Mykonos muhtarı olur artık

Mehmet Barlas’ın rüyasının gerçekleşmesi ve Ahmet Altan’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nun koltuğuna oturabilmesi için, önce CHP Genel Merkezi’nin, bütün ahlak kurallarının rafa kalktığı ünlü Yunan adasına taşınması gerekir.
Mehmet Barlas dünkü yazısında CHP Genel Başkanlığı için adayını açıklamış:
Ahmet Altan...
“CHP’ye Kılıçdaroğlu değil Ahmet Altan genel başkan olmalıydı...” diyor.
Ona göre “Taraf gazetesinin kurucusu ve başyazarı Ahmet Altan CHP’nin Genel Başkanı olsa, hem AK Parti iktidarı gerçek muhalefetin ne olduğunu görürmüş, hem de CHP’liler gerçek sosyal demokrat bir partinin sivilleşme ve özgürlükler alanında nasıl davranması gerektiğini anlarlarmış...”
Ya ne iyi olurdu değil mi;
Ahmet Altan “cumhuriyeti”nde, “yanaka” olmak da gazeteciliğin faullerinden sayılmazdı...
Başına güneş geçmiş olabileceği ihtimalini de gözönünde bulundurarak Barlas’a fazla yüklenmeden, -ille de Emel Sayın’dan- “Rüyalar gerçek olsa” şarkısı ile birlikte “CHP Genel Merkezi Mykonos’a taşınsın” kampanyası armağan ediyorum.
Hoş TBMM’den duyduğumuz ve artık ayyuka çıkan “çok eşlilik”, “gayrı meşru çocuk üretimi” gibi dedikodulara bakılırsa Ankara’nın Mykonos’la aşık atacak hale gelmesine de ramak kalmış ya...
Artık üç vakte kadar mı olur, beş vakte kadar mı bilmiyoruz ki, koskoca Genel Başkan adayı bekletilir mi!
Altanvari muhalefetin zaruret olduğuna inanan ülkenin en pahalı “baş yazarı” bekletilir mi!
Asın Mykonos’ta nohut oda bakla sofa binalardan birine “çakma” CHP tabelası...
(Altı oku bir kının içine, kını da Eros’un sırtına asarsanız, çalıntı logo ithamlarından da yırtarsınız...)
Artık sonrasını turistleri “tehdit” altında sayılabilecek Yunan hükümeti, elbette kadınsalar “fahişelik eğilimi”ne sahip oldukları zannıyla Altan’ın göz hapsinde tutulma tehlikesiyle, erkekseler “eşcinsellere özgürlük” kontenjanından “son Mykonosluyla desti izdivaç” kabusuyla tatilleri zehir olacak turistler, ha tabii bir de “ensest”in “sevginin doruğu” olduğuna inanan Altan’ın aile eşrafı düşünsün...
Eğer bu hikayenin çıkış noktası, yazdan sebep üstü açık kalan bir baş yazarın rüyası değil de, “siyasi girişim” gibi bir “acı gerçek” olsaydı, inanın “halkla ilişkileri”ne talip olurdum...
Slogan hazır nasıl olsa:
“Savaşma seviş..;
Kadın, erkek, genç, yaşlı, abi, kardeş, kedi, köpek neyi bulursan!..”
Tek sorun, “Andy Warhol!” konseptinden izahla; aslının fabrikasyonu / kopyası kapitalist hippilerden menkul Mykonos ahalisi bu sloganı “yer miydi”?
Uyuşturucu, müzik ve cinsellik kısmını yoluna yordamına uydurduk diyelim de, sado-mazohist eğilimlerini nasıl törpüleyeceğiz!..
Çok istedim oldurmayı ve de zat-ı alilerinden kurtulmay ama gördünüz işte yanlış hesap, Mykonos’tan bile dönüyor!

