NATO istihbarat teşkilatı
Üç yılı İstanbul’da olmak üzere 18 yıl CIA ajanı olarak çalışan Philip Giraldi’nin Hürriyet’te yayımlanan “itirafları” ilgi çekiciydi.
Tecrübeli Amerikan ajanı, “meslektaşları”nın(!) Türkiye’deki ana üssünün Adana’daki ABD Konsolosluğu ve İncirlik üssü olduğunu, “Antakya”da da hayli etkin olduklarını açıkladı.
Bu durumda Erdoğan’ın, dış basında ayyuka çıkan, bizim muhalefet milletvekillerinin de ifade ettiği “Hatay’da CIA ajanları cirit atıyor” iddialarına kızıp köpürmesi hükmünü kaybetti.
Her ne kadar söyleşi “Yine de patron MİT” ana fikri üzerine “kurgulanmış” olsa da, Giraldi’nin şu sözleri Türkiye’nin nasıl kendi menfaatlerini koruyamaz hale getirildiğinin belgesi:
“Türkiye NATO üyesi olduğu için de Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan ajanları hep birlikte
çalışır.”
Suriye’de olduğu gibi NATO’nun çıkarlarıyla Türkiye’nin çıkarlarının örtüşmediği hallerde nasıl bir strateji izleniyor peki? “Milli” istihbarat teşkilatının kendisine sakladığı “mahrem” bilgiler de vardır umarım. Çünkü Türkiye’nin kendisini “uluslar arası ittifak” kurduğu güçlere karşı da korumak zorunda kalması an meselesi!
Selcan Taşçı
BASINDAN SEÇMELER
Bayrağınızı savunamazsanız hiçbir
ulusal mücadeleyi kazanamazsınız
Beytüşşebap’ta PKK’lının cenazesi geçerken askeri lojmanın balkonundan Türk bayrağını indirdiler. Eleştiri gelince bayrağı korumaya aldık dediler. Bayrak saklanarak mı korunur? Korkunun bayrağı olur mu?
Bilal Şimşir’in “Bizim Diplomatlar” adlı kitabından küçük bir bölümü aktaralım...
Lozan günleri... Tarih 10 Mayıs 1923... Konferanstaki Rus delegesi Vorovski kaldığı otelde vurularak öldürülmüş, ortalık karışmıştır.
Vorovski’nin vurulmasından üç gün sonra İsmet İnönü’ye de bir suikast yapılacağı ihbarı alınmıştır. Almanya’daki Taşnak ve Hınçak merkezlerinden iki suikast timiyle birlikte Çerkez Ethem’in de İsviçre’ye geçtiği duyulmuştur.
Bu ihbarlar üzerine İsviçre makamları koruma tedbirlerini arttırmışlardır. Gerisini Bilal Şimşir’in kitabının 174’üncü sayfasından okuyalım:
“... Lozan Polis Müdürü Jaquiard, İsmet Paşa’ya geliyor ve:
- Paşa hazretleri, diyor, Ermeni çetelerinin size bir suikast yapacaklarını biz de haber aldık, görevimiz sizi korumaktır. Ancak sizden bir ricamız var; ilk önlem olarak konferans salonuna gidip gelirken otomobilinizden Türk bayrağının kaldırılmasını rica ediyoruz.
Paşa bu öneriye şiddetle karşı çıkıyor ve:
- Ben, diyor, burada Türk delegesi olarak bulunuyorum. Bu Türk bayrağı benim arabamdan kalkmaz. Ben burada bir suikasta kurban gidebilirim. Fakat benim ardımdan bir Türk delegesi daha gelir, arabaya biner ve benim vazifemi yapar. Fakat Türk bayrağı otomobilden hiçbir zaman kaldırılamaz. Bin Türk delegesi bile kurban edilse bayrak kaldırılmaz, yerinde durur.
Bayrağınızı savunamazsanız hiçbir ulusal mücadeleyi kazanamazsınız...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Kısa... Kısa...
68’lilere özenirim. Doğum tarihleri sorulsa bile iftiharla “Biz 68”liyiz” derler.
Aslında 1968, doğdukları değil, doğruldukları yıldır.
Öyle bakılırsa “Biz 80’liyiz”.
Ve aslında 1980, doğduğumuz değil, doğduğumuza pişman olduğumuz
yıldır.
Can Dündar Milliyet
‘... tefrişat işinde sesi sedası çıkmayan vatandaşlar olarak “Biz ne oluyoruz?” diyeceksiniz...
Anlamadınız hâlâ:
Paspas...
Bekir Coşkun / Cumhuryet
+++
Şişkin Egolar ve
Hasan Cemal
Hasan Cemal ‘in “1915: Ermeni Soykırımı” başlıklı kitabından önsöz yerine yazdığı yazıyı okuyunca “Yeter artık!” dedim.
