Mutluluğun fotoğrafı (06 Aralık 2010)
Kaçmaktan kovalamaya vakit yok. Memleketin perişan hali, anlık değişmekte olan gündem yüzünden sanata, sanatçıya, kültür programlarına zaman ayıramaz olduk. Sinema, tiyatro gibi olmazsa olmazı ihmal ediyoruz; resim, heykel ve diğer etkinlikleri unutur haldeyiz. Oysa yanı başımızda, gazetemizde kültür ve sanatın her dalını bünyesinde toplayabilen kıymetli bir değerimiz var. Pazar günlerimizi ışıltan Serap Besimoğlu “Bu defa gelmezsen kırılırım” dedi. “Kalp kırmak Allah’ın evini yıkmak gibidir.” Fikir ve düşünce adamlarının kalp kırması mümkün mü? Anamı evde bıraktım... Ankara büromuzdaki arkadaşlarla kısa adı ANKÜSAD olan Uluslararası Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlediği, “Anadolu Esintileri” adlı karma resim sergisi için Ekin Sanat Merkezi’ne gittik.
“Bir Varlık Alanı Olarak Sanat” konulu panelde Prof. Dr. Hasan Pekmezci, Doç. Dr. Mahmut Öztürk, ressam Önder Aydın, Sosyolog- Sanat tarihçisi Dr. Dursun Ayan ve yaşayan ressamların şahı Yaşar Çallı’yı dinledim. Her biri kendi alanlarında dünya çapında değer olan sanat adamları sadece resimi, heykeli değil, memleketin perişan halindeki durumu ile sanat ışığında çıkış yollarına dikkat çektiler.
Prof. Dr. Hasan Pekmezci Hacettepe Üniversitemizin kürsü başkanı... Adından başka milli bir tarafı olmayan eğitim konusunda ayak üstü sohbet ettik. İlk mektepten üniversiteye kadarki okul dönemimde müzik ve resimden ikmale kaldığımı söyledim. Hoca, MEB Şura’sında müzik-resim-beden eğitimi gibi zorunlu derslerin kaldırılarak “etkinlik saatleri” haline dönüştürülmesi için yıllar önce teklif vermiş. Kulaklar ile beraber vicdanlar sağır olduğu için icraata konmamış tabii. Pekmezci’ye ilköğretimdeki torunu, “dede ne zaman Milli Eğitim Bakanı olup bizi bu ödev yükünden kurtaracaksın” diye yakarıyormuş. İnşallah temennisi ile Yaşar Hoca’ya veda edip, Çallı’ya doğru yöneldim. Son çeyrekte resim deyince akla gelen ilk isme, Çallı’ya, “Şairleri, sanatçıları susmuş bir milletin hayat damarları kopmuş demektir” sözünü hatırlattım. Sözleri doğruladı. Elimden tutup, kendi yaptığı Atatürk’ümüzün portresi önüne götürdü. Gazi; keskin bakışlarıyla parmağını kaldırmış, “Bu ne gaflet, bu ne dalalet!” der gibi uyarıyordu bizi... Bir an sözün bittiği yerdeyiz diye iç geçirdim. Bir ressam ancak bu kadar canlı, bu denli gerçekçi anlatabilir vaziyetimizi. Saygı ile eğilmekten başka söz bırakmadı Çallı.
Türk Cumhuriyetlerinden, Balkanlardan, Rusya’dan ve hatta Japonya’dan kültür elçileri vardı. Serap’ın açış konuşması, Necati Yılmazkaya’nın takdim ettiği plaketlerden sonra Ekin Kültür Sanat Merkezi sahibi Ardahanlı İsa Aktaş Bey’in bir an bile bağlantısını koparmadığı ata ocağı Ardahan’ın olağanüstü lezzeti kaz etini takdim etti. Tadını anlatabilmek mümkün değil. Sadece bize ikram zannediyordum. Oysa her gün menüde kaz eti varmış. Son yıllarda Anadolu türkülerinin eşliğinde böylesi keyifli bir gece geçirmedim desem yeridir.
Resim ile müzik... Sanatın vazgeçilmeyenlerinin estetik bir ahenk ile bir potada eritildiği gecede ASO yani Ankara Sanat Odası’nın katkılarından bahsetmemek haksızlık olur. Devlet Opera ve Balesi’nin gözbebeği Orhan Bey yönetimindeki grup, batı klasiklerinden başlayıp, Türk müziğinin her alanı ile geceye damgasını vurdu. Ya o genç bağlama virtüözü Uğur yüreğinde Türk aşkı, türkü sevdası olan her kişiye bağlama özlemini nakşetti. Çoğunluk yerinde duramadı. Kafkas folklorundan, Ege zeybeğine kadar folklorumuzun, halk oyunlarımız keyifle sergilendi. Bu arada “Mutluluğun resmini” gördüm sahnede. Saygıdeğer Yaşar Çallı’nın muhteşem eşinin bir kuğu güzelliği ile bizim Serap Besimoğlu ile raksını alkışlarla seyrederken, kendimi tutamadım. “Hocam, resimlerinize söz yok. Ama mutluluğun fotoğrafını eşiniz ve sizinle çekebilir miyim” talebime tebessüm etti.
Sözün özü, İstanbul’a taşınmak istenen kurumları biliyorsunuz. Ankara sadece siyasi başkentimiz değil. Mustafa Kemal’in kurduğu kültür ve sanat şehridir. Vakit buldukça, ihmal ettiğim sanat etkinliklerine katılmaya karar verdim, tavsiye ederim.