+++++

Bu manşet de delil klasörüne girecek mi
En çok konuşulan, en çok yorumlanan manşetlerden biriydi.. Yıl 2003’tü.. Manşeti atan gazete Cumhuriyet’ti.. Habere imzasını atan da Mustafa Balbay.. 5 yıl sonra eski defterler açılınca Balbay’ın başına gelmedik iş kalmadı.. Gözaltına alındı, bırakıldı.. Sonra yeniden alındı, tutuklandı.. Hâlâ hapiste.. Savcılar o manşeti de sordular.. O manşetin ne anlama geldiğini de sorguladılar.. O manşet için neler yazılmadı ki.. Kimi Başbakan Erdoğan’a gözdağı vermek için üretilen haber dedi.. Kimi, dönemin Jandarma Komutanı Eruygur’un dönemin Genelkurmay Başkanı’nı zor durumda bırakmak için yaptırdığı haber yorumunu yaptı.. Psikolojik harekâtın bir parçası olduğu öne sürüldü.. Darbe ortamı hazırlamaya yönelik denildi..
Yedi yıl sonra.. Dün bir gazete daha bu başlıkla çıktı.. Hem de iktidara yakın duran, iktidarın dibinde duran bir gazete.. Genç subaylar bu kez Balyoz sanığı subayların bir yıl daha aynı görevde ve rütbede bekletilecek olmasından rahatsızmış..
Soralım o zaman.. Bu manşetin anlamı ne? Yüksek Askeri Şûra’ya ayar vermek mi? Başbakan’a gözdağı mı? Yeni Genelkurmay Başkanı’na hoş geldin tehdidi mi?
Psikolojik harekât da amacı ne!.
Yoksa darbe ortamı hazırlama çalışması mı?
Sorması ayıptır derler ya; sahi 2010 model ’Genç Subaylar Balyozcu’dan rahatsız’ manşetinin anlamı ne?
Yeri gelmişken bu genç subaylar kim?
* Mehmet Tezkan / Milliyet

+++++

Genç emekliler(!)
Haberi okudum, kaç tane “genç subay” ile konuşulup bu sonuca varıldığı hiç anlaşılmıyor.
Ordu içinde genç subayların nabzını tuttuğunu düşündürebilecek herhangi bir kaynak da yok.
Tek kaynak emekli bir askeri savcının söyledikleri ki o da pek genç sayılmaz.
Acaba gelecekte Balyoz Davası’na bağlanabilecek bir davanın kanıtlarından biri olarak bir dosyaya girecek mi, merak ediyorum.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

+++++

Hırsları beyinlerini yedi
Bizdeki fikir suikastının çok sevimsiz bir yanı da var. Bu işe girişen kişiler, galiba hırsları beyinlerini yediğinden yaptıklarının ne kadar ilkesiz ve itici olduğunu göremiyorlar veya görseler dahi umursamıyor olabilirler. Ben bazı taraftarlardan, çıkar uğruna alındığı belli olan tavırlardan gerçekten çok iğrenmeye başladım.
Bunların resmi sözcülüğünü yaptıkları çevrede hırs nedeniyle gerçekleşen beyin ölümünün (Bkz. Mehmet Altan, Eser Karakaş) en müthiş örneğini, Sabah Gazetesi karikatüristi Salih Memecan önceki gün çizdiği karikatürüyle verdi.
Bir ara bu karikatürü görün diye köşemde de yayınlayayım diye düşündüm ama sonra buna bakarken aynen Mehmet Altan ve Eser Karakaş’ın tüm sevimsizlikleriyle bir düşünceyi eleştirmek yerine kahkahalar atarak alay etmelerini seyrederken duyduğum hisleri duydum.

Zeka yoksunu karikatür
Yan yana iki kareden oluşuyor karikatür. Soldakinde “TSK eskiden” yazıyor ve “Allah Allah” diye bağırarak koşan askerler var. İkincisinde ise “TSK şimdi” yazısı var ve bir hapishane duvarı dışarıdan gözüküyor. Demir parmaklıklar arkasından içeriden gelen bir ses baloncuğunda şöyle yazıyor: “Allah Allah n’oluyor yaa!..”
Karikatüristin, TSK’nın şimdi hapishaneye alınmasından çok zevk aldığı belli. Olan bitenden hiçbir kuşku duymuyor, sorgulama yapmıyor, açıklananları yüzde yüz doğru kabul edip süreç hakkında kararını açıklayıveriyor. Bir karikatürde olması gereken zekânın nebzesi yok; çizdiğinde sadece son derece bir kaba tavır var, hırsın beyni yeme sürecinin tipik örneği bu. Zekâ yoksunluğunu bırakın, aldığı tavrın anlamını bile düşünmekten uzak bu kişi.
Soruyorum size, bir asker ne zaman “Allah Allah” diye bağırarak koşar? Düşmana karşı savaş verirken tabii ki. O zaman bize ne diyor bu karikatür? Düşmana karşı savaşan askerimiz şimdi hapse atıldı ve ben de hoşnutum bundan. Şimdi diyeceksiniz ki, “Savaşmış insanlar suç işleyemezler mi, işlerlerse ne yapacağız? Hapse koymayacak mıyız bunları?” Tabii ki koyacağız, liberal düşünce bunu söyler tabii ki ama liberal düşünce aynı zamanda, insanların hapse tıkılma sürecinde evrensel bazı hukuk kurallarına, “habeas corpus”a sahip çıkılmasını da savunur. Ve siyasi tavırların karıştırıldığı belli olan bir davada en azından kuşkuculuğunu bir yana bırakmaz. İkinci bölümü unutursanız liberal olmazsınız, sadece bir liberal faşist olabilirsiniz ancak.
* Serdar Turgut / Habertürk

