söyleyen bir iktidar milletvekili. Ben burada daha fazlasını yazamk istemiyorum. AKP tarafından Türkiye’nin nerelere ve nasıl sürüklendiğini lütfen iyi görün. Ve ona göre tavır koyun.
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
MİNİ YORUM
Açılımın yeni koordinatörü
Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın yeni bir “sol parti” kurma hazırlığında olduğuna dair iki gündür basına yansıyan haberlere; ve elbette Balkız’ın Ufuk Uras, Mithat Sancar, Fuat Keyman gibi “yol arkadaşları”na bakınca, “aynı merkez”de planlanan açılımların “Alevi ayağının koordinatörlüğü Ali Balkız’a mı verildi” sorusuna cevap arıyorum. Kolay değil “Truva”nın anıtını dikmiş bir ülkenin evlatlarıyız...