“Müttefik diktatörler”in akıbeti de mi ibret olmuyor?

“100 bin insanın katledilmesine rağmen, kılını kıpırdatmayan ABD ve Batının Suriye’yi hatırlamasının tek cevabı var”mış;
“Kimyasal silah kullanımı.”
“Bu işte bir bit yeniği var”a dikkat çekerken -haklı olarak- önce Irak’ı işgal “tezgahını” hatırlıyor/hatırlatıyoruz;
Malum, Irak’ın da işgal arifesindeki son ziyaretçileri Birleşmiş Milletler Doğrulama ve Teftiş Komisyonu üyeleriydi. Komisyon Başkanı Hans Bliks ile dönemin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey “en ufak bir kanıt bile olmadığını” söyleseler de, AKP iktidarının dahil olmaya pek bir teşne olduğu “koalisyon”, -bizim Ümraniye bombaları gibi- adı var kendi yok “kimyasallar” bahanesiyle, üstelik de gayrimeşru bir BM kararına dayanarak Irak’a girmişti! (22 Mayıs 2003’te BM Güvenlik Konseyi’nin ABD ve İngiltere’ye Irak’ı yönetme yetkisi veren kararına Suriye katılmamış, karar “anasözleşme”ye aykırı usulle çıkarılmıştı.)


***


Sonrası çoğunuzun malumu:
- ABD eski Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz eşsiz bir pişkinlikle, koca bir ülkeyi “yok yere” yakıp yıktıklarını, “Tanrı’dan ilham aldığını” söyleyen psikopat ruhlu başkanları liderliğinde milyonlarca insanı “keyfi” katlettiklerini itiraf etti:
“Kitle imha silahları meselesi savaşı haklı göstermek amacıyla bürokratik nedenlerle öne çıkartılıp abartılmış olabilir, çünkü bütün dünyanın kabul edebileceği tek savaş gerekçesi bu!”
- İşgal öncesi “Irak’ta hareketli biyolojik silah laboratuarları” olduğunu iddia eden ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell “pardon” dedi:
“Sonradan anladık ki istihbaratçıların tanık gösterdikeri kaynaklardan pek çoğu hatalıydı.”


***


Sahne aynı sadece roller farklı
şimdi:
Giriş bölümü Hillary Clinton’un “Esad, kimyasal silahları kullanmaya başlarsa, bunun bedelini pahalıya öder” replikleriyle yazılan “senaryo”, halefi John Kerry’nin “Bu görüntüler gerçek, Suriye’de kimyasal silah kullanıldı” açıklamalarıyla “geliştiriliyor”.


***


Final mi?
Söyleye gerek var mı ki?
“İyi de kim kullandı bu kimyasal silahları... Nereden, nasıl, hangi projenin ayağı olarak temin edildi...” kısmını bir enkaza karşı konuşmak ve “tüh tüh, hadi ya, yine mi aldatıldık” demek hakkımızı saklı tutarak;
Kan-revan tabii...
Dün örneklerini hatırlattım: Arap, Türkmen, Kürt sayısız parçalanmış çocuk cesedi! Irzına geçilmiş sayısız kadın feryadı... Toplu mezarlar... Mezarı bile olmayan, “leş”miş gibi sokak köpeklerin önüne atılan -hangi Tanrı’ya sunulduğu muallak- “kurban”lar... Arasına nefret duvarları örülmüş bir toplum... Yanıbaşımızda ateşi belki de yüzyıllarca söndürülemeyecek bir yangın yeri.


***


Ve biz de;
İçimizde her an “hortlayacaklar” korkusu, “hortlayıp komşularımıza ihanetimizin intikamını alacak bu coğrafyanın acımasız ruhu” diye yiyip bitirerek kendi kendimizi “mezar bekçisi” olarak tamamlayacağız, afili “eş başkan” olarak başladığımız görevimizi...


***


“Kimyasal silahla saldırı yapıldığı konusunda bir şüphe yok” referansıyla ABD’nin kuyruğuna takılmak için can atanların içine kurt düşürür umuduyla, bir kaç basit soruyla bitirelim:
- Irak’ı olmayan kimyasal silahlar bahanesiyle işgal edenle, Halepçe’de kullanıldığı belgelenmiş kimyasal silahları görmezden gelen ABD aynı değil miydi?
- Madem “kimyasal silah” deyince akan sular duruyordu, Halepçe’de Iraklı ve İranlı binlerce insan bu nedenle hayatını kaybederken neden bu “kimyasal saldırı”ya yol verdi; mesela sırf bu katliamı kullanarak seyreltilmiş uranyum mermisi kullanımını meşrulaştırabilsin diye olabilir mi?


***


Son sorum Erdoğan-Davutoğlu
ikilisine:
- 1988’de Halepçe’de yaşananlara “terör” demeyen ABD’nin yıllar sonra “eski müttefikini” Halepçe’de halkını katlettiği gerekçesiyle yargılatıp, bu yargılama bitmeden (devam etse Foreign Policy’deki sinir gazı itiraflarını o mahkeme tutanaklarında okuyacaktık belki) idam ettiğini gördüğünüz halde, bu ne güven, bu ne özgüven, bu ne cesaret böyle? Akıbetinizle ilgili en ufak bir şüphe, ürperti de mi yok içinizde?

Yazarın Diğer Yazıları