+++++

Ne biliyor olabilir ki
Cumhuriyet muhabiri Fırat Kozok, erinmemiş, “Bakalım YSK’nın uyarısına kulak asan var mı oralarda” diyerek geçmiş TRT’nin karşısına, ne kadar referandum programı varsa (şu son bir iki günde tabii) teeek teeek izlemiş. Bakın “YSK”ya rağmen, nelerle karşılaşmış: “Kararın açıklanmasının üzerinden henüz 2 saat geçmişken TRT Haber kanalında yayımlanan “Çıkış Yolu” programında Ekrem Dumanlı ve Ergun Babahan referandum için “hayır” kampanyası başlatan CHP ve MHP’yi sert dille eleştirdi.
Aynı gün TRT 1’de “Enine Boyuna” programında da açık bir şekilde YSK kararları çiğnendi. Programa katılan 4 konuğun hiçbiri referandumun olumsuzluklarından söz etmedi. “Medya Müfettişi” programında eski ANAP milletvekili Faik Tarımcıoğlu, sunucu Serra Karaçam’ın düzenlemeleri sıralaması üzerine “Çok güzel düzenlemeler var. Tek tek incelerlerse buna ’evet’diyeceklerdir” dedi. Tarımcıoğlu’nun pakete ilişkin olumlu sözlerini “Dolayısıyla ‘evet’ diyeceklerdir” diye kesen Karaçam da TRT’nin tavrını net bir şekilde ortaya koydu.”
Kozok’un yukarıdaki gözlemlerini derlediği haberini, Cumhuriyet “TRT bildiğini okuyor” başlığıyla yayımladı.
Hukuku, yayın ilkelerini, devletin koyduğu yetki sınırlarını bu kadar rahat kulak ardı edebildiğine, böyle meydan okuyucu bir tavır takınabildiğine göre hakikaten de bizim bilmediğimiz bir şey biliyor olmalı TRT yöneticileri. Onları “okudukça” cüretkarlaştıran bu “bilgi” ve “kaynağı”nı merak ettik doğrusu.
Evet Sayın Şahin, kurumunuzu nerdeyse “devlet”in üzerinde gördüğünüzü düşündürecek olan, bizim bilmediğimiz “cesaret” kaynağınızı açıklamak için daha ne bekliyorsunuz? Yoksa biz de Mehmet Tezkan gibi “bilgilendirme yasası”nın “medya-iktidar ilişkisi”ne uygulanmasını mı istemeliyiz; kimin eli kimin cebinde bilelim de ona göre izleyelim değil mi ekrandaki “kanaat saptırıcı” ların “evet” tezahüratlarını...

