Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Yeri geldiğinde hatırlatırım; kamu vicdanı adına görev yaptığımızı... Bu hassasiyetle mesleğimizi icra ederken belge, kanıt, gerçek şahit, güvenilir kaynakların peşinde koşarız. Haberlerimizin, yazılarımızın vazgeçilmez unsurları somut dayanaklardır. Mahkeme kararları da bu dayanaklardan biridir. Sadece kamu düzeni açısından değil, gazeteci için de yargı kararı somut dayanak noktalarından birisidir...
Gelgelelim burası Türkiye!.. Özellikle son 16 yıl içinde neler gördük geçirdik neler... Türkiye için en büyük tehdit unsuru "Ergenekon"du. Suçsuz insanlar müebbede varan hapis cezalarına çarptırıldı. Senelerini hapislerde geçirip canını kurtarabilenler hastalık sahibi oldu. Nice hayatlar ve ocaklar söndü. Tertemiz insanların ve ailelerinin haysiyetlerine, namuslarına, onurlarına insafsızca saldırıldı. Kara lekeler kopyala yapıştırıldı. Sonra? Devir döndü menfaat çarkları farklı bir yere doğru evrildi. "Ay pardon" denildi. Meğersem "Ergenekon" yokmuş. Kanıtlarına da rastlanmamış!.. Helalleşip, kurtulunabilecek mi?.. Hak sahiplerinin, mağdurların verebileceği bir karar... O karanlık yıllar hafızamdan hiç çıkmıyor. Sadece mağduriyete uğrayanlar değil, hakkı savunan bizler de linç ediliyorduk.
Çok haykırdık; Türk milletinin temel taşıyıcı kolonu TSK'ya dinamit konuluyor diye. Hâlâ bu oyununun devam ettiğini düşünenlerdenim. Biliyorum ve de inanıyorum. Yıkamadılar yıkamayacak asker milleti ve onun vazgeçilmezi kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerini. "Ergenekon" bitti de mağduriyetler bitti mi?.. Hayır!.. Ama sizler duyamıyorsunuz sessiz çığlıkları... Çekilen acıları... Çünkü, korkutuldunuz ve hatta sindirildiniz...
Format değişti!.. 15 Temmuz hain kalkışmasından sonra mağdurlar var. Bu trajik bir gerçek.. Kimse de inkâr edemiyor. İktidar bile mağduriyetleri kabul etti. Görüntüde ayıklama çabası da var. Ancak hangi kriterler uygulanıyor? Çok tartışmalı!..
Yazıya bilinçli bir giriş yaptım. Çünkü, bizim mesleği yaparken, Türkiye gerçeklerini hep kafanızın bir yerinde mutlaka bulundurmanız ve bunu iyi süzebilmeniz lazım. Onun için sık sık vicdanımın sesini dinlerim. Bu sefer de onu dinleyeceğim. 15 Temmuz hain kalkışmasından dolayı ceza almış, o gün Sakarya 1'inci motorlu piyade tugayında görev yapan subay ve astsubayları temsil eden bir grup hanımefendi dün ziyaretimize geldi. Gözlerinden yaşlar boşalan, eşler, analar, bacılar... Tek istekleri vardı; yakınlarının haksız yere ceza aldığını anlatabilmek, sıkıntılarını dinleyecek birilerini bulabilmek...
