Ne dersiniz zamanı gelmedi mi?

Bazıları “Türkiye’yi kaybedemezler onun için de şunu bunu yapamazlar” diyorlar ya... Garibime gidiyor doğrusu. Ne yani bizim kaderimiz başkasının bakışları arasında mı gizli? Ya 50 yıla varan müttefiklik hikayesi... İniş ve çıkışlar, aldatmacalar, oyunlar, zamana yenik düşen insanlar... Değişen ülke ve coğrafyalar. Aslında çok şey sığdırıldı bu 50 yıla. Ve nihayet sona yaklaşılıyor. “Vazgeçilmez” müttefikimiz; atalarımıza “katil” diyerek geçmişimize bir kara leke sürmek üzere iken, Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de katlettiği on binlerce masum insanı hatırlayamıyor. Açıkça destek verdikleri Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarını görmezden geliyorlar. Peki bunun sorumlusu kim? Geçenlerde Oktay Ekşi’nin yazdığı gibi, sorun kongrede değil bizde mi? Yani kendisini anlatmayı başaramayan biz miyiz? Haksız da değil hani. Biz kendimizi anlatamıyoruz. Devletin pek çok imkanı ve bu iş için kullanılacak bütçesi varken, hantal bürokrasinin içselleştirdiği sözde projelerle evcilik oyunu oynuyoruz. Örneğin, Yusuf Halaçoğlu gerçekleri söylediğinde bundan kaçan ilk biz oluyoruz. Elçiliklerimizin kaç tanesi bu konuda hizmet veriyor? Yüreğini ortaya koyan diplomat sayımız bu iş için yeterli mi? Bu korku kültürünün altında yatan gerçekler nelerdir? Bunun için pencereyi biraz daha aralamak gerekiyor.
Eğer Temsilciler Meclisindeki oylamayı tek başına irdelersek, resmin bütününü göremeyiz. Geriye dönüp baktığımızda 1991 yılından bu tarafa ABD merkezli politika ve beklentilerin istenilen sonucu vermediğini gördük. Sovyetlerin dağılması ve bugün “yeni dünya düzeni” denilen projenin merkezinde olan Cumhuriyetler ile Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesi söz konusu olunca hiçbir dış politika yaklaşımı bu güçlerin önünde duramadı. Kimi zaman evangelist kimi zaman siyonist ve bazen de demokrasi havarisi olarak karşımıza çıktılar. Bize ise bazen geçiş hattı, bazen model ülke olmak, bazense çuval giymek düştü. Meğer o çuvalla gözlerimiz iyice kapanmış. Dünyada yaşanan değişimi göremiyoruz.
“Avrasya” kavramı gündeme geldiğinde bunu ilk okuyanlar yine ABD’lilerdi. Açılımı ve kendilerine yönelecek gücün farkına vardılar. Biz ise sadece işin görünen kısmı ile ilgilendik. Oysa bu yeni açılım daha büyük bir alanı harekete geçirebilecek güçteydi. “Sıra bende” demekten vazgeçecek bir siyasal süreç başlatabilirdi.
Bugün ise Kuzey Irak’ta kurulması planlanan Kürt devleti ya da İran ile sorunun ötelenmesi ve hatta ABD genel kurulundan “tasarının” geçmemesi... Hiç birisi devam eden süreci durduramaz. Dünya dengeleri suni bir değişim geçiriyor. Asya bir blok halinde gücünü artırmaya devam ediyor. Öte yandan enerji kaynaklarında üstün olan taraf, Avrasya’nın gerçek söz sahipleri. Bugün Ortadoğu’da gördüklerimiz meydana gelecek depremin sadece öncü hareketleri. Türkiye ise asıl hikayenin “kıvılcım” noktası. Değişimin ya da “yeni düzen” in anahtarı.
Şimdi sağduyulu bir biçimde dış politika anlayışımızı ve ona ilişkin açılımları değiştirme zamanımız gelmiştir. Dünyadaki bu gelişmeler karşısında hâlâ anlamsız “müttefiklik” senaryoları yazmanın gereği yoktur. Türkiye mutlaka barışın ve huzurun öncüsü olmalıdır. Herkesle de en iyi ilişkileri kurmak gayesinde... Ama eğer başkası senin huzur ve güvenliğini ayaklar altına alabiliyorsa sen de gereğini yapmak zorundasın. Bu çerçevede çok açık görülen şu ki; Türkiye Avrasya için bir dirilme unsurudur.
İşe kendi evimizin önüyle başlayabiliriz... Sonra da Türk Dünyası ve Şanghay İşbirliğine yönümüzü çevirmekle... Ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları