Ne mutlu size!
Geçtiğimiz Çarşamba hain bir saldırı sonucu 28 canımızı daha kaybettik: Şehitlerimize ağladık.
Olayın oluş şekline, neredeyse göz göre göre verdiğimiz onca kayba kahrettik...
Perşembe günü bu kez Diyarbakır'da ve Şırnak'ta evlatlarımızı şehit verdik.
Cuma günü yine Diyarbakır'da, devletin yaklaşık iki aydır otorite sağlamaya çalıştığı bir ilçede dört evladımızı daha şehit verdik...
Cumartesi günü İzmir'de aynı hain şebekeye kurban verdiğimiz Fırat'ımıza ağladık...
Türkiye'nin gündemi bu...
Ne "yokmuş" gibi davrandığımız ekonomik kriz, ne Galatasaray'ın durumu ne de Survivor Yılmaz.
Memleketimin insanı birbirine "ne var ne yok?" demiyor artık; "kaç şehit var?" diyor...
Sıfır terörle teslim alınan bir ülkeyi terör batağına çeviren süreci sorguluyor; "nasıl oldu bu iş?" diyor...
"Hani analar ağlamayacaktı?" diyor...
"Çalıntı bir araç nasıl oluyor da üç bin kilometre geziyor da yakalanamıyor?" diyor. "Tonlarca patlayıcıyla o kadar yolu yakalanmadan nasıl gelebiliyor?" diye devam ediyor...
Her kafa karışıklığında bir umut dönüp baktığına tekrar bakıyor "acaba bu kez olacak mı bir hareket?" diyor...
Bakıyor, bakıyor...
Ben de hareket beklenenin web sayfasındaki açıklamalara bakıyorum, "var mı yeni bir şey?" diye. En sonuncusu, "Devlet mahallesindeki bombalı saldırı hakkında" yapılan, mutat olduğu üzere yazılı bir açıklama. Birden okur mesajını hatırlıyorum; "... Yazılı açıklamalar yetmiyor, millet bir hareket bekliyor. Mesela, düşse önümüze de ismiyle müsemma mekâna gidip şehitler için bir karanfil koysak; millete en azından bir umut olmaz mı Hocam?"
Evet millet şu karanlık günlerde kendisine umut olacak bir hareket bekliyor. Yapışacak bir el arıyor.
***
Peki milletin eline yapışmak için neredeyse bahane aradığı ne yapıyor?
Kendisi ile meşgul, işleri çok...
Meşguliyeti yine basın açıklamalarında kendini gösteriyor. İşte, daha düşük mertebeli yetkililerin "basın açıklamaları" hemen sağda. Sondan önceki açıklama "dört il ve bir ilçe", son açıklama "bir ilçe daha", kapattık.
Türk siyasi literatürüne kazandırdıkları "teşkilat kapatma" kavramını geliştirmekle hemhâl; dünya yanmış, ne gam!...
Görevden almakla uğraşmaktansa işi kökten hallediyor artık, kapatıyor. Görevden alsa hafazanallah mahkemeye gider, işgüzar bir hâkimin eline düşer, geri dönüverir istemediği yönetici.
En iyisi kökten kapatmak, diye düşünmüş olmalı "kapatmadan sorumlu" birim...
İki günlük mesai dört artı bir artı bir şeklinde cereyan etmiş. Müjdeyi vermiş ağabeyimiz tanıdık muharirlere; "arkası gelecek!"
Ne mutlu size!
Memleket yangın yerine dönmüşken ve yukarıda birkaçını verdiğim soruları soracak bir "irade" arıyorken, vatandaş merak edip internet arama motorlarına MHP yazdığı zaman gelen haberleri merak ediyor musunuz?
Kapatılan teşkilatlar, disipline gelmedikleri için ihracı istenen yöneticiler, fitne virüsleri vs...
Bravo!
Manşetteyiz.
Helal olsun!
Partimize "fitne virüsü" bulaşmaması için "tedavi yönteminizi" başarıyla uyguluyorsunuz...
***
Formun Üstü
Belki birilerine garip geliyor ama insanlar farklı düşünebiliyor. Neden mi?
İnsanız çünkü; tabiatımız bu.
Sonra...
Siyaset yapıyorsak eğer. Şunları kabullenmişiz demektir: Demokrasi, hukuk, özgür düşünce, farklılıklara müsamaha...
Üstüne...
Bir parti yönetiyorsak eğer, şunları da kabullenmişiz demektir: Tüzük, delege iradesi, tabanın sesi...
Dahası...
Tek başımıza çıktığımız bir arenada, daha altı ay önce arkamızda olan iradenin yarısı karşımıza geçmişse öncelikle sormamız gereken şey; "nerede hata yaptım?" olmalıdır. "Kim bu fitneler?" değil...
Ve inanmayacaksınız ama...
Eğer kendi ellerimizle yazdığımız tüzüğün gereğini yapıp, üstelik sözümüzü tutup mahkemeye giden delegeye yapmamız gereken "tedavi yöntemleri" uygulamak değil "lidere sadakat" plaketi vermektir.
Bundan ala sadakat mi olur?
İronik ama gerçek; "gel" diyorsunuz geliyorlar, "mahkemeye git" diyorsunuz gidiyorlar...
MHP yönetimi "teşhis"te hata yaptığı gibi "tedavi"de de hata yapıyor.
Son teşhis ve tedavi yöntemi de gösteriyor ki doktoru acil değiştirmemiz gerek; aksi takdirde yataktan kalkamayacağız.
Demedi demeyin...