Ne İslâmcı samimi ne Atatürkçü!
İki örnek ne demek istediğimizi anlatmaya yeter sanırız.
AKP, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yaptığı değişiklikle Avrupa Birliği yasalarını Türkiye Cumhuriyeti yasalarının üstüne çıkarıp Mustafa Kemal’in “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”sözünü çöpe atarken ortada bir tek Atatürkçü ve, “Başörtüsü nâmusumuzdur” diyerek iktidar olan AKP, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, “Başörtüsü yasağının devamını savunurken” bu sefer de ortada bir tek “İslâmcı” göremedik!
Velhasıl iktidar koltuğuna oturduğu dakikadan itibaren AKP millî devlet, üniter yapı ve İslâm aleyhine yapmadık icraat bırakmadı. AB uyum yasaları ile egemenlik ve vatan, “Ilımlı İslâm” ve “Dinlerarası Diyalog” serüveni ile milletin dini İslâm en ağır darbeleri alır ve bu arada iktidardakiler çoluk çocukları ile servetlerini binlere, on binlere katlarken birilerinin tek derdi “Laiklik” diğerlerinin ise tek amaçları “Pastadan pay kapabilmek” olarak nüksetti..
Açık söylemek gerekirse Erdoğan herkesin bileğini büktü...
Artık öyle bir güce ulaştı ki karşısına çıkanı ezip geçiyor...
Tek çekindiği AB ve ABD...
Yani bugün Türkiye’yi AB ve ABD’nin sözünden dışarı çıkmayan, sadakalarla halkı kendine göbekten bağlamış, çoluk çocuk ve çevresini abât etmiş, gazete ve televizyonların yarıdan fazlasını ele geçirmiş ve öteki yarısını büyük ölçüde sindirmiş, gazeteci, yazar-çizer takımının kahir ekseriyetini AKP kapısına bağlamış, “Millî politika” olarak hiçbir şey üretemeyen bir kadro yönetiyor. Oysa ülkeleri yükselten ve yücelten, halkını mutlu edip insanlarını ufuk ve vizyon sahibi yapan o ülkenin aydınları, entelektüelleri ve onların arasından süzülerek “devlet adamı” olabilmiş şahsiyetlerdir. Almanya’nın Bismark’ı, İngilizlerin Çörçil’i, Fransa’nın Degol’ü kastettiklerimize örnektir ve hiç şüpheniz olmasın ki Mustafa Kemal Atatürk bu örneklikte zirvedir, yıldızdır..
Ne acıdır ki Türkiye Gazi’nin ölümünden sonra hiç olmazsa kendisinin yarısı kadar çapta bir isim çıkartamadı. “Kötü paranın iyi parayı piyasadan kovması” gibi, taklitçi ve teslimiyetçi siyasetçiler kalitelileri piyasadan silip süpürdüler. Bu durum bütün kurumlar için geçerli hale gelince Türkiye kelimenin tam anlamıyla bir “taklitçi ve teslimiyetçi” cenneti haline geldi. Düşünebiliyor musunuz Çanakkale Kahramanı ve Sakarya Meydan Savaşı’nın mimarı Mustafa Kemal’in makamına Kenan Evren gibi isimler oturdu ve o da meselâ hiçbir güvence almadan Amerikalı muhatabının ricası ile Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne onay veriverdi. Ve neredeyse bütün kurumlar Amerikalı, İsrailli, İngiliz uzmanların işgali altına girdi. Atatürk’ün ölümüne sebep olan Masonlar el üstünde tutulur hale geldi. Onlar ne derse buradakiler onu yaptılar.
Rahmetli Cemil Meriç bu tür kafaları, “İyileşeceğim diye efendisinin ilacını çalan uşak” olarak niteler, ne kadar da haklıdır. İnsan hiç müstevlisinin ve emperyalistin aklıyla Büyük Atamızın kastettiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilir ve rakiplerini geçebilir mi? Yani sen adama bütün köşe başlarını teslim edecek ve kılcal damarlarına kadar sızmalarına izin vereceksin, sonra da ondan kendisine rakip olabilecek bir Türkiye üretmesini bekleyeceksin, bunun akıl ve izanla zerre ilgisi olabilir mi?
Elbette olamaz, nitekim olmamıştır.
Bir Türkiye’nin potansiyeline bakınız bir de Kafkaslardan Balkanlara, Ortadoğu’dan İran, Afganistan ve Ermenistan’a doğru uzanınız.
Hemen her noktada hayatî krizler mevcut ve Amerika’sından Rusya’sına, İsrail’inden İran’ına, Ermenistan’ından Gürcistan’ına bütün ülkeler Türkiye’ye alabildiğine muhtaç.
Böyle bir ortamda Türkiye’yi Abdülhamit Han’ın yönettiğini yahut şu günlerde ülkenin başında Atatürk’ün olduğunu düşünün.. Bu iki dâhi içinde bulundukları onca namüsait şartlarda hangi harikaları ortaya koydular bir de bunları gözden geçiriniz ve sonra herkesin Türkiye’ye muhtaç olduğu bu vasatta Türkiye’nin hemen herkese nasıl taviz verme yarışına girdiğine bakınız...
İşte böylesine imkânlar içerisinde Türkiye’nin inançları, toprakları ve 85 yıllık müesseseleri dahil her varlığını çarçur eden AKP ve yöneticileri ne tuhaftır ki, önlerine çıkacak her gücü ezip geçecek siyasi ve ekonomik bir güce eriştiler..
Türkiye’de gerçek Atatürkçüler ve gerçek İslâmcılar varolsaydı böyle bir tablo mümkün olabilir miydi?