Nasıl geçti boğazınızdan!
“Majestelerinin karikatüristi” namlı Salih Memecan’ın başkanı olduğu Medya Derneği, Bahçeşehir Üniversitesi ev sahipliğinde bir iftar düzenlemiş. İftar “gazeteci ve medya yöneticilerini” buluşturmuş. Katılanlar arasında Samanyolu Haber Genel Yayın Yönetmeni Metin Yıkar, Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Abdülhamit Bilici, Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Star Genel Yayın Yönetmeni Danışmanı (of ne uzun ünvanlar bunlar böyle) Yusuf Ziya Cömert, Demirören Grubu Medya Grup Başkanı Akif Beki gibi isimlerin yanı sıra bir de ABD Başkonsolosu Scott Frederick Kilner varmış!
Medya Derneği, Kilner’ı iftara hangi kontenjandan davet etti acaba?
Davetli listesine, bakan ve milletvekilleri gibi başkonsoloslar da mı dahildi? Yoksa sadece ABD Başkonsolosu mu dahildi?
Mesela Çin Konsolosu, İran Konsolosu, Rusya Konsolosu da davet edildi mi?
Edilmediyse; nedir Medya Derneği’nin özel olarak ABD’liyi tercih nedeni?
Yok “protokol” değil de “sektör” kontenjanından çağrıldıysa; Killer “gazeteci” olmadığına göre, Medya Derneği ABD Başkonsolosunu “yönetici” olarak mı kabul ediyor acaba?
Kısacık bir sorum daha olacak iftara katılanlara;
Hesapta hepiniz “muhafazakar”, “İslamcı”, “dindar”, “ultra Müslüman” kimselersiniz. Hal böyleyken Irak ve Afganistan’da yıllardır milyonlarca Müslüman’ın kanına giren, ırzına geçen ve bunu kendisine hak gören bir zihniyetin temsilcisiyle aynı masada açtığınız oruç kabul edilmiş midir acaba?
Ezan okunurken karşınızda oturan Kilner’a bakınca yerle bir edilen minareler gelmedi mi hiç aklınıza?
O çaresiz Müslüman kadınların çığlıkları bir yumru olup oturmadı mı; nasıl geçti boğazınızdan, nasıl sindirdiniz, nasıl hazmettiniz?
+++
Temizlik şart...
Hep “vicdan” üzerinden gidiyorduk ama artık “akıl” ve “mantığın” sınırlarını da zorluyorlar. “Fuhuş, şantaj ve casusluk davasının çöktüğü” iddialarına karşı çıkan Nazlı Ilıcak, kendinden son derece emin bir ifade ile “Bu doğru değil” diyor.
Ilıcak’a göre dava çökmemiş,
yalnızca;
- İddialar ispat edilememiş
- Kimse şikayetçi olmamış
- Delil bulunamamış
Daha ne olacaktı!
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir hukuk düzeninde “Kanıtlanamadı, delil bulunamadı, kimse şikayetçi olmadı ama bu suç işlendi” desenize!
Alacağınız ilk tepki “yanlış gelmişsiniz, akıl hastanesi diğer sokakta” olur herhalde!
Aranızda “Hep eleştir, hep eleştir, hiç mi doğru yazmıyor canım bu kadın” diyenler de vardır mutlaka;
Yazmaz olur mu? Önceki gün yazısını dört dörtlük bir tespitle bitirmiş mesela:
“Bilgi kirliliği üzerine herkes ahkâm kesiyor...”
Doğru... “Gazeteci” sıfatı taşıyanların, 2 yıllık yargılama sonunda 56 sanığın da “beraat” , tahliye değil bakın “beraat” ettiği bir davanın “çökmediğini” iddia edebildiği bir ortamda “kirlilik” yaşanmadığını kim iddia edebilir ki!
Bu hususta katılıyorum Ilıcak’a; temizlik şart!
Hüseyin Gülerce, “PKK şiddetin dışında bir yola giremez. Çünkü bu milletin geleceğinden rahatsız olanlar, PKK’ya başka tercih bırakmıyorlar...” diyor.
Utanma söyle, bir de “Ne yapsın zavallılar” de!
+++
Bir günde 8 yazarın işine son verildi
İlk haber Serdar Akinan’dan geldi. Akinan “sıranın kendisine geldiğini” Twitter hesabından arka arkaya paylaştığı şu mesajlarla ilan etti:
“Sevgili İsmail Küçükkaya Akşam yönetimi adına arayarak yazılarıma son verildiğini tebliğ etti. Başta yazı işlerinin cefakar çalışanları olmak üzere aynı çatı altında olmaktan onur ve mutluluk duyduğum herkese teşekkürü borç biliyorum. Mesleğimi icra edebileceğim bu mecradan başka yer kalmadı...:)”
Kısa süre içinde internet siteleri hareketlendi; Akşam’daki yazar kıyımı Akinan ile sınırlı değildi;
Nagehan Alçı, Burhan Ayeri, Ali Saydam, Barış Bardakçı, Cemalettin Taşçı ve Güneş’ten Ahmet Çavuşoğlu’nun da yazılarına son verilmişti.
Etti mi 7!
Derken tasfiyenin spor sayfalarına da sirayet ettiği bildirildi:
Turgay Şeren’e de buraya kadar dendi.
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya bakılırsa karar “yeni yapılanma”yla
ilgiliydi:
“Artık beraber çalışamayacağımız için üzüntü duyduğum arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ederim. Katkıları için minnettarım.
