Nazım Hikmet’te vergi ve muhasebe manzaraları
Her yönü ile ele alınmıştır da Nazım Hikmet, vergilerin ezdiği ya da sivrilttiği insanların öykülerine dair yazdıkları derli toplu bir ele alınmamıştır. Biz azıcık yapmıştık bunu “Edebiyatlaşan Vergiler” adlı kitabımızda. Bu yazımızda bunu biraz daha genişleterek sunacağız. Bunu cumhuriyet ve vergi tarihimiz açısından önemli ve anlamlı sayıyoruz.
Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserinde çizdiği tiplerden biri ve insana en çok dokunanı, kendini asan bir köylüdür. Nazım, şöyle anlatır bu bahtsızın öyküsünü:
“Bu sabah üçüncü koğuşta, gusülhanede/köylü bir mahpus astı kendini./Yol parasından yatıyordu/Onlara tayın çıkmaz./Bu üçüncü yatışıydı vergi borcundan./Meydancı haber verdi:/Ölüyü indirdiler kuşağının ucundan.
Halil hatırlıyor:/Kısa boylu sessiz bir adamdı.
-Gelmedi bu sefer görüşmecisi filan- dediler-
-Keç kerre yemeğe buyur ettik yemedi,
Kimseciklere ağzını açıp bir cigara verin bile demedi/Acından öldü fakir...
-Acından değil be- dedi Asrî Yusuf-/Bilmiyon/onurlu adamdı/kahrından öldü.”
“Ali Çaviş” adlı bir vurguncu da vardır İnsan Manzaraları’nda. Nazım Hikmet’in yazdıklarına bakılırsa, Ali Çaviş’in tapuları öyle çoktur ki, vergi ödeme dönemi geldiğinde kâtipleri heybeyle taşımaktadırlar.
“Zebella gibi zenciydi Ali Çaviş/Trablusgarp’ten gelmeydi./Altmış beş yaşlarında var./Okuması yazması yok./Korsanlık, kaçakçılık ve eşkıyalık etmiş/seferberliğin sonuna kadar./Ve Cumhuriyet’te açmış ilk yazıhanenin kapılarını./Şimdi Maliyeye vergi ödendiği sıralarda/kâtipleri heybeyle taşırlar emlak ve arazinin tapularını”
Nazım Hikmet’in vergi unsuru taşıyan şiirleri yalnızca yukarıdakiler değildir. Şair, Hopa Hapishanesi’nde yazdığı bir şiirde, yol vergisinin toplumda bıraktığı kötü izlenim ve açtığı yaraları dile getirmektedir.
“Deli şimdi yüzüstü yerdedir. /Ve beyaz donlu bir adam/çiğneyip bıyığını/bu et yığınını/polis palaskasıyla dövmededir.
Hasan Dayı bağırdı yanımdan/Sarılıp demir parmaklıklara
-Dövmeyin be deliyi/yol vergisini artırın iki misli/yatarım doksan gün daha”
Nazım Hikmet’in hayatında muhasebenin de önemli ve acı bir yeri vardır.
Nazım işsizdir, kız kardeşi Semiha garip. Bunlar yetmezmiş gibi, yeniden evlenmiştir babası Hikmet Bey, ikiz çocukları olmuştur, onlar için de, mutlaka ve ne iş olursa olsun çalışmalıdır. Süreyya Paşa Sineması’nda muhasebe yardımcılığı yapmakta, oradan aldığı küçük bir aylıkla evini geçindirmeye çalışmaktadır. İşe giderken bir gün, bir köpeğin saldırısına uğrar, kuduz şüphesiyle iğne vurulur kendisine. Hastane çıkışı, yolda bir arabadan kaçmak isterken, düşer, takılır bir şeylere, yaralanır, tekrar hastane ve bu kez de tetanos iğnesi... Evine yollanır Hikmet Bey, fenalaşır, Nazım’a haber verilir.
Yılmaz Karakoyunlu, “Mayıs Kısrakları” adlı romanında, olayın geri kalan bölümünü şöyle aktarır:
“Nazım koşarak eve gitti. Gördüğü manzaradan ürktü. Süreyya Paşa, Hikmet Bey’in başına dikilmiş elinde kâğıt kalem, sinemanın hasılatını hesaplıyor ve parmak uçlarını ıslatarak banknotları sayıyordu.
(...) Hikmet Bey, Nazım’ın kollarında çırpınarak can verirken Süreyya Paşa hâlâ sinema hasılatının hesaplanması için Hikmet Bey’in başucunda kendisine gelmesini bekliyordu.”