+++++

‘e-konuş’ artık Sayın Büyükanıt!
Yaklaşık 13 ay önceydi. Başbakan, damadının yöneticisi olduğu televizyon kanalında bir programa katılmıştı... Konu döndü dolaştı, meşhur Dolmabahçe buluşmasına geldi... Başbakan, önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la yaptığı bu görüşmeyle ilgili olarak şunları söyledi: “Konuşulanlar, benimle ebediyete gidecek” demişti...
Ve bu görüşmeyi, “Türkiye’de asker-siyasi ilişkilerinde bir dönüm noktası” olarak tanımlamıştı.
Aradan bir yıldan fazla süre geçti. Konu döndü dolaştı, yine “Dolmabahçe’de konuşulanlar”a geldi... Çünkü CHP lideri Kılıçdaroğlu, 12 Eylül mağdurlarına gözyaşı döken Başbakan’a, “O muhtırayı partinizin oyları artsın diye bilerek yayınlattınız.” dedi.
AKP’liler de ağız değiştirdi ve internete konulan o açıklamanın muhtıra değil, ’görüş’ olduğunu söylemeye başladı...
Sayın Büyükanıt... Artık gerçekleri görün ve tüm riskleri alarak, o gün o odada Başbakan’la konuştuğunuz her şeyi... Ama her şeyi...
Tek tek anlatın! Adınızın üzerindeki soru işaretini kaldırın! Yıllardır giydiğiniz ve en üst rütbesine ulaştığınız o üniformanın kırışmasına, buruşmasına izin vermeyin! “Ben konuşamam, hitabetim iyi değildir” diyorsanız... O zaman “Dolmabahçe sırrı”nın tüm detaylarını yazın ve tıpkı 27 Nisan’da yaptığınız gibi internette bir sitede yayınlayın! ’e-muhtıra’yla, gizli kapaklı görüşmelerle hatırlanacağınıza, demokrasiye ve şeffaf topluma ’e-açıklama’yla katkıda bulunun...
* Mustafa Mutlu / Vatan

+++++

Atamızı Truvalı yaparken düşünseydin
Ahali bi kapıştı... “Kürt” kelimesi anında kayboldu.
Neymiş efendim, İnegöllü gençlerle “Doğu kökenli” minibüsçüler birbirine girmiş de... Hatay’da “Doğu kökenli”ler saldırıya uğramış filan. Sen değil miydin “Türk’sen Türk’sün, Kürt’sen Kürt’sün” diyen? “Milleti etnik parçalara bölmeyin” dediğimizde, “hayır efendim, Laz’san Laz’sın, Çerkez’sen Çerkez’sin” diyen sen değil miydin? “Türk vatandaşı” sıfatına bile itiraz edip, “Türkiyeli”yi icat eden sen değil miydin? “Alt kimlik, üst kimlik” diye, memleketin altını üstüne getiren... Durup dururken “Biz kimiz?” diye şüphelenip, kerameti kendinden menkul profesörlere DNA testi yaptıran, “atalarımızın Truvalı” olduğuna karar veren, sen değil miydin? “Bizi leylekler getirdi yavrum” dediğimizde, utanmadan “ırkçı” damgasını yapıştıran sen değil miydin? Bilimsel araştırma ayaklarıyla, güya vatandaşları tek tek sayan, 50 bin kişiyle konuşup 210 bin Gürcü bulan, Gürcistan’ı bile şoke eden... Neticede biz Türklerin “etnik grup” olduğunu açıklayan... “Hasta mısınız birader” diyene, “faşist” diyen sen değil miydin?
Neymiş efendim... “Doğu kökenli”ymiş. Hatay’da saldıranlar kim peki? Güney kökenli mi? Ya İnegöl’dekiler... Kuzeybatı kökenli mi? Anası-babası Türk-Kürt olan milyonlarca evladımız var... Keşişleme midir onlar?
Söyle açık açık. “PKK’nın 26 senedir silahla yapamadığını, açılım denilen saçmalıkla bir senede başardık” de... “İki cihanda ak’ız artık” de.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

Kozmik belgeler yandaş basında haber olunca adı demokratikleşme oluyor. İş Dolmabahçe’de gizli görüşmeye gelince devlet sırrı. İşte bu nedenle facebook grubumuzu “Büyükanıt Cevap Vermeli” olarak kurduk. Halk uyumuyor hesabını soruyor!
* Engin Balım

+++++

MİNİ YORUM
Mecburi edebiyat
Her gün demokrasi gelecek, demokrasi gelecek diye çığırtkanlık yapan gazetenin, hukukçu yazarı Sami Selçuk, “Lakırdısına bile katlanamazlar, kimi insanoğulları karşı düşüncenin. Iraktır seslerini çıkaran telleri, yazan elleri kendilerini insan yapan beyinlerine. Çünkü kendilerini eleştirenleri sevmezler” dediği son yazısında okuyucularına akrostişle veda etti. Edebiyat aşkına mı sizce? Yoksa eleştiriye tahammülsüzlüklerini deşifre etmesine izin vermeyeceklerini bildiğinden mi!

Yazarın Diğer Yazıları