Tek bir muhabir ve editör arkadaşım yapılanma kapsamında işini kaybetmedi, kaybetmeyecektir.
Bütün derdim Akşam Gazetesi’ni daha da çok güçlendirerek geleceğe taşımaktır. Çok çaba harcadık yapılanarak güçleneceğimize inancım tamdır.
Ben aşık olduğum “gazetecilik” için yapabileceğim her türlü katkıyı yapmaya, bazı radikal kararlar almaya üzülerek de olsa mecburdum.
Benim için bugün olduğu gibi özel haberlerle dolu gazete yapmak ve bugün olduğu gibi maaşları ödeyebilmekten büyük mutluluk yoktur.”
***
Hadi Serdar Akinan Suriye ve Şemdinli’den aktardıkları yüzünden bizzat Başbakan tarafından mimlenmişti. Hatırlayın Erdoğan’ın Akinan’ı kastederek söylediğini:
“Yapılanları not ediyoruz”
Demek ki vakit, defterde biriken notları karneye geçirme vaktiydi!
Cemalettin Taşçı reytingde deyim yerindeyse “0” çekmekteydi.
Burhan Ayeri hedef haline gelecek kadar sert olmasa da besbelli muhalifti.
Nagehan Alçı’ya ne demeli!
Hoş kimsenin bir şey demesine fırsat vermedi kendi durumunu “İsmail Küçükkaya telefonla aradı, tebliğ etti. Haber doğru. Söyleyecek birşey yok. Maddi sıkıntılar sanırım bu durumu yarattı. Hangi mecrada yazılarıma devam edeceğim önümüzdeki günlerde belli olacak” diye özetledi.
Ki, son birkaç yıldır ekran ekran gezip her gece bas bas “ileri demokrasi” ye geçtiğimizi, “demokratikleştiğimizi”, “sansür” diye bir şeyin zinhar olmadığını, gazetecilerin “özgür” bir ortamda çalıştığını haykıran biri ne diyebilirdi ki!
Nagehan’a ne gam; “oo-oo-oo, portakalı soydum, başucuma koydum” diye köşelerden köşe beğeniyordur kendine şimdi!
Benim bu deprem mi dersiniz, budama mı, kıyım mı; her neyse bu işten anladığım, yine elmalarla armutlar birarada sepetlendi; tuzu kurunun yanında yaş da yandı, bitti, kül oldu.
Geçmiş olsun...
+++
Mr. Sakar ülkeyi parçalamadan...
Esad’a karşı para bizden...
Roket bizden...
Havan bizden...
Top bizden...
Tüfek bizden...
Fişek bizden...
Suriye’nin yarısını PKK aldı, iyi mi?..
***
Askerlikte karavana atanlara bir söz vardır, en uygunu:
“Ya tüfekten, ya fişekten, ya eşekten...”
***
Bu sakar...
Suriye’nin bir bölümünü -nasıl yaptıysa- koparıp PKK’ye veriverdi...
NATO, BM, AB, dünya bir araya gelse bunu hiçbir zaman başaramazdı...
Ve Suriye yönetimine karşı, Türkiye’nin bir bakıma cephede yandaşı kim?
PKK...
(...)
Dış politika...
Bilgi ister...
Donanım ister...
Çap ister...
Yoksa “Esad’ı yıkıyorum” derken, her gün çocuklarını öldüren PKK’ye hizmet ederken bulursun kendini...
(...)
Düzeltemez de Mr. Sakar...
Bir sabah kalktığınızda Türkiye’nin yarısı gitmiş görmeyin...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Zindanları boşalt
Erdoğan Suriye’den sonra şimdi de İran’a savaş açtı! Ahmedinejad’ın Ehmedinejed olması yakındır...
Akif Kökçe / Milliyet (Açık Pencere)
+++
Biri, dost biri, çıkıp bize dostça dese...
“Zindanları boşalt..”
Yani “İçeri tıktığın muhalifleri serbest bırak...”
Ne cevap veririz?
“Ne muhalifi kardeşim, içeride muhalif mi var?”
Ee Silivridekiler?
“Onlar darbeci ve terörist...”
Sahi Beşar Esad da o günlerde bize aynı cevabı vermemiş miydi?
“Ne muhalifi kardeşim, onlar terörist...”
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
+++
Av sezonu
Askerimiz karakollarda canlı hedef olarak bekleşiyor. Terörist sınırdan gelip vuruyor, kaçıyor. Siz sınırı aşamıyor, terör yuvalarına darbe vuramıyorsunuz. O yüzden ortada savaş yok, avlanma var. Dün yazdık. Sınırımızın hemen dışında PKK kampları capacanlı duruyor. Sınırın 5 kilometre dışındaki PKK kampını dahi vuramıyorsunuz. Onların sizi vurmasını bekliyorsunuz.
Yapılacak en etkili girişim Irak Hükümeti’nden sınırda güvenliği sağlamasını istemek. Sen sağlayamıyorsan ben sağlayacağım diyerek kolları sıvamak. Ne var ki, bu yönde tek kelime çıkmıyor ağızlardan.
Çünkü Ankara PKK’nın hamisi ABD’yi darıltmaktan çekiniyor. Sonuç olarak her gün şehit cenazesi kaldırıyoruz ve bir çözüm umudu görünmüyor ortalıkta...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Bizim medyanın hal-i
pürmelali:
Herkes Başbakan Erdoğan’ı sevecek.
“Başkasını seversen bil ki yaşatmam seni!”
Rıza Zelyut / Güneş