Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyen!..
Mekkeli bir yetimin hikâyesi bu...
Yaşadığı toplumun 'emin' sıfatıyla andığı, 'Denizlerde bir kılı ıslatacak su bulunduğu, Hira ve Sebir dağları yeryüzünde dikili durduğu sürece" mücâdele edecek olan 'erdemliler'in önderinin hikâyesi bu...
Mekke'ye huzur ve güven geri geldikten sonra hayatının sonuna kadar erdemli olarak yaşayan ve son zamanlarında:
"Gençliğimde Cüd'an oğlu Abdullah'ın evinde öyle bir antlaşmaya katılmıştım ki o, benim için dünyadaki her şeyden daha değerlidir. Allah'a yemin olsun ki bugün de o antlaşma gereği bir göreve çağrılsam, hiç tereddüt etmez, giderim" diyen Mekkeli bir yetimin hikâyesidir bu...
Kendisine mal ve servet teklif edildiğinde:
"Bir elime güneşi bir elime de ayı verseler yine de dâvâmdan vazgeçmem" diyen Mekkeli bir yetimin hikâyesi...
Mescidin bahçesindeki hasırın üzerinde uyuyakaldığında, mescide gelen dostlarının üzerinde uyuduğu hasırın izlerinin yüzüne çıktığını görüp, "Sana bir şilte alalım, hasırın izi yüzüne çıkmış" dediklerinde, "Benim dünya ile ne işim olabilir" diyen Mekkeli bir yetimin hikâyesi...
İsminin önüne övücü sıfatlar eklenmeye başlandığında, övenleri bundan men ederek:
"Hristiyanların Meryem'in oğlu İsa'yı övdüğü gibi beni övmeyin, bana yalnızca Allah'ın kulu ve Râsûlü deyin" diyen Mekkeli bir yetimin hikâyesi...
Peki...
Ya sizin hikâyeniz?!
Nasıl başlamıştı sizin hikâyeniz hatırlıyor musunuz?
Siz belki nasıl başladığını unuttunuz, fakat biz hikâyenizin nasıl devam ettiğini esefle izliyoruz...
Kendi hikâyenizi okurken göğsünüz kabarıyor mu?
Kendi hikâyenizin kahramanlarıyla gurur duyuyor musunuz?
Hani o dilinizden düşürmediğiniz 'Mekkeli yetim'in hikâyesiyle benzerlikler bulabiliyor musunuz kendi hikâyeniz arasında?
Hani "O el Fatıma'nın eli de olsa..." diye başlayan 'Mekkeli yetim'in adâletinden izlere rastlıyor musunuz kendi hikâyenizde?
Hani o 'Mekkeli yetim'in iki arkadaşı vardı, Ebû Zer ve Ebû Derdâ, hatırladınız mı? Ebû Derdâ'yı duvar yapmak üzere çamurdan kalıplar yaparken görünce, "Ey Derdâ, senin ellerini dünyalık bir işte göreceğime kendi def-i hacetini karıştırır göreydim" diyen Ebû Zer ve hemen çamurdan elini çeken Ebû Derdâ'ya benzer karakterler var mı sizin hikâyenizde de?
Huzurunda birisi korkuya kapıldığında:
"Sakin ol, ben kral değilim, ben güneşte kurutulan eti yiyen Kureyşli fakir bir kadının oğluyum" diyordu ya hani 'Mekkeli Yetim'in tevâzuu, sizin karşınızda da insanlar aynı şekilde korkusuz ve emîn durabiliyorlar mı, muhitiniz emân muhiti mi?
Biliyoruz, artık hatırlamıyorsunuz hikâyenizi...
Biliyoruz parmağınızda taşıdığınız servetlerinizin yerini Karun hazineleri aldı...
Biliyoruz kendinizi neredeyse yenilmez sanıyorsunuz...
Biliyoruz, ekranlarda yaydığınız güç, tehditleriniz, iftiralarınız esiri olduğunuz gücün şehveti...
Biliyoruz geçmişinizi unuttunuz...
Haydi biraz geçmişinize dönün ve hatırlayın hikâyenizin nasıl başladığını...
Karşılaştırın kendi hikâyeniz ile 'Mekkeli yetim'in hikâyesini, bir benzerlik bulabilecek misiniz?
En ufak bir benzerlik bile bulamayacaksınız!...
Çünkü siz, 'Mekkeli yetim'den uzaklaşalı çok zaman oldu...
Gülmeyin, anlattığım sizin hikâyenizin sefâleti...