NATO-TÜRK!
Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarının bir kısmını da olsa geri aldığı Karabağ süreci, küresel ittifaklarla, bölgesel ittifaklarının rekabetinden, bölgesel ittifakların samimiyetine, savaş mahkemelerinden silah teknolojilerine, uluslarası hukuktan, yaptırımlara kadar birçok alandaki çifte standartlar gibi birçok şeyle birlikte "Türk Dünyası"nı da test etti. Ve bu testin bazı sonuçları oldu elbette ki.
Aralarında Yağmur Tunalı'dan Bünyamin Aksungur'a, Prof. Dr. Ali Kafkasyalı'dan Prof.Dr. Hale Şıvgın'a, Feridun Yıldız'dan Prof.Dr. Vahit Türk'e, çoğunu Türk Milliyetçilerinin yakından tanıdığı 196 akademisyen, yazar, sanatçı, eğitimci, araştırmacı, gazeteci işte bu sonuçlara kafa yormuşlar, oturmuş, konuşmuş, tartışmış ve nihayetinde bir karara varmışlar:
- Turancılık, günün şartlarına uygun olarak yeniden ve doğru biçimde tanımlanmalıdır.
***
"Ben niye davet edilmedim", "Bana niye danışılmadı", "Ben niye yokum" alınganlıkları, dargınlıkları, bu duyguyla başvurulan itibarsızlaştırma çabaları, bu nevi meselelerin topyekün sahiplenilememesinin birincil sebebi olduğundan, önce bu "aydın"ları bir araya getiren kriteri, bir başka deyişle, "Bir kavramsal tartışma yapılacaksa mutlaka olmalı" diye düşündüğünüz, otorite saydığınız bir çok milliyetçi aydını, neden bu bildirinin imzacısı olarak göremediğinizi izah edeyim.
Ki, kimse kibrine yenilmesin, devamını, iyi niyetlerini ve yapıcı fikri desteğini muhafaza ederek okuyabilsin!
Söz konusu bildirinin ev sahibi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Mezunları Birliği üyesi vatansever aydınların oluşturduğu DTCF Akademi. Buranın mensuplarının dahil olduğu bir fikri çıkış bu yani…
***
Yakın geçmişteki tecrübelerimizin etkisiyle zahir, biraz alerjili olduğumdan "güncelleme" diye tanımlamak istemiyorum yaptıkları işi; DTCF Akademi mensubu milliyetçi aydınlar, "somutlaştırmışlar" Turancılık idealini. Uzak yahut nostaljik bir "hayal" olmaktan çıkarıp, projelendirmişler; çağın şartlarında "gerçekleştirilebilir" bir yol haritasına kavuşturmuşlar.
Misal, "Bütün Türk devletlerinin sınırlarının birleştirilmesi" yerine, Türk devletlerinin siyaset, ekonomi, ticaret, eğitim, silahlı kuvvetler alanlarında işbirliğini öncelen bir "birlik modeli" tasarlamışlar. Türk devletlerinin diğer ülkelerle olan ilişkilerine karşı ve müdahil olmayan, ancak, muhtemel tehditler karşısında birlikte hareket etmeyi zorunlu kılan bir model…
Bir tür "NATO-TÜRK" yahut Türk NATO'su, AB'si, BM'si; bir Turan ülkesine yapılan saldırı bütün Turan ülkelerine yapılmış sayılır…
Keza bunu, "Turancılık; günümüzde çeşitli devletlerin ortak değerleriyle oluşturduğu birliklerin, Turan coğrafyasındaki somutlaşmış biçimi olan Turan ülkeleri iş birliğidir" diye tanımlıyorlar.
Sözü kendilerine bırakayım:
"Türk aydınları olarak, içi boşaltılmaya çalışılan Turan ülkümüzün çağın şartlarına uygun bir şekilde yeniden hayat bulması, doğru tanımlanması, somutlaştırılması ve dünya Türklüğünü, özellikle genç kuşakları heyecanlandıracak etkin bir yapıya dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yukarıda sıralanan düşüncelerle hazırlanan bu bildirgenin, Türk milleti ve devletlerinin tercihlerinde dikkate alınmasını diliyoruz."
***
Teorik, kavramsal tartışmaların fazlaca lüks ve dahi zaman kaybı sayıldığı çılgın/hızlı tüketim günlerinde sokulanmayı, bir anlığına durup da kendine "Orta Asya coğrafyası 'dünyanın yarınını' temsil ediyorsa, o yarınların 'bizim' olması mümkün olduğu halde niye figüranlık yapalım ki kendi sahnemizde" diye soran çıkacak mıdır; hiç emin olamıyorum.
Ama, DTCF Akademi'nin hedefine, kendi adıma canı gönülden "Amin" diyorum.
SORU-YORUM
Eyvallah; Türk Silahlı Kuvvetleri "Peygamber Ocağı"dır. Türk Ordusu, "Allah Allah" nidalarıyla hücum eder. Türk donanması, "Vira bismillah" diyerek sefere çıkar. Askerlik yemininde korumaya and içilen "sancak"tır. Bütün kışlalarımızda cami ve mescid bulunur. Madalyonun bir yüzü bu.
Tartışmaya bile açmam, Türkiye Cumhuriyeti laiktir ve laik kalmalıdır. Madalyonun diğer yüzü bu.
Ve fakat şunu da inkar edemem;
Bu sadece İslamiyet'le ilgili değil; haçlı üslerinde yapılan dini ayinleri görmüyor muyuz? Bir askere savaşma güç ve cesaretini veren en önemli unsurlardan biri şüphesiz ki "inanç"tır; "iman gücü" dediğimiz şey -en azından geleneksel savaşlarda- bir ordunun en önemli silahları arasındadır.
Yine de sormadan olacak gibi değil;
BİR: Din ve inanç özgürlüğünün bulunduğu, askerlik için din ve inanç şartının da aranmadığı bir ülkede; "din subayı" hangi din ve inanç üzerinden yapacak görevini? İnancının ne olduğunu bilme ihtimalinin bulunmadığı askerlere teke tek mi verecek moral hutbelerini; böyle bir uygulamanın ister bin askere karşı olsun, ister bir askere karşı olsun (Nöbetteki bir asker uyursa, bin askeriniz dahi ölebilir sonuçta) ayrımcılıkla sonuçlanmaması mümkün müdür?
İKİ: Terör örgütlerinin kökünü kazımamış mıydık? Orduyu FETÖ'den arındırmamış mıydık? Kime karşı moral ve inanç aşılamak lazım geldi ordumuza; savaşa mı giriyoruz yoksa? Kiminle?