Hasan Cemal, Hrant Dink’in acılarından öylesine etkilenmiş ki, bu kitabı yazıvermiş. Hasan Cemal ‘i kitabın kapağındaki özellikle çektirilmiş, Ermeni Soykırım Anıtı ‘na üç beyaz karanfil koyarken gösteren fotoğraf bile, onun Hrant Dink ‘in acılarına ne denli uzak olduğunu, her trajik konuda yaptığı gibi, kısır entelektüel yaşamımızda takipçisi pek çok yazarı geride bırakıp öne geçmek için nasıl çabaladığını göstermeye yeter.
Tanrım, bir sokak ortasında gaddarca öldürülen ve yaşamı boyunca gerçek anlamda (yaşantısı ve fikirleriyle) tam bir sosyalist aydın olan ve tabanı delik ayakkabısı yüreklere kazılmış Hrant Dink ‘in acıları nerede, Hasan Cemal nerede?
Hasan Cemal bir zamanlar cuntacı, bir zamanlar şimdilerde tiksintiyle söz ettiği Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın müdürü, sıkıyı görünce gazeteden ilk kaçan, rüzgârın yönü değişince kendini çok sıkı bir devrimciymiş gibi gösterip güya özeleştiri yapan ve kendini liberal ilan eden!.. Bunu ispatlamak için AKP hükümetine yağ çeken, ardından PKK’nin çok aramasına gerek yok, hemen kendine çok uygun bulduğu için Kandil’e çağrılan ve ansızın Kürt konusunda uzman kesilen şimdilerde de yıllarca bu konuya emek verenleri hiçe sayıp Ermeni soykırımına karar veren bir süper ego!
Ama Hasan Cemal’e hiç kızmamak gerek. Türkiye ‘nin vasatın altına hızla inen entelektüel ortamında Hasan Cemal tek başına değil. Her alanda takipçisi pek bir fazla. Bunlar hangi konuya el atacaklarını çok iyi seziyorlar, örneğin her türlü sol inancın gerilediği bir dönemde, inanç boşluğunu kimileri Mevlana ile doyuruyor, kimileri Masumiyet Müzesi’ne sığınıyor. Üstelik bu sadece bizde değil, bütün dünyada hızla gelişen bir ekol.
(...)
Acaba Hasan Cemal ‘i ve onun takipçilerini kıskanıyor muyum? Keşke kıskansam, benim canımı sıkan her alanda vasata doğru çekilen ülkem. 24 ayar yerine 8 ayar altına düşen zavallı ülkem. Yazık!
Işıl Özgentürk / Cumhuriyet
+++
Bülent Arınç’ı
baş hortumcu
ilan ediyorum!
Anlayışıma göre bir gazeteci için “ben” demek, kendini haberin önüne geçirip yazmak ayıptır. Fakat mecbur kaldım: Bilenler bilir, “hortumcu” kelimesini yazıda ilk kullanan ve Emlak Bank soygununu anlatmak için sürekli yazıp, toplumun diline girmesini sağlayan benim. Şimdi bu emeğime sığınarak Başbakan Yardımcısı Devlet Bakanı Bülent Arınç ‘ı “Gelmiş geçmiş en baş hortumcu” ilan ediyorum. Çünkü “Tarım kesiminin dışardan ot ithal eder” hale gelecek kadar büyük bir sıkıntı yaşadığı 2011 yılında tarımdan geçinen 25 milyon insana bütçeden aktarılan ” tarımsal destek” yüzde 3.1 artırılırken, Bülent Arınç ‘a bağlı Anadolu Ajansı’na aktarılan ödenek yüzde 100 yükseltildi. Anadolu Ajansı, yazdığı haberler, servise koyduğu fotoğraflarla Bülent Arınç ‘ın partisinin borazanı gibi çalışıyor ve yüzde 100 ödenek artışı sağlıyor.
Necati Doğru / Sözcü
+++
Acaba bu bir
mizah yazısı olabilir mi!
Fehmi Koru, Star gazetesinde yazmış; Başbakan, medyayla’yeni bir sayfa’ açma niyetindeymiş.
Daha doğrusu o niyette olabilirmiş.
Koru’nun ‘hisleri’ bu yöndeymiş.
Bu hissin doğma sebebi ise Başbakan’ın son yurtdışı seyahatinde uçağına aldığı gazetecilerin tüm sorularını ’sinirlenmeden’ yanıtlamasıymış.
Ha, bir de Başbakan’ın Christiane Amanpour’a verdiği röportaj. Başbakan o röportajda aslında eleştiriye açık olduğunu sadece hakareti sineye çekemediğini söylemiş. Bu iki ’veri’yi birleştiren Koru ortaya çıkan tablonun ’beyaz sayfa’olarak yorumlanabileceğini öne sürmüş.