"Gelinlikle çıktığımız baba evinden, atılan iftiralar yüzünden onurumuzu, haysiyetimizi kaybetmiş bir şekilde bir elimizde bavulumuz bir elimizde evlatlarımızla baba evine döndük" diye girdiler söze. Uzun uzun dinledim hepsini. Hazırladıkları ve mahkemeye sundukları dosyadan haklı olduklarına inandıkları kanıtları tek tek gösterip anlattılar. Yakınları, FETÖ ile ilgili iddiaların hepsinden beraat etmiş. Hiçbirinde ByLock bulunmamış, izine de rastlanmamış. Anayasal düzeni bozmaya yardım etmekten suçlu bulunup hüküm giymişler. Mahkeme kararını İstinaf Mahkemesine götürmüşler. Aksi karar çıkmazsa Yargıtay'ın yolunu tutacaklar. Taleplerini "af değil, adalet istiyoruz" diye dile getirip "bize de bir gün 'pardon' denecek" diyorlar. Uğradıkları haksızlıkları özetle şöyle anlatıyorlar:
"15 Temmuz'dan 3 gün önce 1'inci motorlu tugay komutanı görevine başladı. 'Ben her zaman personelimin hazırlıklı olmasını isterim' diyerek yakınlarımızdan 3 telefon numarası istedi. 15 Temmuz sabahı da personeli ile 'tanışma' adı altında toplantı yaptı. Terör saldırılarından ve tehditlerden bahsedip, personelinin çağrıldığı anda intikal sürelerini bile ölçeceğinden bahsetmiş. O gün de onun verdiği talimatlarla eşlerimizin telefonlarına çağrı geldi. Hangi asker emri sorgular?.. Böyle titizlenince mesaj doğal hale geliyor. Apar topar gittiler. Kışlalarından toplanıp Valiliğe saldırı var diye götürüldüler. Valilikte oyunu fark edince hiçbiri kalkışmaya yardımcı olmadı. Kimi geri çekildi kimi karşı durdu."
"Yakınlarınız FETÖ'cü olmayabilir ama darbeci olmadıklarından emin misiniz?" diye sorduğumda oldukça sert tepkiler ile karşılaştım. Demet Bekar, "Böyle bir şey çıksa derhal eşimi boşardım. Biz gerçek Türk askeri eşiyiz" dedi. Hepsinin, o karanlık gece ile ilgili ve de terörle mücadelede geçen zor günlerle ilgili acıklı hikayeleri var ."Darbe için evden çıkacak olsalardı bizleri, çocuklarını daha önceden güvene alıp gitmezler miydi?" diye soruyorlar. Kimi, verilen alarm yüzünden sofranın başından kalkmış gitmiş. Kimi evde cep telefonunu ve hatta silahını bırakmış. Hatta, birliğine gidip ne olduğunu anlayamayınca eşine telefondan mesaj atıp öğrenmeye çalışanlar var. Kayıtlarını hâlâ telefonlarında saklıyorlar. Mahkemeye de sunmuşlar. Anlatıyor dertli bir eş;
"Eşim beni telefonla aradı 'ne oluyor' diye. Televizyonu açtım, 'terör saldırısı var. İstanbul'da köprüler kapatılmış' dedim. Darbeye giden adam ne olduğunu bilmez de beni mi arar. Darbeye giden adam evden apar topar çıkar silahını yanına almaz mı?"
O gece namuslarını kurtarabilmek için fritözde yağ kızarttıklarını, bıçakla korku içinde evde beklediklerini dinlediğimde göz yaşlarımı zor tuttum. "Biz FETÖ'cü değiliz. FETÖ'nün yaptığı darbenin içinde nasıl olabiliriz? Neyin kurbanı olduğumuzu bilmiyoruz. Filler tepişirken biz eziliyoruz" diyorlar.
Yakınları hapse atıldıktan sonra, kimi işlerinden çıkarılmış, kimi çocuklarının geçimini sağlamak için gündeliğe gidiyor kimi evde pasta yapıp satıyor kimi de yakınlarından gelen yardımlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Peki ne istiyor bu dertli kadınlar;
"Doğmamış torunlarımız durduk yerde kirlenmesin. Biz bu kara leke ile yaşamak istemiyoruz. Özlük hakları da onların olsun. Dosyalar etki altında kalmadan incelensin. Neyin kurbanı olduğumuzu bilmiyoruz. Adalet istiyoruz."
Hanımefendileri dinlemek lazım. "Pardon"lar çok geç geliyor. Çekilen acılara da merhem olmuyor!..