Nasıl mı olur?
Yıl 2016…
Günlerden 25 Şubat.
Anayasa Mahkemesi, (Bağlantılı olarak Enis Berberoğlu'nun da yargılandığı) "Suriye'ye MİT tırlarıyla silah taşındığı" haberi dolayısıyla, "casusluk" iddiasıyla tutuklanan dönemin Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında yürütülen soruşturmada 'hak ihlali' yaşandığına hükmetti.
AYM'nin oy çokluğuyla aldığı karara göre, tutuklamayla, "kişi hürriyeti", "basın hürriyeti" ve "ifade hürriyeti" ihlal edilmişti.
AYM kararlarının, herkesi ve her kurumu bağladığını ifade eden avukatlarının 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yaptıkları başvuru neticesinde, Dündar ve Gül tahliye edildi.
***
İki gün sonra…
28 Şubat 2016…
Gazeteciler, Fildişi Sahili'ne hareketinden önce sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı'na, AYM'nin (Bağlantılı olarak Enis Berberoğlu'nun da yargılandığı davada) Dündar ve Gül hakkında verdiği "hak ihlali" kararını hatırlattılar.
Cumhurbaşkanı, aynen şunları söyledi:
"Anayasa Mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim, bunu çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum. Niye? Çünkü ortada bir gerçek var. Bakın bu bir beraat kararı değildir. Bu bir tahliye kararıdır. Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı bu bireysel başvuru veya Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar boşa çıkacak veyahutta şu anda tahliye edilmiş olan bu kişiler AİHM'e gideceklerdi."
***
Bu tepkide, sair ekseriyetin dikkatini çeken, "(AYM'nin) verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum" cümlesiydi. Oysa, en az onun kadar hatta daha fazla dikkate değer olan, "Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı bu bireysel başvuru veya Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar boşa çıkacaktı" şeklindeki, ifadelerdi.
***
Nitekim…
İki yıl sonra…
Aynı mahkeme…
Aynı davayla ilgili olarak (Bu defa CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında)…
Yine AYM'nin verdiği "hak ihlali" kararına karşı…
İki yıl önce yaptığını değil yapmadığı için eleştiriye uğradığını yaptı.
***
Oturun bir düşünün bakalım…
Meselenin sahiden de, "nasıl olur da olabilir" diye "anlaşılmazlık" yüklenecek bir yanı var mı?
Damatları bağlayan bir durum yok…
AK Parti Merkez Yürütme Kurulu toplantısından sız(dırıl)an, "Milletvekili veya il başkanlarının akrabalarını partinin yönetimine koymamaya dikkat edin" cümlesi, "damat" kontenjanından bir hayli espri ve dahi eleştiri konusu oldu.
Halbuki kendi içinde çok da tutarsız bir ifade değildi.
Birincisi, getirilen engelin kapsamı "milletvekili veya il başkanlarının akrabaları" olarak, gayet net tarif edildiğinden, bakan veya genel başkanı bağlayıcı bir durum yok; onlar, kafadan muaflar bu yasaktan!
İkincisi, parti yönetimine koymayın denilenler "akraba"lar; Türk Dil Kurumu Sözlüğü'ndeki tanımıyla, "Birbirine kan bağıyla bağlı olan kimseler". Damatları bağlayan bir durum yok yani…
Desen olmuyor Demesen hiç olmuyor
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin önceki günkü grup toplantısında, Hatay ve Kahramanmaraş'taki orman yangınları üzerinden, PKK'nın, "İnsanlık düşmanı" olduğunu söyledi, "Hayata ve insana dair her şeye düşman" olduğunu söyledi, yaptığını "alçaklık" olarak tanımladı, hükümete, terör örgütünün kanlı yüzünü bütün dünyaya gösterme çağrısında bulundu…
Bütün bunları söylememiş olsaydı; yangınlarla ilgili olarak, sadece birer "çevre faciası" olmalarından kaynaklanan "üzüntülerini" bildirip geçseydi, sağır sultan bile biliyordu ki, "PKK'yı lanetleyememekle" suçlanacak, Millet İttifakı'nın HDP ile "gizli ittifakı" üzerine "derin" maskeli sığ mı sığ analizlerin konusu olacaktı; günlerce.
Söyledi.
Bu defa da, sanki söylemese yine üzerine çullanacak olanlar kendileri değilmiş gibi, "Söylese ne olur, söylemese ne olur" demeye başladılar.
"Akşener'in PKK'yı lanetlemesi sonucu değiştirmez" diyorlar; siz ne derseniz deyin, hatta seçim sürecinde yaptığınız gibi isterseniz seçim meydanlarında "Sizin oyunuzu da istemiyoruz" diye haykırın, biz yine de HDP'yle işbirliği yaptığınızı söylemeye devam edeceğiz millete!
İYİ Parti iktidarda olmadığına göre "icraatı"na bakılamaz, e beyanını da tanımıyorlar; çok merak ediyorum "Ben böyle değilim" diye bas bas bağıran bir siyasi partiye "Hayır, öylesin" derken hangi veriye dayanıyorlar, bu ucube ittifak konumlandırmasını neye göre yapıyorlar?
Bu şartlarda, İYİ Parti açısından durum tam bir "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" çıkmazı.
SORU-YORUM
AK Parti Genel Başkanı, dün yaptığı grup toplantısında, "Türk ve Türkiye ismini hak etmeyen meslek kuruluşlarından bu imtiyazları derhal almalıyız. Türk Tabipleri Birliği'ndeki Türk ifadesi bunlara yakışmıyor, zaten nefret ediyorlar" dedi.
Günün sorusu, dün meşgul olmak durumunda kaldığım tadilata nezaret ederek, size, iyi-kötü bir yazı ulaştırabilmeme yardımcı olan sevgili dostum Ercüment Yahnici'den:
- Siz o ifadeye bayıldığınız için mi "Türk'üm doğruyum, çalışkanım" diye başlayıp "Ne mutlu Türk'üm diyene" diye biten Andımız'ı yasakladınız? Kamu kurumlarındaki T.C. tabelalarını indirdiniz?