Yeni, tertemiz, beyaz bir sayfa...
***
Bazen yapılan ‘derin’ analizler karşısında aptallaşıyorum.
Acaba bu bir ‘mizah yazısı’olabilir mi diye düşünüyorum. Okumakta olduğum gazetenin anasayfasını çevirip tekrar bakıyorum.
Karikatür dergilerinden birini okumadığıma ancak öyle emin olabiliyorum!
Nedeni basit...
Sözkonusu Christiane Amanpour röportajından günler sonra; ‘Bunlar Boğaz’a karşı alkollü içeceklerini yudumlayarak yazıyorlar’ diye yapılan köşe yazarı tarifi geliyor aklıma.
Üzerinden sadece bir kaç gün geçmiş. Yani o röportajdan bu yana yapılabilecek bir ‘tahmini analiz’ için somut bir değişim yok!
***
Kurumlar ve patronlarla yaşanan ‘kavga’ zaman içinde bireysele dönüşmüş, Başbakan ve köşe yazarı kavgalarına tanıklık eder olmuştuk.
Başbakan’dan ‘şahsen yanıt’ almayanın ‘eksik gazeteci’ sayılacağı günler yaşarken, ‘toplu hakarete’de bağımlı hale geldik.
Şöyle alt alta koyalım da bir bakalım, Başbakan bugüne kadar gazetecilere neler demiş:
* Köpek
* Dalkavuk
* Terörist
* Namussuz
* Terbiyesiz
* Edepsiz
* Ahlaksız
* İlkesiz
* Talimatla çalışan.
* Alkolik
Bunlar ilk etapta, çabuk aklıma gelenler. Geçmişe dönük, kapsamlı bir araştırma yaparsak daha nicelerini de örnek verebiliriz.
Hal böyleyken; Biri çıkıp da ‘Başbakan bugün gazetecilere hakaret etmedi demek ki beyaz sayfa açılıyor’ diye yazınca insan hayrete düşüyor.
O sayfa nerede, kimin için açılıyor ve biz neden göremiyoruz?
Tuğçe Tatari / Akşam
+++
Son günlerde “Cezaevinden Haberler”e döndü bu sütunlar... Peki; bundan rahatsızlık duyuyor muyum?
Elbette hayır! Sebep olanlar utansın...
Aydınların, gazetecilerin, hukukçuların, siyasetçilerin ve terörle mücadele eden askerlerin “terörist” diye cezaevlerine doldurulduğu bir dönemde, “cezaevlerindekilere ve yakınlarına karşı duyarlı olma”nın, gazetecinin görevleri arasında olduğunu düşünüyorum.
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Yargıda top çevirme
Odatv davasında mahkemenin kararına sevinelim mi, üzülelim mi bilemedik..
Barışların tahliyesine sevindik.. Soner ve diğerleri için üzüldük..
Üçüncü yargı paketi, TÜBİTAK raporu fayda etmedi..
Neden mi etmemiş..
Mahkeme Başkanı’na göre top çevrilmesi nedeniyle..
Şöyle demiş; buradaki sorun top çevirmeden kaynaklanıyor.. Yasama yasayı yaparken net ifade etmiyor.. Kararın ayrıntılı gerekçelendirmesiyle ihsası rey arasındaki çizgiyi net çizmiyor.. Raporda da böyle yapılmış..
*
Bu top çevirmeler insanların aylarına, yıllarına mal oluyor.. Bir sonraki duruşma bir ay sonra..
Yazıktır!..
İnsanlar iki yıldır yok yere hapis yatıyor..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Durumun garabetine bakın ki Barış Pehlivan Oda TV ‘nin Genel Yayın Yönetmeni, Soner Yalçın ise sahibi.. Bir gazete veya internet sitesinin asıl sorumlusu sahibinden önce genel yayın yönetmenidir, komuta ondadır. Eğer Pehlivan “üzerine atılı suçların niteliği”ne ve içeride kaldığı süreye bakarak tahliye ediliyorsa Soner Yalçın ve diğer isimlerin neden tutuklu bırakıldığının, tüm sanıkların 7 aydır neden bu raporu tutuklu olarak beklediklerinin hesabı topluma verilmelidir.
(...)
Eğer Türkiye ‘nin hukuk devleti olmasından tümüyle vazgeçildiyse onun için de konuşmaya artık gerek yok demektir ama “hukuk devleti” diyeceklerse bu mahkemelerin üyeleri yaptıklarının hesabını gerçekten hukuk karşısında vermek zorundalar. Çıkarılan “mahkemelerin yaptıklarının hesabını ancak devlete sorabilirsiniz” şeklindeki kanuna güvenerek bu toplumun saygın ve masum insanlarına bunlar yapılamaz!
Ruhat Mengi / Vatan