Nasıl kadınlarsınız!
Gazeteci bakışını da rafa kaldırayım hadi... Milliyetçi, vatansever kodlarımla oluştuğu muhakkak olan süzgeçlerimi de fırlatıp atayım... Dinsiz, milliyetsiz, aidiyetsiz genç bir kadın olsam bile şu tabloyu aklım almazdı herhalde:
Yıllarca “başörtü”lerini “namusları” sayıp kendilerini üniversite kapılarına zincirleyen kızlar büyüdüler, kadın oldular, çoluk çocuğa karıştılar, kapıları kalemlerine sonuna kadar açılan gazetelerde, “namus” saydıkları o “başörtüsü”nü bayrak gibi açtılar; Türk kızlarını/kadınlarını donuna kadar soyan Ermeni sapıklığına perde yapıyorlar!
“Mesele”nin “siyasi” kısmı, “emperyalist” tarafı, hizmet ettikleri olası “hukuki(!)” sonuçları, onlar da bir yana... Hani niyetlerinin “insani” olduğunu söylüyorlar ya; madem biz, Türk Tarih Kurumu’nun eski Başkanı, Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun dediği gibi hayvani boyutunda olduğumuzda bu tarihi gerçek(!)le yüzleşemiyoruz, madem biz “empati” fakiriyiz, ya siz?
Kadınlar çiçekmiş... Kadına şiddete hayırmış... Pedofili insanlık suçuymuş... Çocuk tecavüzlerine sonmuş...
Morlara bürünüyordunuz... İstiklal’de yürüyordunuz... Hepiniz Ayşe Paşalı oluyordunuz... Güldünya ağıtları yakıyordunuz...
Nasıl oluyor, nasıl olabiliyor da Katırcı’da, Hüsnü Efendi’nin, “kurşun yaralarıyla dolu minicik bedeni defalarca Ermeni çetecilerin tecavüzüne uğrayan 12 yaşındaki kızı” olamıyorsunuz?
Empati sizden sorulur ya;
Nasıl kendinizi Belecek’li Hanım Hatun’un yerine koyamıyorsunuz; nasıl Antranik’in pis ellerini teninizde hissedip tiksinmiyorsunuz?
Dahası bu namussuzluktan tiksinmeyen bünyenizden nasıl tiksinmiyorsunuz?
Nasıl Yamanyurt’ta üç çocuğu ile boğazlanan Fato olamıyorsunuz bir kere de?
Hiç mi sormuyorsunuz kendinize mesela;
Bir kadın aklını kaybedecek kadar ne yaşamış olabilir; nasıl bir zulüm, nasıl bir acı?
Sadece bir dakika, tandıra atılan torunlarının etini yemeye zorlanan ve bunu reddedince gördüğü işkenceden aklını kaybeden Nezu Hatun’un yerine koysanız kendinizi; yine utanmaz mısınız gerçekten insanlığınızdan!
Sarıköy’de göğsü kesilen Güllü’nün yerine koysanız, Van’da anneleri ve babalarının önünde tecavüze uğrayan Hayriye ve Şadiye kardeşlerin yerine koysanız kendinizi, Rasif Efendi’nin tecavüze uğrayan sonra da cinsel organına odun sokularak acı içinde can verişi izlenen 60 yaşındaki karısının yerine koysanız, kendilerini Mermit Çayı’na atan -nedenini yazamıyorum siz tahmin edin- Zahide ve Fatma gelinlerin yerine koysanız kendinizi utanmaz mısınız, hepsini hazmedilmiş kadınlığınızdan!
Dün yazmış başörtülü, en Müslüman, en hümanist, en demokratik “akil” abla:
“Kendimi sosyal Darwinist, militan laik Talat Paşa’nın değil, bir ahlâk abidesi olan Bediüzzaman’ın, Ya da Ermeni köylüleri en vahşi yöntemlerle öldürten Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey’in değil, ona karşı çıkan Boğazlıyan Müftüsü Abdullahzade Mehmet Efendi’nin torunlarından biri olarak görüyorum...”
Peki ben seni nerede görüyorum biliyor musun;
Bu milletin, her biri “ahlak abidesi” olan kadınlarının ırzına geçen azgınlara ait, beşikteki bebeklere bile tecavüz eden sapıklara ait, tarihin en gözü dönmüş katillerinin, çocuk tecavüzcülerinin değirmeninin başında;
Her satırın kova, su taşıyorsun; döndürebilsinler diye çarklarını!
Seni “akil” yapan, “her şeyi bilen kadın” yapan, ekranlarda mantar gibi bitmeni sağlayan “başörtü”nden utan, onun yüzü suyu hürmetine en azından sus; bu kadarını borçlusun ona diyeceğim ama...
Sahi bu sado-mazohistlerle, ilk yan yana gelişin değil, değil mi;
Kadınları “potansiyel fahişe” gördüğünü ilan eden Genel Yayın Yönetmeni’nin kadrosunda olmayı da sindirebilmiştin daha önce...